Benim oyum

Benim oyum

Bir hapishâne ile bir kale arasındaki fark şudur ki kalenin kilitleri içeriden kilitlenirler.

Bu bakımdan adalar hem kaleye hem hapishâneye benzer.

Ama bir adaya bir hapishâne kurarsanız işler daha da çatallaşır. O zaman hapishânedeki(ler)in dünyâyla bağlantısını daha da bir katmerli tarafından kesmiş olursunuz. Bunun en güncel örneklerinden biri Abdullah Öcalan gibi görünüyor. Bu benzetmeyi sâdece sembolik olarak yapmadığıma da iyi bir örnek. Çünki avukatları tarafından imkân nisbetinde ayrıntılı tarzda bilgilendirildiği hâlde dışarıda olup bitenleri kavramakda zorlandığı izlenimini ediniyorum. Öcalan hiç şübhesiz zekâ seviyesi adamakıllı yüksek bir insan. Buna rağmen gelişmeleri (en azından) eksik değerlendiriyorsa, ki bence öyle, bunun bir sebebi olmalı ve ben bunu on yıldır ağır hapis cezâsı çekmesine, üstelik bunu bir ada hapishânesinde çekmesine bağlıyorum. Bakınız Bizanslılar bile siyâsî tutukluları ya Prinkipos’a (Büyükada) ya Halki’ye (Heybeli) gönderirlerdi. Günümüzde çok şükür gözlere mil çekip dil koparma “tedbirleri” yok ama tecrid bâbında İstanbul Adaları’yla İmralı arasında pek fark da yok. Hattâ İmralı daha bile dünyâdan kopuk.

Öcalan’ın dünyâdan epeyi kopuk kaldığına en yeni ipucu Başbakan Erdoğan’a gönderdiği mesaj. Diyor ki eğer Başbakan demokratik anayasa sözü verirse ben de PKK gerillalarını geri çeker çatışmaları durdururum.

E, günaydın Birâder! Üsküdar’da sabah oldu!

Başbakan Erdoğan haftalardır zâten ne söylüyor ki? Hani neredeyse diyeceğiz ki “Beyefendi, artık gınâ geldi. Biraz da başka şeylerden bahsetseniz!”

Buna tecâhül-i ârifâne diyeceğim, uymuyor. Enâyilik desek o da uymuyor zîrâ Öcalan zekî adam. Taktik desek o da uymuyor, çünki netîceleri kendi aleyhine olacak bir taktik. Bugün artık silahla bir yere varılamayacağını, PKK ve onun işbirlikçisi, hâmîsi Ergenekon çevreleri dışında herkes idrâk etmiş durumda.
Hattâ PKK’nın bâzı merkezleri de. En başda da aklı başında Kürd STK’ları.

Gün müzâkere günüdür, mübâreze günü değil!

Öcalan’ın, kendi açısından çok haklı olarak önem verdiği şahsî kurtuluş ve hürriyetine kavuşma süreci de ancak bu müzâkerelerle mümkindir.

Bunun sebebini anlamak için yazının ilk bölümüne bir göz atmak belki yararlı olabilir.

Peki, bu tablo içinde CHP, MHP ve BDP’nin yeri nedir?

Gördüğüm kadarıyla CHP, bâzı iflâh kabûl etmez sevdâlılarının kanaati aksine proje filan üretmeye başlamadı. Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun desteksiz atışları ve Güneydoğu’da BDP ile üstü örtülü bir işbirliğine gidişi, daha doğrusu mitinglerde BDP’nin “kepenk” inâyetine sığınması, CHP’nin, değil bugünü anlamak, henüz düne bile ulaşamadığını gösteriyor.

MHP anlaşılan “Hira Dağı” mı “Tanrı Dağı” mı yoksa bir koltukda iki karpuz mu dâvâsını 30 yıldır hâlâ bitirememiş.

BDP ise varlığını zavallı Kürd ve Türk gençlerinin cenâzelerine bağlamış bir politik formasyon!

Bana son sıralar 12 Hazîran’da oyumu kime vereceğimi soran genç arkadaşlara bunları anlatıyor ve suale sualle karşılık veriyorum:

“Siz olsanız kime verirsiniz?”

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi