Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Türkçüler Millî Mücadele’den Sonra Kemalistleştiler

Türkçüler Millî Mücadele’den Sonra Kemalistleştiler

(İşbu nâçiz yazıyı, Türkçülüğe muarız oluşumu epistemolojik (bilginin ve düşüncenin kaynağı) bir fikrî inanç değişmesi olarak değil de “psikolojik” olarak görenlere hüsnükalble takdim ederim)

İstiklâl Savaşında Türkçü hareket, millet-i hâkime ile uyum içerisindeydi. Batılı medeniyet temellerine istinat eden düşüncelerini öne çıkarmadan Millî Mücadele hareketinde yer almış, milletin inanç yapısına uygun İslâmî hassasiyeti gözetmişlerdir.

Ancak 1923’den sonra “Yeni Türkiye Devleti”nin kurucuları arasında yer alan Türkçü hareket, İslâmî değerlerin zorbaca elimine edildiği cumhuriyet inkılâplarına şerik olarak resmî Batılılışmaya fikren ve fiilen yardım ederek katılmıştır.

Muhataralı resmî tarihin mayınlı sahasına cesurâne bir şekilde giren yazar D. Mehmet Doğan bu yönde en ihatalı tesbiti yapanlardandır: “Bütün Millî Mücadele boyunca önde gelen şahıslar, Batılı emperyalistlerin üzerimize saldığı beslemelere karşı savaşmanın verdiği etki ve halkımızın sarsılmaz Müslüman tavırları karşısında Batıcılıkla ilgili sloganları terk ettiler. Daha doğrusu geçici bir zaman için bir yana bıraktılar. Kanaatimizce, Türkçülük, Türk milliyetçiliği ruhuna en çok bu birkaç yıllık Anadolu Hareketi (Millî Mücadele) yıllarında sahip olabildi” (Batılılaşma İhaneti, s.184).

Türkçü harekete yakın duran M. Kemal’in ilk Meclis’te İslâmî değerlere bağlı siyaset ve kararları, dinî muhtevalı nutukları, din adamlarıyla temas kurarak Müdafaa-ı Hukuk Cemiyetlerini harekete geçirmesi gibi bir yığın icraatına destek veren Türkçülerin, İslâmî hassasiyeti bir geçiş olarak dikkate aldıkları belli. Fakat 1923’den sonra ağırlıklı olarak asker kökenli Türkçü zevat ile siyasetle iştigal eden Türkçü yazar ve bürokrasi, İslâmî değerlerden uzaklaşarak Batıcı “devrimlerin” uygulamaya konulmasında birinci derecede mesuldür.

Takip edilen çizgiye göre Türkçülük, 1923’den sonra işbirlikçi bir harekettir ve Kemalist Cumhuriyet değerlerine hayli “katkıları” tarihen sabittir. Avrupa modernleşme ve “uluslaşma” modelini taklit etmeleri, Batı zihniyetinin argümanlarıyla Türk toplum ve medeniyet yapısını telif etme çabaları, çelişkili tavırlarının bir göstergesidir.

Bu mevzuda görüşlerine katıldığım D. Mehmet Doğan’ın tesbitleri Türkçülerin çelişkili pozisyonunu göstermeye yetiyor: “Bu dönem kısa sürer. Millî Mücadele Müslüman Türk halkının zaferiyle sonuçlandıktan sonra, Batılılarla uzlaşma masasına oturanların Türkçülük fikrine sahip olmadıkları iddia edilemez. Daha sonraki yıllarda millî yapıya aykırı yabancılaşma kanunları için aydın kamuoyu rolü oynayanlar da Türkçüler değil miydi? (…) Bugün Türkiye gelmişse bunda Türkçülük akımının birinci derecede rolü olduğudur” (a.g.e., s.185).

Adı geçen yazarın ifadesiyle “1923-1931: Türkçülüğün hâkim ve tek ideoloji olduğu dönemdir. Bu dönemde, Türkçülük fikrini taşıyanlar bütün bürokratik kademelerde hâkim olmuş, aynı zamanda ‘devrim’ olarak nitelenen bütün hareketler kaynağını bu ideolojiden almıştır” (.a.g.e., s. 185).

Yeni devlet içinde yer alan Türkçü hareket, Cumhuriyetin ilânından hemen sonra Rus baskısı dolayısıyla Turancı siyasetini Türkiye ile sınırlı bir Türk milliyetçiliğiyle daraltarak Kemalist ideoloji adını alacak olan sisteme dahil olur. Cumhuriyetin ideolojisinde fikirlerinden faydalanılan Ziya Gökalp’in şâkirdi Türkçü Tekinalp’in (Mohiz Kohen) l937’de yazdığı “Kemalizm” kitabına göre, “Türk milliyetçiliğinin yakın tarihteki en kutsal eseri Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Çünkü Türk milliyetçiliği Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisidir.”

TÜRKÇÜLÜK RESMÎ İDEOLOJİYLE ŞERİKTİR

Türkçülük, harf, kıyafet, eğitim gibi Batıcı “devrimlerde” tesirli bir rol oynamıştır. Aşırı Batıcıların tesirli olamayışlarından dolayı Türk Batılılaşmasındaki yerini cumhuriyet ilkelerine destek vererek almıştır. 1923 Sonrası Türkçülüğün çarpık duruşunu, D. Mehmet Doğan şu ifadelerle ortaya koyuyor:

“Türkçülük, bir aksiyon olarak Cumhuriyetin oluşumunda hâkim rol oynadıktan sonra, onu korumanın telâşıyla az çok resmîlik kokusu taşımayan bütün fikir hareketlerine reaksiyon olmaktan kurtulamamıştır. 1910’ların aşırı Batıcılığı ile İslâmcılığı arasında bir akım olarak belirmişti. Ancak, aşırı Batıcıların hiçbir zaman fazla etkili olamadığı bir vasatta Batıcılığı savunuşuyla, bu konudaki tesirliliği bakımından Batıcı bir akım olarak yerini tayin etmiştir. 1923 sonrasında Türkçülük aşırı Batıcılığı şiar edinerek kalkanı olduğu gibi bu fikrin arkasına geçmiş, İslâmî Türk milliyetçiliğine karşı girişilen yıldırma hareketinde rol almıştır. İslâmiyeti bir hayat görüşü olarak da savunan milliyetçilik mahkûm edildikten sonra, Türkçülük meydanda yalnız kendisi kalmış, resmî bir ideoloji olarak katılaşmıştır. İslâm’ın sözüne bile tahammül edilmediği bir dönemden sonra, (…) resmîlik sıfatından soyulan Türklük, layiklik maddesinin daha hür, yani her fırsatta İslâm’ı mahkûm etmeyen serbest yorumuna bile siyasî bir partinin mecburiyeti çerçevesinde (seçmen ve oy meselesi) çerçevesinde varabilmiştir. Türkçülük, nasıl, diğer fikir hareketleri karşısında eskiden kalma resmî ideoloji olmanın etkisiyle kraldan çok kralcı bir reaksiyonerliğe yöneliyorsa, İslâmlık konusunda da hâlâ günlük sloganlarla idare etmektedir”(Batılılaşma İhaneti, s. 193-194).

Türkçü aydınların Türklük şuuru böylece İslâmlaşmış bir Türklükten kopar. Kemalizm’e göre, İslâm’ın rolünün ferdî olduğu “ulus” anlayışını Türk milletine bir kimlik olarak giydirmek ve yeni Türk kimliğini İslâm’dan arındırmak için Latin alfabesine geçilmesi “devrimin” gereğidir. Sözde Türklüğü savunan dönemin bir kısım Türk Ocaklı aydınlarının “yeni Türk toplum projesini” desteklemesi ve Kemalist ilkelerin önünde diz çökmesi mânidardır.

Alfabe meselesinde Türk Ocaklı Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Necip Asım gibi bâzı aydınlar Latin alfabesine geçilmesi fikrini “İslamlarla olan politik bağımız ve çıkarlarımız açısından uygun olmayacağı” için tenkit etmişlerdir. Ancak Kemalist iktidar bu konuda ısrarcı olunca, Avrupa medeniyeti uğruna alfabe değişikliğini kabul etmişlerdir. Daha sonra bâzı Ocaklı Türkçülerin iktidarla kavgasının sebebi, fikrî ve zihniyet farkından dolayı değil, tüzel varlık ve kişiliklerinin sona ermesindendir.

Öyle ki, Batı medeniyet değerlerini temel alan Türkçülüğün başlangıcından günümüze kadar sentezci fikir ve nazariyelerinin, Türkiye Türklüğünün bin yılda meydana getirdiği İslâmlaşmış tarih şuuru, sosyal referansları ve medeniyet değerleriyle bütünüyle mutabık olmadığı âşikardır.

TÜRKÇÜLERE GÖRE İSLÂM MEDENİYETİ “ÇÜRÜMÜŞ BİR MEDENİYETTİR”

Gökalp ve Akçura gibi Türk Ocakları’nın önde gelen Türkçü aydınların Kemalist Cumhuriyetin programlarına fikrî “katkıda” bulundukları malûmdur. Hamdullah Suphi Tanrıöver bu yoldaki hizmetlerini Türk Ocakları’nın açılışında şöyle pekiştirir: “Türk Ocağı, Türk milletini çürümüş bir medeniyetten çekerek bütün dünyaya hâkim, canlı ve yeni bir medeniyete götürmek istedi. O medeniyet Garb medeniyetidir ( Dağ Yolu, Kültür Bak. Yay. s.19).

Türk Ocaklı aydınların Kemalist iktidarın devrimleri karşısında net bir fikrî tavırlarının olmadığını H. Suphi’nin sözlerinden anlamak mümkün: “Türk Ocakları, inkılâbımızın bekçileridir; Türk vatanında yeni imanı, yeni medeniyeti (...) va’z ve telkin eden mabedlerdir” (a. g. e., s. 108).

Ona göre Türklük biçim değiştirdiği gibi, “yeni iman” ve “yeni medeniyete” yönünü çevirecek, eski imanını ve medeniyetini, yani İslâm medeniyetini terk ederek unutacaktı. Dahası devrin Türk Ocakları da, Kemalist Cumhuriyetin “yeni iman” ve “yeni medeniyetini” vaaz ve telkin eden “mabetler” arasında olacaktır.

Dahası var; Kemalist Cumhuriyetin de, Türkçü aydınların da ortak hedeflerini H. Suphi şu sözleriyle dile getiriyor: “Türk Ocakları inkılâpçı ve Cumhuriyetçi hükümetin mesaisine, kendi mesaisini ilâve ederek bu yolda çalışıyor...”( a. g. e., s.19). Bununla da kalmıyor; Batı zevk ve değerlerinin üstünlüğünü kabullenmiş bir Türkçü olarak Osmanlı Türklüğünün değerlerinden uzaklaştığını ve küçük gördüğünü söylüyor: “Yüksek bir musiki dinlemek ister misiniz? Türk, Alman, Fransız sanatkârları onu burada (Türk Ocağında) size dinletirler. Onun yeri Türk Ocağıdır. Şarkın en iyi tiyatrosu onun içindedir...(a. g. e., s.19).

ZİYA GÖKALP, M. KEMAL’E “ŞARKLI GİBİ YAŞAYIŞTAN USANDIK / KURTAR BİZİ BU KARANLIKTAN” MISRALARIYLA SESLENİYOR

Önde gelen Türkçü aydınlar, Batıcı-Altı Ok Cumhuriyetinin ilkelerinde bir olmanın neticesi olarak M. Kemal’i dahileştiren şiirler yazmışlardır. Ziya Gökalp’in sadece bir şiiri, Türkçü hareketin Türklükten neyi anladığını ortaya koyar: “Sen dahisin buna çoktan inandık / Mefkuresiz rehberlerden pek yakındık / Garbta, Şarklı gibi yaşayıştan usandık / Kurtar bizi bu karanlık zindandan.”

Bu kadarına da pes doğrusu! Sözde Türklüğü savunan Gökalp, Türk’ün asırlar içinde oluşturduğu medeniyeti “karanlık zindan” olarak tavsif ediyor. Türklüğün hayat tarzını kastettiği “Şarklı yaşayıştan usandığını”, bundan “kurtarılmayı” beklediğini ve Türklüğü M. Kemal’in kurtardığını söylüyor:

“Türkçülüğün tarihinde, Türkçülüğe ait bu eylemler sonuçsuz kalacaktı. Eğer Türkleri Türkçülük ülküsü çevresinde birleştirerek büyük bir çökme tehlikesinden kurtarmayı başaran bir dahi ortaya çıkmasaydı! Bu büyük dahinin adını söylemeye gerek yok. Bütün dünya bugün Gazi Mustafa kemal Paşa adını kutsal bir kelime sayarak her an saygıyla anmaktadır. “

“Hissimin babası, Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp” diyen M. Kemal’in, Türkçülerden Cumhuriyet devrimlerinde faydalandığına dair sıkça dile getirdiği konuşmalarından birini devrin gazeteleri şu başlıkla duyururlar: “Gâzi Hz., Türk Ocaklarının vazife ve vaziyetlerini bir defa daha işaret buyurdu.”

M. Kemal’in beyanatına ait bu başlığın devamı birçok şeyi açıklamaya yetiyor: “Türk Ocakları, Cumhuriyet Halk Fırkasının hars şubeleridir. Fikrî hayatta millete mürebbilik yapacak, ilim, iktisat, siyaset ve güzel sanatlar gibi bütün hars sahalarında vatandaşları yetiştirmek için pişvalık (rehberlik) edecektir. Ocaklılar Cumhuriyet Halk Fırkasının programını vatandaşlara izah etmekle asıl vazifelerini yapmış, mefkûrelerine en büyük hizmeti ifa etmiş olurlar. Yasanızın üçüncü maddesinde bu cihet sarahaten ifade edilmiştir. Gayemiz çok faydalı olduğu kanaatimiz bulunan bu yol üzerinde bütün millet hemahehk olarak beraber yürümekten ibarettir” (Batılılaşma İhaneti, s.188)

Türkçülerin Kemalizm’le yakınlığına bir başka misal; Ankara Hükümetinin ilk yıllarında “Doğu Sorunları Danışmanı” olarak Hariciyede görev yapan ve M. Kemal’in yakın mesai arkadaşı olan Yusuf Akçura, Ankara-Sovyet münasebetlerinde önemli görevler alır. Sovyet elçisinin de olduğu bir yemekli toplantı da M. Kemal’den izin alıp Rusça olarak şunları söyler: “Rusya halkçılığın anayurdudur. Lenin, Şarkın Garb’a, yani zulme nefretinden yaratılmış bir kahramandır” ( Türk Fikir Tarihi, Y. Bayraktutan, s.201).

Türkçülerin fikrî eşkâlini isabetlice târif eden şu cümleler, tavrımın “psikolojik” olmadığını, bilakis doğru tesbitlerin ve bakışın ortaya konmasıyla alâkalı olduğunu göstermez mi?: “Önceleri duygusal Türk milliyetçiliğinin Türk Ocaklarıyla ideolojik ve M. Kemal’le aksiyoner hale geldiğini söyleyebiliriz” (a.g.e.).

Hâsılı, devrin önemli şahitlerinden Feroz Ahmed’in sözleri Türkçüler hakkındaki kanaatimi teyit etmektedir: “Ocak ileri gelenleri -en önemli ikisi Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura- Kemalist ideolojinin oluşumuna önemli katkı sağlamışlardır” ( a. g. e., s. 209).

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi