Abdulkadir Özkan

Abdulkadir Özkan

Kayıp yılların hesabını kim verecek?

Kayıp yılların hesabını kim verecek?

12 Eylül 1980 darbesinin üzerinden 31 yıl geçmiş... Darbenin bir mağduru olarak geriye dönüp bakınca uzaklarda da kalsa acı dolu kayıp yılları hatırlamamak mümkün değil. Bunu söylerken bir pişmanlık sergiliyor değilim. Çünkü, ülkemin aleyhine hiçbir davranışım ve eylemim olmadı. Sadece ülkem lider ülke olsun, kimseden emir almasın güçlü, kendine yeterli hale gelsin diye çaba sarf ettik. Daha doğrusu bu niyetle mücadele eden başta Erbakan Hoca olmak üzere bir ekip ile birlikte olduk. Bu birlikteliğin sonucu tutuklanmak, yargılanmak ve eziyet görmek ise bundan dolayı kesinlikle pişmanlık duymuyorum. Ancak darbecilerle ve darbeci zihniyetle mücadeleyi sürdürüyorum. Hele hele keşke başka yerde farklı anlayış sahipleriyle bulunsaydım da bunlar başıma gelmeseydi hiç demedim. Bu yazıdan maksadım geçmişte kalanları ve yaşananları unutmamak, unutturmamak. Çünkü, her yaşanan bir tecrübedir. Bilgi denen şey ise sadece okumak yazmakla kazanılmaz yaşanan olaylar bekli de en sağlam bilgi kaynağıdır.

Geriye dönüp baktığımda 12 Eylül 1980 darbesini ülkemizin düşünce yapısında bir dönüşüm, daha doğrusu başkalaşım noktası olarak algılıyorum. 12 Eylül 1980 darbesini idealizmin yerini çıkarcılığın aldığı, idealistlerin yerini "Ne kadar paran var o kadar değerlisin" fikrinin peşine takılıp gidenlerin aldığı, bir yuvarlaklaşma, bir gevşemenin gerçekleştiği bir olay olarak görüyorum. Kısacası tüm kesimlerde idealizmi yok edip tüm toplumu darbecilerin kendileri gibi düşünmeye ve davranmaya zorladıkları bir olay.

Bunun yanında hukukun rafa kalktığı, darbecilerin istediklerinin yargı kararı haline geldiği bir dönem.

Genel değerlendirmeyi bir kenara bırakır olaya kendi açımdan ve Akıncılar Davası çerçevesinde bakacak olursam sanıyorum yaşanan hukuksuzluğu ve keyfiliği daha net bir şekilde izah edebilirim.

Darbe sabahı darbe liderinin televizyonda ilk konuşmasını dinlediğimde en kısa zamanda bizim de toplanıp bir yerlere götürüleceğimizi tahmin etmekte zorlanmadım. Çünkü, darbeciler 6 Eylül 1980 günü yani darbeden 6 gün önce Konya'da düzenlenen Kudüs Mitingini de gerekçeleri arasına almışlar, bunu ilk konuşmada ilan ediyorlardı. Belli ki Akıncılarda toplanacak ve yargılanacaktı. Halbuki Akıncılar 12 Eylül öncesinde hiçbir terör olayının içinde olmamışlardı. Onlar tamamen fikri planda mücadele veriyor, toplumu fikri olarak dönüştürmeye çalışıyorlardı. Ne var ki darbeciler Akıncılardan rahatsızdılar. Çünkü, başta ABD ve Siyonistler olmak üzere emperyalist güçler rahatsızdı.

Uzatmayalım darbenin ilk günü tutuklamalar başladı. Önce Erbakan Hoca ile birlikte diğer parti liderleri evlerinden alınıp bir yerlere götürüldüler. Ardından baskınlar başladı. Her görüşten yüz binlerce insan toplanıp önce Emniyet müdürlüklerine oradan sıkıyönetim mahkemelerine sevk edildi. Ancak, bir zanlının mahkemeye çıkması sanıldığı kadar kısa sürede olmadı. Önce sorgulama ve işkence dönemi vardı. Buralarda istenen ifadelerin alınması sağlanmaya çalışıldı. Bu şartlarda gerçek delillerin toplanması elbette söz konusu değildi. Bir çok insan işkencelerden kurtulabilmek için istenen ifadeyi vermeye razıydı.

Emniyet'te ve Ankara için söylüyorum Mamak'ta yaşananların bilinmeyen yanı kalmadı. O bakımdan bunları tekrar anlatmaya gerek yok diye düşünüyorum.

Ama, Akıncılar davasını mevcut anayasal düzeni yıkarak yerine şeriat esaslarına dayalı devlet amacıyla silahlı çete kurmak iddiasıyla, o zamanki TCK'nın 168. maddesinden açıldığını hatırlatmak isterim. Bu arada darbeden 2 yıl önce kapatılmış, hakkında da herhangi bir dava açılmamış olan Akıncılar Derneği'nin yönetim kurulu üyeleri toptan silahlı çete kurmak iddiasıyla yargılanıyordu. Bu yargılama yaklaşık 10 yıl sürdü. Aradan geçen 10 yıl boyunca pek çok kardeşimiz işlerini kaybettiler. Adeta diplomaları iptal edildi. Savcı savcılığını, kaymakam kaymakamlığını, memur memurluğunu yitirdi. Hatta savcılığı elinden alınmış olan kardeşlerimize avukatlık yapmaları bile yasaklandı. Darbeciler çıkardıkları bir yasa ile terörle mücadele kapsamında dava açılmış olanların suçlu olup olmadığına bakılmaksızın hepsini suçlu ilan ettiler. Yani önce asın sonra yargılayın mantığını hakim kıldılar.

İlk duruşmada "Silahlı çete kurmakla suçladığınız bizlerin silahları nerede? Silahı olmayan silahlı çete olur mu?" diye sorduğumda mahkeme Başkanı, "Siz 163'e bakın" diyerek biz nasıl mahkum edceklerini göstermiş bulunuyordu. Çünkü o günkü TCK'nın 163. maddesinden bir kişiyi mahkum etmek için maddi delile gerek yoktu. Yorumla mahkum etmek mümkündü. Peki mahkum edildikten sonra ne oldu. Kardeşlerimiz içeride yattıkları ve mahkemeye çıkana kadar gördükleri işkence ile kaldılar. Bu arada dağılan yuvalar işin cabası. Sonuçta 10 yıl sonra beraat edildi. Yargılanan yüz binlerce insanın hayatından 10 yıl çalınmış oldu. Hem de bir daha kaybolan o yılların geri gelmesi mümkün olmadan. Bana göre darbecileri sadece işkenceciler olarak nitelendirmek eksik olur ONLAR AYNI ZAMANDA ÖMÜR HIRSIZLARIDIR. Bu arada elbette darbecilerin sivil uzantılarını da unutmamak gerekiyor. Ortada demokrasi havarisi olarak dolaşmalarına imkan vermemek, geçmişin hesabını halk olarak sormak gerekiyor. Bu hesap sorulabilirse belki darbecilerin bir daha ortaya çıkmaları engellenebilirse geçmişte yaşanalar bir işe yaramış olur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Abdulkadir Özkan Arşivi