Cemal Nar

Cemal Nar

Diyanet İşleri Başkanlığının Konumu 1

Diyanet İşleri Başkanlığının Konumu 1

Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî ahbabıyla otururken bir adam çıkagelir ve:
- Ey Efendim! Şems geliyor! Der.

Mevlana ayağa kalkar, adamı kucaklar, müjdesine teşekkür ederek çıkarır cübbesini hediye eder. Adam gidince birisi der ki:
- Efendim, bu adam yalancının tekidir. Mevlana:
- Ben de biliyorum, der. O yüzden cübbemi hediye ettim. İnansaydım, canımı verirdim.

Aynen öyle, biz de laik devlette dinimize hizmet eden personeliyle Diyanet İşleri Başkanlığını seviyor ve sayıyoruz. O yüzden cübbemizi verebiliriz. Ah, keşke o şanına layık bir şekilde özerk ve müstakil konumda bir kurum olsaydı, devletin ona biçtiği “laik devleti şeriat tehlikesinden korumak” görevi Demokles’in kılıcı gibi üstünde sallanıp durmasaydı, belki de çıkarıp canımızı verecektik. İslam’ı ne kadar seviyorsak, ona hizmet edenleri de o vesileyle o kadar seviyoruz.

Evet, bu laik devlet, Diyanet ile Genel Kurmay’ı aynı günde kurmuş ve her ikisine de “devleti koruma ve kollama” görevi vermiştir.

Kimden koruma?

Cevap hazindir; Müslümanlardan!

Şimdi bu kurumun başında bulunan ne yapsın?

Cevap basittir aslında. Elinden gelen bütün güç ve imkânlarıyla İslam ve Müslümanlar için çalışsın. Bir de kurumu, içinde bulunduğu nahoş konumdan kurtarmak için ne gerekiyorsa yapsın.

Birincisi kolay ve bunu o kurumun başkan ve personeli –aralarındaki her yerde olması mümkün olan çürükler müstesna- zaten seve seve yapıyorlar. Ama ikincisi hiç de kolay değildir. Özellikle de dış dünyaya bunu anlatmak, sanki kendi devletini şikayet ediyormuş gibi anlaşılacağından, «milliyetçilik»i devletin temel ilkesi kabullenmiş bir sistem içinde cidden zordur.

Işte bu zorluğa yakında yaşanmış bir örnek:

Bir haber geçti ajanslar. Biz de gazetelerde, sitelerde okuduk: “'Diyanet İşleri Başkanı Görmez, ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu Başkanı Leonard A. Leo ve beraberindeki heyeti makamında kabul etti.

Din özgürlüğünün önemine işaret eden Görmez, Leo'nun ''Diyanet İşleri Başkanlığının hem dini kontrol altında tutmaya çalıştığı hem de laiklik baskısı altında olduğu'' iddialarına, ''Din hizmetini kamu hizmeti saymak, din hizmetlerinin organizasyonuna yardımcı olmak, dini kontrol altında tutmak anlamına gelmez. Diyanet İşleri Başkanlığının üç önemli yönü vardır: Kamusal olması bakımından bir kamu kuruluşudur. Bütçesi devlet tarafından verilen bir kurumdur. Kamusal olmanın yanında özgür ve sivil olmak, dinin doğru, bilimsel bilgisiyle hareket etme prensibini doğurmuştur. Bu sayede Diyanet, kimseden dini ve teolojik konularda talimat almaz'' diye konuştu.


Başkan Yardımcılığı döneminde Avrupa Birliğinin Yargı ve Temel Haklar faslında müzakerelere bizzat katıldığını anlatan Görmez, heyetin yönelttiği ''Laik bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığının bir kamu kuruluşu olmasını hangi laiklik anlayışıyla açıklayabiliyorsunuz?'' sorusu üzerine, Belçika, Almanya, Danimarka ve İngiltere'deki benzer uygulamaları örnek verdiğini söyledi.


Diyanet'in, özgür ve sivil olduğunu vurgulayan Görmez, Türkiye'de 85 bin cami bulunduğunu ve tüm camilerin halk tarafından yapılmasının, kurumun sivil yönünü güçlendirdiğini dile getirdi. Dini bilginin üretilmesi ve hizmete dönüşmesi sürecinde Diyanet'in kimseden talimat almasının mümkün olmadığını ifade eden Görmez, Türkiye'de dini azınlık çevrelerini, önemli birtakım sorunların varlığına rağmen yakından takip ettiklerini ve ilgilendiklerini kaydetti. Görmez, ''Dini azınlıkların inançlarına gelecek en küçük bir baskıyı kendi dinimize yapılmış bir baskı olarak görürüz'' diye konuştu.

  Türkiye'nin ve Diyanet İşleri Başkanlığının, son zamanlarda din ve ifade özgürlüğü konusundan büyük mesafeler kat etmesinin önemli bir durum olduğunu vurgulayan Görmez, ''Her şeye mazeret olur ancak dini özgürlüklere mazeret olmaz'' dedi. 

Şimdi bu durumda biz kime ne diyeceğiz?

Bunu benim cevaplamam kolay, çünkü ben başkan değilim, eğriye eğri, doğruya doğru derim, olur biter. “Her zaman doğruları söylemek lazım” derim gider. Ama ya Başkan? Onun işi cidden zor.

Elin adamı gelmiş, senin menfaatini savunuyor, sana yapılan yanlışa işaret ederek aslında senin hoşuna gidecek güzel şeyler söylüyor. Fakat sen, (kol kırılır yen içinde) diyerek devleti gücendirmemek adına, haklı şeyler söyleyen adama yanlışı savunmaya kalkıyorsun. Ama ne sen tatmin oluyorsun bundan, ne de o.

Bu olmuyor işte. Biz yeni ve sevimli Başkanımızı üzmek istemeyiz, ama konu bizce kişisel olmaktan çok öte ve çok önemlidir.

Ne yapabilirdi Sayın Başkan mesela?

Gerçekten zor bir durum. Hani derler ya “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık.” Veya bir zamanlar derlermiş ya, “gözüme bak, ne demek istediğimi anlarsın”, öyle mi demeliydi? Hem bakalım ABD’li göze bakınca anlar mı acaba?

Şimdi Başkan’ın sorunlu bulduğumuz bu görüşlerini biraz irdeleyelim mi?

İrdeleyelim, ama yazı çok uzadı, Cuma’ya bırakalım mı?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi