Cemal Nar

Cemal Nar

Baharda Sümbülzâde Vehbî’yi Okumak

Baharda Sümbülzâde Vehbî’yi Okumak

“Nasıl bir şey?” diye sorulsa, bendeniz “müthiş bir şey” derim.

“Nerden biliyorsun?” dense, önce güler, sonra “okudum da ondan” derim. Peki, önce niye mi gülerim?

Çünkü her ne zaman bu “Nerden biliyorsun?” sorusuyla karşılaşsam, aklıma rahmetli Kambır Boduk emmi gelir. Bazıları bu hikayeyi Halloma Emmiye nisbet ederler. Her neyse, duyduğuma göre köyün bu en fakir, bu en gariban ve perişan adamı bir gün köy meclisinde “yahu helva ne kadar tatlıymış!” demiş. Etrafındaki köylüler biraz da şaşkın, “Nerden biliyorsun? Sen hiç helva yedin mi?” demişler. Zavallı merhum, köyümüzün şivesiyle “Yok, Kuzu Başlı yedîdi de ben de kâğıdını yaladîdim” demiş.

Evet, önümde Sümbülzade Vehbi’nin yazarları kıskandıracak kıratta basılmış pırıl pırıl bir kitabı var: “Nasihatname-i Vehbi: Çeviri Yazı - Günümüz Türkçesi - Sözlük – Tıpkıbasım”.(Ukde Yayınları; Kahramanmaraş, 2011, 16 x 24 cm., 128 sayfa, Türkçe, Kartonkapak.)

Kitabı bilimsel yöntemlerle yayına hazırlayan, yazarı gibi Maraşlı bir edib; Yard. Doç. Dr. Lütfi Alıcı. (KSÜ, Fen-Edb. Fak., Öğretim Üyesi.)

Kitabı, ilk kitabını fakirin “Anılar ve İbretler”i ile başlatan Ukde Yayınları basmış. Editörleri de iki dost; Yaşar Alparslan ve Serdar Yakar Beyler. Kitap, güzel bir sözle Yaşar Beye ithaf edilmiş.

Lütfi Alıcı Bey hakkında kitabın başında bilgi verilmiş. 1963 Kahramanmaraş Değirmendere doğumlu. 1979 Kahramanmaraş lisesi, 1982 Selçuk Üniversitesi Mezunu. Halen Kahramanmaraş sütçü imam üniversitesinde Öğretim Üyesi. Basılı bir çok makaleleri ve altı eseri var.

Kitap, Yaşar Alparslan Beyin “Takdim” yazısı ile başlar. Burada Allah Teâlâ ile kul arasındaki muamele anlatılır. İnsanın kendisi ve toplumu ile ilişkileri, ilişkilerin iyi ya da kötülüğünün Cennet veya Cehenneme varıncaya kadar uzanan bir macerayı ifade ettiği vurgulanır. Çağımızda yaşayan bir nasihatçının özet bir nasihatnamesi dense layıktır. Bu arada kısaca yazar ve eserleri hakkında da bilgiler verir. Bu çalışmayı yapmasını istediklerinde kendilerini kırmayan yazara teşekkürlerini sunar. Bir de müjde verir: Sünbülzade’nin bütün eserleri üstüne yapılan çalışmalar bu yıl içinde bitirilecektir.

Bundan sonraki yazılar artık Lütfi Beye aittir. Önce bir “Ön söz” gelir. Burada Maraş yaylalarında yatişen bir sünbülün nasıl payitahta uzandığına dikkat çekilir. Türk edebiyatında “sümbül” motifi üstünde durulur. Sünbülzade Vehbi hakkında kısa bilgiler ve onun bazı eserleri üstüne daha önceki çalışmalarından bahsedilir.

Yazar ön söz’de şöyle bir cümle kurar: “Söz konusu çalışma hizmet amaçlı yapılmış ve aynı düşünceyle basılmıştır. Bu sebeple eksik ve noksanlarımızın hoşgörü ile karşılanacağını ummaktayız. Bununla birlikte iyi niyetli tenkitlerden memnuniyetle istifade edilecektir.”

Öyleyse biz de ilk tenkidimiz gönül rahatlığı ile hemen yapalım. Ben bu cümleye takıldım: “Söz konusu çalışma hizmet amaçlı yapılmış ve aynı düşünceyle basılmıştır. Bu sebeple eksik ve noksanlarımızın hoşgörü ile karşılanacağını ummaktayız.”

Ben şöyle anladım; bu çalışma nihayet hizmet amaçlı olduğundan ilmi yöntemler kullanılmamış, gerekli titizlik gösterilmemiştir. Bu yüzden uğraşsaydık olmayacak olan bazı eksik ve kusurlardan ötürü bizi hoş görünüz.

Olabilir. Ama bence bu anlayış, tenkide değer eksik ve kusurlu bir anlayıştır. Çünkü Sayın Alıcı bizim kültür ve medeniyetimizi bilir, biz hizmet amaçlı yapılmış ve Allah Teâlâ’nın rızasına sunulmuş işlerimizi kendi işlerimize nazaran daha bir dikkat ve titizlikle yaparız, yapmalıyız. Kendimize kalan nasıl olursa olsun, ama Allah için verdiğimiz, “en sevgili, en değerli” şeylerimizden olmalıdır. Yoksa gerçek iyilik ve erdeme erişemeyiz. Mesela bir sadaka verirken alan elin Allah Teâlâ’nın eli olduğunu düşünmeli ve o ele yakıacak nisbette değerli şeyleri vermeliyiz. Aynen böyle, hizmet için yaptığımız da en kaliteli çalışmalar olmalı. Ama buna rağmen kusur olamaz mı? İşte o rahatlıkla hoşgörülebilir.

Yazarımız bundan sonra güzel bir “Giriş” yapmış kitaba. Önce “nush – nasihat” kelimesini incelemiş, tanımı ve topluma yararı üstünde durmuş, konu ile ilgili ayet ve hadislere işaret etmiş ve edebiyatımızda “nasihatname” türüne açıklık getirmiştir.

Bundan sonra Sünbülzade Vehbi Efendi tanıtılmaya çalışılmıştır. Hayatı, meslek ve meşrebi, çağına etkisi, edebi yanı, eserleri ve üstünde yapılan çalışmalar ve nihayet üstünde çalışılan eser ve nüshaları, bulunduğu yerler hakkında bilgiler sunulmuştur. Bunlar bize Sünbülzade Vehbi Efendi tanıtmaya yarayan faydalı bilgilerdir.

Lütfi Alıcı Bey bundan sonra asıl konuya gelmiştir: “Nasihatname-i Vehbi” isimlı manzum eseri okumak ve günümüz Türkçesine çevirmek. Eserin Osmanlıcası kitabın arkasına eklenmiştir. Bu büyük bir hizmet olmuştur. Masraftan kaçınmayarak kitabın orijinaline hizmet eden ve onun kaybolmamasına katkı sunan yayıncıları da tebrik ederim bu yüzden.

Eser iki “münacat” ve bir “nasihat-ı ihvan” bölümlerinden oluşmaktadır. Kitabın aslında yoktur ama Lütfi Bey iyi bir iş yapar, her beyte bir rakam verir. Böylece kitapta toplam 140 beyit olduğunu kolayca tespit edebiliriz.

Burada en önemli işin, orijinal Osmanlıca metnin önce doğru okunması, sonra da o metni maksadı en güzel bir biçimde ifade eder şekilde günümüz Türkçesine aktarma işlemi olduğunu bilmem ki söylemeye gerek var mıdır?

Doğrusu bu konuda yazarı –takdir bana düşmez ama min garyr-i haddin- başarılı buluyorum. Emek verdiği her halinden bellidir. Üstelik hem yaptığı işe güvendiğini belli eden, hem de günümüz okuyucularının durumunu bildiğinden onlara şefkat ve merhamet gösteren bir tavırla kitabın sonuna yeterli bir “sözlük” koymuş, böylece okuyucuları da anlama ve kavrama konusunda işin içine katmak istemiştir. Üstelik “Kaynaklar”a şöyle bir bakıldığında, yapılan işin alt yapısı da az çok ortaya çıkar.

Bu “Kaynaklar”, daha çok Türk Edebiyatını ve Tarihini tanıtan ve bu edebiyatın anlaşılmasını sağlayan sözlüklerle beraber Sünbülzâde Vehbî Efendi ve eserlerini konu edinen kaynak eserlerdir.

Evet, başarılı bir çeviri, titiz bir günümüz diline aktarım ile insanlar bu kitabı okurken bir yandan şiirin ve Türkçenin tadına varırken, bir yandan da içi Allah sevgisi ile kıpır kıpır, ama bir başka yandan da o sevgiye layık olamamanın pişmanlık ateşiyle alev alev yanan bir bilge kişinin daha dumanı üstünde tüten yalvarmaları, yakarmaları ve inlemeleri ile biz de adeta o atmosfere bir hortuma yakalanmış gibi iradesiz karışır gideriz. Hele de kendimizi onun kardeşi yerine koyarsak, İslam ahlak ve terbiyesinin zirvelerini mekan tutmuş bir sufî hal ve vecdi içinde mest-u hayrân oluruz.

Dünyada yaşamış da hayatından bütün bütün razı olmuş kul var mıdır? Nerde? Bırakın kötüleri, iyiler bile “daha iyi olma imkan ve fırsatı vardı, kaçırdık” diye hüsrana düşeceklerdir. “Asr”ın haliki insanların hüsranını haber vermez mi? Üstelik önümüzde bir “Teğabun”, yani “bir aldanma” günü olan ahiret ve mahşerdeki hesap meydanı varken, saîd mi şakî mi, akıbetimiz hiç de belli değilken, bu “kendimizden razı oluş”, ihtar edilmemize rağmen bu “kendimizi tezkiye ediş”, bize şah damarımızdan daha yakın olan ve her halimize vâkıf bulunan Yüce Yaratıcıya karşı bir haddi tecavüz, hatta bir küstahlık olmaz mı?

Sünbülzade Vehbi Efendi’yi yavaş yavaş, düşüne düşüne, sık sık maziye nazar atarak büyük muhasebelerle iyi okumalıyız. Sanki söyleyen o değil de kendimizmiş gibi durmalıyız huzurda, mafsallarımızı zangır zangır titretecek bir havf ve haşyet duymalıyız makamda.

Bunun “seyr-ü sülük” denilen kimine göre kısa ve kolay, kimine göre uzun ve zorlu bir yolu varsa da, her işin başı ciddiyet ve doğru anlamadan, meseleyi iyi kavramadan geçer şüphesiz. Bu yüzden bu tür eserleri okumazdan önce, kendi din ve medeniyetimizi tanımak galiba zaruri olacaktır. Bu tür alt yapı okumalara, “yardımcı ders kitapları” nazarıyla baksak yanılmayız herhalde.

Yoksa kendi erenlerimizi marifetsiz ve gönülsüz bir materyalist batılı gibi okursak, aziz velilerimizin söz ve davranışlarını anlamaz, yaptıklarını saçmalık olarak değerlendirir, güya ahmaklık ve aptallıklarına hayret ederek güleriz. Öyle ya, kendisi açken başkalarına ekmeğini ikram eden bir adamı materyalist batılı nasıl anlasın?

Yazar çok beğendiği bazı beyitleri bir araya getirerek sunmuş girişin sonunda. Bir örnek olarak öncelikli okunmasını ben de salık veririm.(s. 40 - 42) Ama asıl kitap bundan sonra başlıyor.

Söze besmele, hamdele ve salvele ile başlamak, selef-i salihîn’in güzel bir adetidir. Müellifimiz dahi öyle yapmış ve hemen arkasından maksadını arz etmiştirtır:

Yād idüp Allāhıñ ismin ideyim bedʾ-i kelām
Hem Resūlu’llāha olsun ṣad ṣalātile selām

Hem daḫi ezvācına evlādına aṣḥābına
Hem daḫi enṣār muhācir hem daḫi etbāʿına

ʿArż-ı ḥācāt hem münācāt ideyim Raḥmānıma
Daḫi pend ü nuṣḥ ideyim aḥbābıma iḫvānıma*

Raḥmet ü maġfiretini isteyüp idem niyāz
Cürmümüz ʿafv ide her dem luṭf ide ol bî-niyāz

Hem tażarruʿ ideyim sübḥānıma sulṭānıma
Ḳāl ile hem [ḥāl] ile yalvarayım cānānıma

Ṣādıḳîniñ ḥālini iḫvānıma ḳılam beyān
Tā teşebbüs ideler eẕyāline her ḥîn u ān
Ḥaḳ buyurdı ṣādıḳîn ile maʿiyyetde oluñ
Anlara teslîm oluban vuṣlatın yolun bulun

Mesela son beyti Fütfi Bey bugünkü Türkçeye şöyle çevirmiş: “Allah’ın beraber olmayı buyurduğu sadıklara teslim olup vuslat yolunu bulun.”
Bu beyitte Tevbe Süresinin 119. Ayeti olan “ve kûnû ma’as sadikîn” ilâhî kelamına bir telmih, bir işaret vardır. Nitekim bunu Lütfi Bey atlamamış, dip nota şöyle düşmüştür: “Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun (Kur’an-ı Kerim, 9/119).
Hemen arkasından gelen 9. Ve 11. Beyitlerde ise açıkça ayet ve hadislerden iktibaslar vardır. Bunlar dikkate alınacak olursa aslında bu eserleri anlamak ve anlatabilmek için İslamî bilgilere, özellikle de Kur’an, hadis, tasavvuf ilimlerine büyük ihtiyaç vardır. Bu yüzden bazılarına bu yapılan işlem basit gibi gelebilir ama, aslında her “sehl-i mümtenî”de var olan bu yanılma, ancak böyle bir işe girişince belli olur.
O yüzden tenkit kolay, üretmek zordur. Bu zorluğu gören kimi yazarlar, ucuz tenkitler de üstüne binince, yazmaktan bezmiş ve irfan sofraları hazırlamaktan geri durmuşlardır. Ancak erdem ve efendiliğin yemekten değil, yedirmekten geçtiğini bilen kerem ehli, yolunda azimle devam etmiş, “haset edilmeyende hayır yoktur” diyerek yersiz eleştiriden azim ve iradelerine fütur getirmemişlerdir. Amma haklı tenkitlerden de beslenmiş, yetişmelerine, kabiliyetlerini kullanmaya ve dikkatli olmaya yardımcı olduğu için ehline teşekkür dahi etmişlerdir.
Lütfi Beyin de çok yoğun olan bu işaret ve iktibaslardan bir hayli yorulmuş olması tabiidir. Nitekim 41. Beyitte geçen bir iktibas var:
Müʾminiñ ḳalbi tecellî-i İlāhî ḥānesi
Lî maʿa’llāh sırrınıñ hem oldurur kâşanesi.

Burada geçen “Lî ma’allah” için hem güzel bir tercüme yapmış, hem de sözün aslını tespit etmiştir. Ama bu son derece güzel sözün sahibini zikretmemiştir. Bunun bir hadis-i şerif olduğu belirtilse ve kaynağı gösterilse çok daha güzel olurdu. “Hizmet için…” diyerek acele geçmesinin değerlendirilmesi daha önce geçmişti. İşte bunlar da o sözün bir netice veya tezahürü olabilir. Bu azıcık dokundurmayı ve hemen şimdi gelecek bir eleştiriyi, artık adı “Lütfi” olan bir beyden lütuf ve müsamaha ile karşılamasını istirham edebiliriz herhalde.

“Kul kusursuz olmaz” denmiştir. Ufak tefek kusurlar olabilir bu çalışmada da. Kitap içindeki irfan güneşi o kadar parlak ki, küçük bir yıldız mesabesinde kalan bu kusurlar, gözlerden gizlenmiştir adeta. Ama bazen yorgunluk, bazen dikkatsizlik, bazen de akla ilk gelene meyletme aceleciliği ile fikre bir karanlık basarsa, tıpkı 37. Beyitte olduğu gibi (s. 52/121) “Rabbî”min “nur”u gider, yerine “zelle” gelir. Ondan sonraki tamlama da haliyle önden giden hataya kurban edilir. Bu hataya sebep “hattat” marifeti de olabilir. Çünkü (b) nin noktasını yukarıya alınca, (r) harfi (z) gibi oluverir. Oysa aynı işlem önündeki (bî zevâl)in (b)sinde de vardır ve hattat belki de muzipçe, “bakalım bunu nasıl okuyacak” diye pür dikkat beklemektedir.

Beklesin dursun, biz onların elinden çok çektiğimizden hiç de umursamayacak ve okumamıza devam edeceğiz. Hakikaten eski kitapları okurken ucu sivri Hartlap bıçağı düşmez elimizden. Ya noktalamada, ya harekede, ya takdim tehirle az uğraştırmazlar bizi…

Sünbülzâde Vehbî Efendi bundan sonra ihvana nasihatlara geçer. Üslubunda mütevazidir. Mesela ilk beytine bakalım:

Baʿde nefsime ve iḫvānıma pend eylerim,
Sîret-i ṣāliḥleri icmāl idüben söylerim.

Açıklaması: “Sonra salihlerin hâllerini kısaca anlatarak nefsime ve dostlarıma nasihat eylerim.”

Alçak gönüllüğü görüyor musunuz? Yani “ben kendimi kardeşlerime nasihat edecek ehliyet ve makamda göremem. Benim yaptığım sadece ehil olan büyüklerin nasihatlarını önce kendim için olmak üzere toplayarak ihvana aktarmaktır” diyor.

Hem neden herkese değil de sadece ihvana? Düşünülürse bunda bile bir tevazu ve mahviyyet vardır. Yani “ihvan beni anlar, maksadımı bilir, kibir ve ucb ile ittiham etmez. Başkası öyle anlasa da mazurdur. Ben de onlara nasihatı haddim bilmem…” eskileri büyük yapan işte bu engin gönül ile tevazu ve mahviyettir. Bu aynen kemal alametidir. Bu çağda eksikliği çok aranan, ama hamili az bulunan bir meziyettir bu.

“Bu nasihatlar nelerdir?” diye sormayacaksınız herhalde. Buna zaman ve mekan müsait değil. Ancak okuyarak değerini anlayabiliriz. Ben şahsen kendim okuyup istifade ettiğim gibi, cebimde taşıyarak sohbetlerine katıldığım ihvanıma da okuyup açıklamak isterim.

Keşke her şehirde bir güzel yerde bu ve benzeri eserler bir ehli tarafından okunsa ve şerh edilse, tahlil edilse diye temenni ederim. Böylesi ilim ve irfan meclislerinde kim bilir ne doyumsuz zevkler, vecdler ve feyizler yaşanırdı böylece. Eskiler çok yapardı bunu. Ne dersiniz efendim, bizim de artık bu güzellikleri ihya etme zamanımız gelmedi mi?

Sonuç itibariyle Yard. Doç. Dr. Lütfi Alıcı Beyi bu güzel çalışmasından ötürü kutlar, ilim, sanat ve kültür hayatımıza sunduğu katkılardan ötürü teşekkürlerimi sunarım. Mevlâm ehl-i beytiyle birlikte sağlık ve mutluluk içinde uzun ve hayırlı bir ömür ihsan eylesin bu lütufkar kardeşimize.



Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi