Ey sosyoloji, geldiysen lambaya püf de!

Ey sosyoloji, geldiysen lambaya püf de!

Ne iyi yaptınız da aydınlattınız bizi. Taa Amerikalardan gelip, içinde yaşadığımız, lakin farkında olmadığımız gerçekliğimizi gösterdiğiniz için ne kadar teşekkür etsek azdır. E tamam Şerif hocamızın Türk sosyoloji araştırmalarına katkısını gözardı etmiyoruz. Lakin hocanın saha araştırmalarından ziyade kuramsal, kavramsal çalışmalara ağırlık verdiğini unutmayalım. Şerif Hoca reel sosyolojik gerçekliğimizi Nişantaşı'ndan, az biraz da Ankara'dan tanımaktadır.. Köy monografileri okuyup yutmuşluğu da vardır tabii.

Sakın kimse Şerif Hoca'yı gagalamak istediğim vehmine kapılmasın. öteden beri şu sosyoloji denen aygıtın kerametinden fena halde şüphe duyarım. çüünküü sosyoloji de müritli şeyhli filan cemaat işidir canlar.. Sevgili arkadaşım sosyoloji doktoru Ayşe Güveli, Amsterdam üniversitesi'ni çevreleyen su kanalları çevresinde beleşçi(verisiz, sadece yoruma dayanan) sosyologların volta atarak teoriler inşa ettiklerini söyler dururdu. Bu yüzden istatistikçi sosyologlar Amsterdamcı cemaate "kanal sosyologları" dermiş. Bizim de o kanal boyunda volta atıp mavra sıkmışlığımız vardır efendim.

Keşke toplumsal gerçekliğin girift yanlarını açıklamak o kadar kolay olsaydı. Karl Marx'ın kehanetleri gerçekleşir, Rusya yerine "Devrim" İngiltere'de, Almanya'da vuku bulurdu. Tabii, Marx'ın kıymetini düşürmüyor bu dikkatinizi çekerim. Elbette toplumun gidişatını anlayıp kavramak için paradigmalara ihtiyacımız var. Ama paradigmalar matematiksel kesinliğe sahip değillerdir.

Bazen tek bir kişi, tek bir sebep bir toplumun kaderini şappadak etkileyip değiştirebiliyor.. öyle ya, Mustafa Kemal Paşa tek başına değiştirmemiş miydi ülkemizin makus talihini? Az kalsın Halk Evleri, Köy Enstitüleri Türkiye'yi muasır medeniyetin zirvesine taşımayacak mıydı? Şerif Hocamızın dediği gibi, İsmet Paşa Milli Şef olmaya devam etseydi şimdi yıllık kişi başına milli geliri otuz kırk bin dolar olan süper bir ülke olmamız işten bile değildi arkadaşlar. O zaman kim takardı orta mahallenin imamını! Ah, şu Demokratlar 1950'de iş başına gelmeseydi, Halk Evleri, Köy Enstitüleri kapatılmasaydı her şey ne de iyi olacaktı azizim şerifim! Olmadı.. 1950'den itibaren İmam, öğretmene galebe çaldı. İleriye gideceğimize geriye gittik.. Yoksa mandolinlerle mızıkalarla ne mucizeler yaratacaktık bir bilseniz ne harikalar! Şerif Hoca da tuttu sosyolojik perişanlığımızı o dillere destan, o çok bildik duyulduk "1950 öncesi asr-ı saadet, sonrası mutsuzluk devri" hikayesiyle açıkladı ya, ölsem de gam yemem.

Şerif Hoca "Mahalle baskısı" dedi, ne muhabbetler türedi. Sonra "öyle demek istemedim, saptırdılar" falan. Oysa, ne dediğini, neden dediğini bilen cinsten bir sosyolog Şerif Hoca hakkını yemeyelim. Söylediği bir cümlenin nereye kadar sündürülebileceğini hesaplamadığını iddia etmek en başta hocamızın zekasına hakaret. Eğer öyleyse zaten hocanın sosyolojik çözümlemelerini ciddiye almamak için yeterli bir sebep, bu. Hem hocamızın Merkez-Kenar çatışkısı çözümlemesinden İmam-öğretmen kapışmasına doğru seyr ü sefer eylemesi de pek uygun bir vakte denk düştü. İşte ben rastlantı diye buna derim arkadaşlar. Buradan rastlantının tarihi etkileme teorisine duhul edebiliriz.


İyi ki baştan Sav'mışım!

Az kalsın ben de tutup Vakit gazetesini suçlayacaktım. İçimden bir ses, "Hele dur. Bir tuhaflık var bu işte" diye engelledi beni. Sağduyu dediğimiz böyle bir şey galiba. Ya ben de mevzuya bodoslama dalsaydım, fırsat bu fırsat diye Vakit'e bir çaksaydım ne olacaktı? Eee bir iki aferin alırdık. Aman lazım değil. "Aferin aferin" lafı duymak için kimyası bozulan bir yığın adam var zaten pazarda.

Yaşlı bir CHP'linin hacca gitme arzusuyla ulu orta alay ettikten sonra ortalıktan kaybolan önder Sav "beni dinlediler" mağdur edasıyla ortaya çıktı sıpinişi ya.. "İlahi bir tuzak mı bu?" diye kös kös düşünürken, güneş doğunca kandiller söner misali olayın ardındaki giz perdesi aydınlanıverdiii. Ortada ne şek kaldı ne şüphe. Savcılık, Vakit gazetesi ile önder Sav arasındaki telefon görüşmesinin kayıtlarını ortaya koydu. Kapı gibi sağlam kayıtlar bunlar.

İlk başta ben de Vakit'in "Sav yanlışlıkla yes tuşuna bastı ve telefonu açık kaldı" açıklamasına inanmadım değil. Bu benim de sık sık başıma gelen bir olaydır. Türkcell faturalarımın tahmin ettiğimin ötesinde hayli yüksek gelmesini telefon cihazımın arızasına saydım hep. Güya telefonumu kapatmış oluyorum. Sonra tekrar telefon ederken "bağlandı" mesajıyla karşılaşıyordum. Tabii bu arada olan bana, paracıklarıma oluyordu. Fakaat öyle bir gürültü koptu ki Sav- Vakit Olayı'nda, bir an için unutuverdim gitti.. Vakit de tam bir açıklama getirmek yerine konuyu muğlak bıraktı. Meğer iş biraz kızışsın diye beklerlermiş.. Bildik gazetecilik refleksi.. Yavaş çek kürekleri mehtap uyanmasın. Aman yavaş ol sazanlar kaçmasın. Ben de biraz sazanlık var demek ki.. Tam Vakit gazetesini eleştirecek bir yazı kaleme almaya hazırlanırken sağduyum "dur" dedi. Teşekkür ederim, sağduyu. Her zaman ve her yerde beklerim. Sık gel, emi!

önder Sav Olayı aydınlanana kadar, dünyada bütün tuhaf şeyler sadece benim başıma geliyor diye hayıflanırdım. Tüh, şampiyonluğu kaybettik.. Belki de bu olay, sırf benim kendim hakkımdaki kötümser bakış açımı değiştirmem için meydana gelmiş bir aktüaliteydi. Eh işte, bende de bir parça paranoyaklık durumu var arkadaşlar.. Ve bu her zaman kötü sonuçlar vermiyor. Arzederim.


Erbakan Hoca niye Cuma'ya gitmedi?

Hapis cezasını Altınoluk'taki özel konutunda çeken Erbakan Hoca'nın Cuma namazı için Ayvalıburun Camisi'ne gelmesini bekleyenler hayal kırıklığına uğramış. Erbakan Hoca, Burhaniye Adliyesi'nden özel izinle Cuma namazına katılabilirdi pekala.. Peki Erbakan Hoca neden Cuma'ya gitmemişti? Acaba ağır hasta mıydı yoksa başka bir engel mi vardı? Yorumlar muhtelif. Lakin yorumlar İslam fıkhının yeterince bilinmemesinden kaynaklanıyor. Hanefi fıkhına göre Erbakan Hoca'nın Cuma namazı kılması sözkonusu değil sevgili okurlar..

Cuma namazının vücub şartlarından biri "Hür" olmaktır. Bir şartı daha vardır ki o da "mahbus olmamak"tır. Demek ki 'hür olmak' ve 'mahbus olmamak' ayrı ayrı kavramlar. Onu da öğrenmiş olduk. Erbakan Hoca hür değil. Evinde de olsa hapis hayatı yaşıyor. Gerçi hasta ve çok yaşlı olanlara da Cuma farz değil. Yani Erbakan Hoca'nın Cuma namazından feragat etmesi için birden fazla sebep var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi