Cemal Nar

Cemal Nar

İslam’da Devlet Başkanını İktidardan İndirmek

İslam’da Devlet Başkanını İktidardan İndirmek

Bazı yorumcu kardeşlerim İslam Devletine Halife = İmam = Devlet başkanı olmanın şartlarını ısrarla sordular. Oysa biz kısaca buna temas etmiştik. Tatmin olmamışlar ki, tekrar tekrar sordular yorumlarında.

Yazalım öyleyse. Ama peşinen söyleyeyim, öyle çok şart aranmaz bu görev için. Okuyunca şaşmasınlar sonra, hepsi bu kadar mı diye. Önemli olan içeriktir.

Halifede aranan şartlar iki tanedir: İslam ve sağlık.

Biraz açalım isterseniz. Halife mükellef bir erkek Müslüman olacaktır. Hem de dinini yaşayan ahlaklı ve faziletli bir Müslüman. Çok yazdık, kafirin Müslümanları yönetme yetkisi yoktur. Tabi mükellef deyince çocuk olmayacağı açıkça belli olur.

Sağlığa gelince, işine güç yetirip yapabilmesi için ruh, akıl ve beden sağlığı yerinde ve vücut azaları yerli yerince olması gerekir değil mi?


Evet, halife olmanın belli başlı şartları bunlardır. O şartları kendinde bulunduran ve meşru bir yolla halife seçilen kişide görevini engelleyici bir kusur bulunmadığı sürece, devletin anayasasında nasıl belirlenmiş ise öyle, yani ya ömür boyu, veya belli bir süre içinde halifeliği devam eder.

Bu şartlar kaybedilir veya görevini yapmasını engelleyici bir kusur bulunursa, halife azledilir, yani iktidardan indirilir ve yerine o makama layık bir kişi seçilir.

Halifenin görevden alınmasını (azl edimesini, hal’ edilmesini) gerektiren kusurları iki gurupta inceleyebiliriz:

1-Bedeninde meydana gelen noksanlık.

2-Din, ahlak ve adaletinde meydana gelen noksanlık.(Konu için bakınız: Meverdi, el-Ahkamu’s Sultaniyye,. s. 20-25; Ferra, el-Ahkamu’s Sultaniye, s. 23; Nebhan, İslam Anayasa hukuku, s. 470; Ahmet Akgündüz, Türk Hukuk Tarihi, 1/216; Hayreddin Karaman, Mukayeseli İslam Hukuku 1/97; Anahatlarıyla İslam Hukuku, 1/201; M. Beşir Eryarsoy, İslam Devlet Yapısı s. 219-224; Rayyis, s. 450; Abdulkadir Udeh, İslam Ceza Hukuku ve Beşeri Hukuk, 4/192-223; Haşiyet-ü İbn-i Abidin, 4/264; Cemal Nar, İslam’da Devlet ve Siyaset.)

Halifenin bedeninde meydana gelen noksanlıklar, üç gurupta incelenmiştir:

1- Beş duyu organında noksanlık: Körlük, sağırlık, dilsizlik.

2- Aza noksanlığı: İki el ve iki ayağın noksanlığı gibi.

3- Tasarruf noksanlığı: Delilik, hacr (baskıya maruz kalarak görev yapamama) ve düşmana esir düşme gibi.

Din, ahlak ve adaletinde meydana gelen noksanlık iki gurupta incelenmiştir.

Halife, açıkça küfre düşerse, azlinin gerekli oluşunda alimlerin ittifakı vardır. Burada küfürden maksat, hiçbir tevil götürmeyecek şekilde kişiyi İslam’dan çıkaran ve kafir yapan inanç ve davranışlardır.

Halifenin küfür derecesine varmayan günah, fısk ve kusurları azli gerektirir mi sorusuna iki farklı cevap verilmiştir:

"Hayır, gerektirmez" diyenler.

“Evet, gerektirir” diyenler. Özellikle çağımız alimleri, emr-i bilma’ruf nehyi anil münkerden sonra fıskında ısrar ederse, müslümanlar halifeyi mümkün olan her vasıta ile azil ve hal’ için çalışırlar, demektedirler.


Görüldüğü gibi kafir, zalim ve fasık olan halifenin azledilmesi gereğinde bir ihtilaf yoktur. Sorun bunun nasıl yapılacağındadır.

Tartışılan asıl nokta, halife azil karşısında direnirse ne yapılacağıdır. Böyle zalim halifeye karşı ayaklanmak ve silah çekmek caiz midir?

Bu soruya üç ayrı ictihatla cevap verilmiştir:

1-Devrimci Görüş: Buna başkaldırı, kıyam, huruc da denilmiştir. Hariciler, kısmen Mutezile ile Şiadan Zeydiyye, İsmailiyye, Keysaniyye'nin görüşü olarak bilinir. Kapsamlı ve köklü bir değişim için netice neye mal olursa olsun, fasık halifeye karşı ayaklanılır ve azledilir. Bu görüş, yararı olmadığı, aksine çok zararlara sebep olduğu tarihen sabit bir görüştür.

2-Sabırcı Görüş: Ehli sünnetin çoğunluğu ve İmamiye Şia'sının görüşleri olarak bilinir. Zalim imamın durumu bilinmekle beraber düzeltmek için her hangi bir iradi müdahalede bulunulmayacak, kalben sevilmese ve buğzedilse bile isyan edilmeyerek günah olmayan yerlerde itaata devam edilecek, şahsa yapılan zulme sabredilecektir.


Daha önce çok yazdık, şimdi de özellikle belirtelim, bu itaat, asla halifenin dine aykırı emirlerine itaat değildir. Zira "Halika (yaratıcıya) isyan olan konuda mahluka itaat yoktur" ve "İtaat marufadır" hadisleri bu konuda kesin bir kaidedir. Ama isyan ve savaş da değildir. Bir bakıma “pasif direniş” ve “sivil itaatsızlık” kavramlarının fiilen uygulanması da denilebilir.


3-Temkinci Görüş: Ebu Hanife ve Mutezile’den bazılarının görüşüdür. Bekleme, gözetme, fırsat kollama, başarı şartlarını arama, şartların oluşmadığı durumlarda sabırla bekleme, şartların oluştuğu anda da kıyam ederek halifeyi makamından azletme anlamındadır. Buna göre eğer ellerinde yeterli güç ve kuvvet varsa ve isyan büyük bir zarara sebep olmayacaksa yapılmalı, zalim, fasık bir halifeye itaat edilmemelidir.


Bunlara göre, ayaklanmanın ve silah çekmenin doğuracağı zarar ile, günahkar ve zalim devlet başkanının göreve devam etmesindeki zarar karşılaştırılıp, bu iki zarardan hangisi daha az ve hafif ise onu tercih etmek gerekir.(Konu için bakınız; Nevin Abdulhalik Mustafa, İslam Siyasi Düşüncesinde Muhalefet, s. 183 vd.; H. Karaman, Anahatlaryla İslam Hukuku, 1/201; Ahmet Akgündüz, a.e.g. 2 /216-217; Nebhani, a.e.g. s. 475 vd; Abdulkadir Udeh, a.e.g. 4/196 vd; Mevdudi, Hilafet ve Saltanat, s. 387-390; İbn Abidin, 4/263-264; Cemal Nar, a.g.e.)


Temkinci (temekkün) görüşü, devrim ile sabır arasında bir orta yoldur. Bir yandan sabırdır, ama aynı zamanda harekete geçmeye hazır, içinde düzeltme için müdahele arzusunu taşıyan bir sabırdır. Bir yandan da başarıyı mümkün kılan güç ve kudretin toplanmasını bekleyen "gizli" bir devrimdir


İlahî kadere bakınız ki Humeynî, İmamiye Şia'sının görüşleri olarak bilinen Sabırcı Görüşü terkederek, Ebu Hanife’nin Temkinci Görüşü ile amel etmiş ve başarılı olmuştur. Şimdi “Arap Baharı” denilen hareketi izliyoruz. İnşallah Müslümanlar kendi insiyatiflerini ellerinde tutarak başarılı olurlar.


Sonuçta bir gerçeği tekrar vurgulayalım; bütün bu görüşlerin ortak bir yanı vardır: Şekli ve biçimi değişik olsa bile zalim, fasık ve günahkar halifeye, yani İslam Devlet Başkanına takınılan ortak tavır ve tepki; ret ve buğzdur.


Hadi Arapça bilen yorumcuları işe katalım, lütfen tercüme etsinler; her kunutta okuduğumuz şu dua ile aramız nasıl? “Ve nahleu ve netruku men yefcuruk.”


Biz Ebu Hanife’yi akait ve amelde imamımız olarak seçtik. Yani Henefi ve Maturidi mezhebindeniz. Onun mücadelesini yakında burada yazmıştık. Ama isterseniz “temkin görüşünü” biraz daha yakından görelim, ne dersiniz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi