Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

‘Paslı tüfek’

‘Paslı tüfek’

Dün söz verdim diye yazıyorum. İştahım kaçtı aslında...

Mihri Belli’yi anlatacaktım.

Engin Ardıç bir şeyler yazdı. Fırçasını yedi. Çok mu umurunda oldu?

Bilmiyorum.

Sanmıyorum da...

Birileri daha yazdı... Sol düşünceyle nasıl, ne zaman kesiştiğini bilemediğimiz İmam Hatip kökenli biri ve “eski tüfekler”in müellifi Atilla Akar...

İkincisinin yazısı, işin “had bildirme” kısmını dışarıda tutacak olursak, daha sıcak geldi bana. En azından “yazmayı hak ediyor”du.

Öteki arkadaş daha “idealize” bir Mihri Belli portresi çiziyordu. Nerden edindiyse bu samimiyeti, bu “içeriden bakma” imtiyazını! “Selam olsun babaya, selam olsun kutlu devrime” türünden laflarla, son zamanlarında “kırık leblebi” formatında sevimli, tonton bir dedeye dönüşmüş bulunan Belli’ye “Che” muamelesi çekiyordu.

Mümkündür.

Ufaktan bir Che durumları yok değil.

Hayatını “haksızlık” olarak gördüğü olgularla (ve durumlarla) savaşarak geçirmiş, Amerika’da şurda burda bulunmuş, Yunanistan’da “faşizme karşı” savaşmış ve komutanlığa terfi etmiş, Milli Demokratik Devrim tezi etrafında patinaj yapıp durmuş, sayısız kereler tutuklanmış, hapis yatmış, sürekli polis takibatında yaşamış...

Film gibi...

Onda Che kumaşı keşfedenler bugüne kadar hangi yaşamsal riskleri almışlar, hangi “değerleri” imtizaç etmişler, hangi “koğulmuş” için hangi parmaklarını kımıldatmışlar ve daha da önemlisi “kutlu devrim” için ellerini hangi taşın altına koymuşlar?

Uzaktan sallamak kolay...

Dışarıdan bakıldığında “film gibi” görünen hayatın içine gir de, öyle konuş...

Bir de, Che’ye benzerliği niçin bir insanı kutlu, dokunulmaz, muazzez, muhterem, mübarek, kahraman kılsın?

Che deyince niçin akan sular dursun?

Che, tamam, devrimciliği, savaşçılığı, yakışıklılığı ve “tüketime sunulmuş” purolu fotoğrafıyla devrimci mücadele içinde bir fasiledir, romantik gönüllerde taht kurmuştur ama geçip gitmiştir, o defter kapanmıştır.

Mihri Belli’yi anacaksan, yapıp ettiklerine bakacaksın...

Milli Demokratik Devrim tezinin ne kadar “milli değerlerle” örtüştüğünü, ne kadar “demokrat” olduğunu ve niçin “devrimci bir tez” sayıldığını...

Bu “tez”in, kimlerin başını yaktığını...

Bu “tez”in vardığı darbe düşüncesini, YÖN hareketini, Avcıoğlu ve Madanoğlu’nu, 9 Mart kalkışmasını, Deniz Gezmiş’lerin eline bombayı kimlerin verdiğini, “bomba temincisi” Solmazer’in darbeden bir gün önce hangi klik tarafından bir uçağa bindirilerek Almanya’ya uçurulduğunu...

Bunları öğreneceksin, ondan sonra “selam olsun kutlu devrimciye” gibi laflar edeceksin.

Bu yazıya oturmadan önce, Akşam gazetesi yazarı Gürkan Hacır’ın, vaktiyle kendisiyle yapmış olduğu söyleşiyi okudum.

Şöyle diyordu “kutlu” devrimci: “Ben devrim idealimi hiçbir zaman kaybetmedim, kaybetmem... İnsanlık bazen geriler... Geriye doğru adımları olur. Ama sonuçta daima insanlığın yüce değerleri galip gelir. Bundan hiç şüpheniz olmasın. Bu, Türkiye için de böyledir.”

Peş peşe sıralandığında “güzel laflar” ve kafadan “hayır” diyemeyeceğiniz müthiş bir “önerme” olarak duruyor.

Biz de ancak şapka çıkarıyoruz bu idealizme... Saygı duymaktan başka bir şey gelmiyor elimizden...

Fakat, okuduğum ve nüfuz edebildiğim Mihri Belli, Marksizm’in kavramlarıyla konuşsa da, Kemalizm’in “çağdaşlaşma” hedefi dışında bir şey söylemiyor.

Bana inanmıyorsanız, açın, hatıratını (“İnsanlar Tanıdım”) okuyun.

Keyifli bir kitaptır, okuduğunuza değecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi