Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Şırnak olayı “2. Muğlalı Vak’ası” olamaz, çünkü!

Şırnak olayı “2. Muğlalı Vak’ası” olamaz, çünkü!

Hani, hep “defterini dürmek”ten söz ederiz ya, bu “deyim”in anlamı; “hesabını görmek, ortadan kaldırmak” yani; “öldürmek” veya “işine son vermek”tir... Kısacası, “işini bitirmek”tir.

“Dürülmeyen” defterler, hep “açık” kalır ve insanın başına sürekli “dert” açar!..

O halde ne yapmak lâzım;

Hiçbir işi “yarım” bırakmamak, “bitirmek” ve defteri de depoya kaldırmak lâzım.

Peki, biz ne yapıyoruz?..

Her bir işi “yarım” bıraktığımız için, hâl⠓eski defter”lerle uğraşmak zorunda kalıyoruz.

Oysa; kestirip atsan; ne başın ağrır, ne de sürekli uğraşmak zorunda kalırsın!..

Bir olayın, bir insanın veya herhangi bir meselenin “defterini dürmek” için, elbette önce “hesaplaşmak” gerekir.

Ya “hesap soracaksın!”

Ya da “hesap vereceksin!”

Bunu yapmadığın takdirde, o defter hiç kapanmaz ve sürekli önüne getirilir.

Tıpkı, “Muğlalı Vak’ası” gibi!..

CHP’DEN, BDP AĞZI

Olayı biliyorsunuz... Şırnak Uludere’de; bir “kasıtla” değil ama, “büyük bir yanlışlık”la “35 kişinin öldürülmesi” olayı tartışma gündeminde... Bu “yanlışlık” ve “ihmal”in hesabı sorulmazsa, daha uzun yıllar tartışılır.

O halde, derhal “sorumlular” ortaya çıkarılmalı ve “35 can”ın hesabı sorulmalıdır.

Ki, “bu defter kapansın!”

Dedim ya;

Bu olay, hararetle tartışılıyor.

Bir yanda BDP’liler, bir yanda CHP’liler, sürekli bu konuyu kaşıyorlar.

Meselâ, BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder demiş ki; “Şırnak Uludere olayı 68 yıl sonra bu devletin 33 kurşun vak’ası, ikinci ‘Muğlalı Vak’ası’dır!”

Oysa, ilgisi yok!..

Çünkü, “1943 yılı”nda Van Özalp’te meydana gelen “Mustafa Muğlalı Vak’ası”nda “köylü”ler yakalanmış, yani “kontrol” sağlanmış, yani ortada herhangi bir “çatışma tehlikesi” yok!..

Buna rağmen, general Mustafa Muğlalı askerlere emir veriyor;

“Ateeşş!”

33 köylü oracakta ölüyor!..

Bunun adı “cinayet”tir!..

Bunun adı “katliam”dır!..

Çünkü, öldürülen “33 insan”ın bir suçu yoktur, “kurşuna dizilmeyi” hakedecek bir suç işlememişlerdir, “masum”durlar!..

Muğlalı, “keyfi cinayet” işlemiştir.

Ama, Uludere’de böyle değil ki!..

Tekrar söylüyorum;

Uludere’de bir “kasıt” yoktur...

Evet, “ihmal” vardır, “hata” vardır ama “kasıt” yoktur!..

Dolayısıyla, bu olayı Muğlalı Vak’ası ile “kıyaslamak” tam bir “art niyet” göstergesidir!..

Benim asıl garibime giden;

“BDP’li Sırrı Süreyya Önder’in söylemi”ne, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “balıklama” atlaması oldu.

Kılıçdaroğlu da demiş ki;

“Terörle mücadelede hükümetin nasıl bir politika izlediğini doğrusunu isterseniz henüz anlamış değiliz. Bu konuda bize herhangi bir bilgi de verilmiş değil. Ama bizim bu konudaki düşüncemiz çok net, açık. 35 yurttaşımızın yaşamını yitirmesini 33 kurşun olarak telakki edebilir miyiz? Bu benzetme olabilir mi? Olur tabii, AKP’nin 33 kurşununun 2011 versiyonudur bu. Orada da kaçakçılar öldürülmüştü, burada da kaçakçılar öldürüldü. Orada silahla, burada da silahla, uçakla. Onun için ‘2011 versiyonu’ dedim... İçişleri ve Milli Savunma bakanları istifa ederler mi? Hayır efendim nereden çıktı bu. Tam tersine koltuklarına daha da sağlam bir şekilde yapışırlar. Türkiye’de bakanlar açısından olumsuzluklar arttıkça, onların koltuklarında kalış süresi uzuyor maalesef.”

Bu sözler de gösteriyor ki;

“İstismarın partisi” yok!..

Al BDP’yi, vur CHP’ye!..

Al CHP’yi, vur BDP’ye!..

Hadi diyelim ki;

BDP’lı Sırrı Süreyya Önder, “öyle konuşmak zorunda”dır!.. Peki, Kılıçdaroğlu’na ne oluyor ki, BDP ile “söylem beraberliği”ne giriyor!..

Bana öyle geliyor ki;

Bay Kılıçdaroğlu, 1943 yılındaki “kuyruk acısı”nı dindirmeye çalışıyor!..

Malûm, “33 köylü”nün hunharca katledildiği 1943 yılında, iktidarda CHP vardı...

Bu katliamı gerçekleştiren Muğlalı’yı da korudular!..

CHP, o günden beridir ki, bir “eziklik” içindedir...

Muğlalı Vak’ası, 1943’ten beri, sırtında bir “kambur”dur, bir “kuyruk acısı”dır!..

Bay Kılıçdaroğlu, Uludere’deki olaya da “İkinci Muğlalı Vak’ası” diyor ki, “Birinci Muğlalı Vak’ası”ndan dolayı CHP’nin maruz kaldığı “suçlama”ların dozajı azalsın!..

Kısaca, demek istiyor ki;

“CHP iktidarında katliam oluyor da, AK Parti iktidarında olmuyor mu?.. 1943’te bizim yaptığımızı, 2011’de de siz yaptınız!.. Artık bizim üzerimize gelemezsiniz!”

Tabiî, yanılıyor Bay Kılıçdaroğlu...

“İki sebepten” yanılıyor!..

¥ Bir: Muğlalı tarafından öldürülen “33 köylü”nün tamamı “masum”du, “bilerek ve göz göre göre” öldürüldüler... Uludere’deki olayda ise; “ihmal” vardı, “hata” vardı ama “kasıt” yoktu!..

¥ İki: Bay Kılıçdaroğlu, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz’a çağrıda bulunup, “İstifa edin” diyor!..

Adama sorarlar;

“Muğlalı Vak’ası”ndan sonra dönemin CHP’li İçişleri Bakanı “istifa” etmiş miydi ki, İdris Naim Şahin ve İsmet Yılmaz da istifa etsinler?!?..

Dedim ya;

Bay Kılıçdaroğlu’nun bir “kuyruk acısı” var ve bu “acı”dan dolayı da ne söylediğinin farkında değil!..

MUĞLALI VAK’ASI NEDİR?

Olayın “bugünkü” boyutunu ortaya koyduğumuza göre, şimdi de “geçmiş” boyutuna bir bakalım...

Sahi, 1943 yılında Van’ın Özalp ilçesinde ne oldu?..

33 köylü niye kurşuna dizildi?.. Emri veren Mustafa Muğlalı bir ceza aldı mı?..

Gelin, “30 Temmuz 1943 günü akşamüstü”ne gidelim ve o gün neler olduğuna bir bakalım.

33 Kürt köylüsü, birkaç gün önce “gözaltı”na alınmışlar ve “karakol”da tutulmaktadır... Suçları; “Sınırı izinsiz geçerek hayvan ticareti yapmak”tır!..

Daha sonraki yıllarda TBMM Soruşturma Komisyonu’nun da “tespit” edeceği gibi; evet bu köylüler “kaçakçılık” yapmaktadır ama, “kaçakçılıktan pay alan” bir de “devlet çetesi” vardır!..

“Anlaşıldığına göre” deniliyor TBMM tarafından hazırlanan “rapor”da; “İranlı çapulculara misilleme yapmak için sorumluluğu olmayan çeteler kurma fikri şu üç kişinin kafasından çıkmış bulunmaktadır: Özalp Kaymakamı Hilmi Tuncel, Özalp Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Vasfi Bayraktar ve Hudut Tabur Kumandanı Binbaşı Şükrü Tüter. Bu üç resmi memur söz ve fiil birliği halinde çeteyi kullanmakta ve İran hudutları içerisine sokarak hayvan talan ettirmektedirler.”

Bu talan operasyonlarından birinde askerler İran sınırından içeri girip Mehmedi Mısto isimli aşiret reisinin hayvanlarını gasp ettiklerinde, Mısto, önce güzellikle hayvanlarını geri ister.

Aldığı cevap;

“Gelir karını da alırız” olur.

Bu defa harekete geçen Mısto, sınırdan içeri girer ve hayvanlarını geri alır.

Böylece aslında o gün katliam kararı alınmıştır bile. Önce olay, “Rus askerleri sınırı geçti” diye sağa sola abartılarak bildirilir. Sonra operasyon başlar ve Mısto ile birlikte 40 köylü gözaltına alınır.

Ancak Özalp Sulh Mahkemesi sanıkları suçsuz bulur ve serbest bırakır.

Tabii iş bu kadarla kalmaz... Artık olaya 3. Ordu Müfettişi Mustafa Muğlalı da karışmıştır. Muğlalı, 24 Temmuz günü Van’a ulaşır ve daha orada generallerle yaptıkları toplantıda bu köylülerin yeniden gözaltına alınıp öldürülmeleri kararı alınır.

25 Temmuz’da biri kadın, biri 11 yaşında çocuk, biri kıtasından izinli gelmiş muvazzaf çavuş ve biri de hava değişimli er olmak üzere 33 kişi yakalanıp Özalp Polis Karakolu’na konulur.

Bu arada, İçişleri Bakanlığı Müfettişi Avni Doğan, bu kadar açık bir cinayet kararından biraz rahatsız olur ve Muğlalı ile görüşmek ister... Ancak general, bu talepleri reddeder. Daha doğrusu yine komisyon raporuna göre, Muğlalı, “Memleketin çıkarı için babamı bile asarım, Avni Doğan bu işe karışmasın, onu kırbaçlarım” gibi bir cevap verir.

Özalp’te tutukluları görmeye giden Avni Doğan’dan gözaltındaki köylüler yardım istediklerinde, Şükrü Tüter; “Efendim, bunlar casusturlar, ordunun durumunu düşmana bildiriyorlar, Harp Divanı’na verileceklerdir” diye müdahale eder... Bu cevap karşısında müfettiş; işin büyüdüğünü anlar ve geri çekilir.

Artık, karar kesindir.

Ertesi gün; Muğlalı, Özalp’tan ayrılır ve geride bir yazılı emir bırakır. Emir aynen şöyledir:

“Van Mıntıka Komutanlığı’na

1- Özalp mıntıkasındaki teftişlerimde Özalp hudut mıntıkasını çok iyi tanıyan ve sık sık memleketimiz içlerinde çapulculuk yapan aşiretler hakkında çok iyi bilgi sahibi oldukları anlaşılan ilişik listede isimleri yazılı kişilerin çeşitli gruplar halinde, subay ve erlerin beraberliğinde hudut mıntıkasına götürülerek kendilerinden esaslı bilgi alınmasını ve İran hududunun gizli ve çapulcuların görünmeden gelmesine elverişli yol ve patikaların öğrenilmesini çok faydalı buluyorum.

2- Bu adamların her ne kadar görevi yerine getireceklerine söz vermelerine rağmen sözlerinden dönmeleri ve fırsat bulurlarsa kaçmaları her an muhtemel bulunduğundan müfrezelerin çok uyanık bulunmaları gereğinin müfreze komutanlığına bildirilmesini, şayet bu hale cüret edenler ve erlerin silahlarını almak amacıyla üzerlerine saldıranlar bulunduğu taktirde derhal silah kullanılmasının hiçbir zaman unutulmamasını önemle rica ederim.”

Bu; kesin bir “öldürme” emridir... Gerçekten de 33 Kürt köylüsü karakoldan alınıp Çilli Gediği denilen bölgeye getirildiklerinde karar uygulanır ve biri dışında tümü kurşuna dizilir.

Görüldüğü gibi, burada bir “ihmal” veya “kusur” yok... Tam aksine “taammüden cinayet” var!..

MUĞLALI, KAFAYI NİYE YEDİ?

Peki sonra neler oluyor?..

33 kişinin öldürüldüğü olay sonrasında Demokrat Parti, Meclis’te bu konuyu gündeme getirip Orgeneral Mustafa Muğlalı’nın yargılanmasını sağlıyor. Muğlalı, olayın tüm sorumluluğunu üstüne alıyor...

Öne sürülen iddia şu:

“Çatışma sırasında öldüğü iddia edilen 33 insan masumdu ve kurşuna dizildiler.”

Kıyamet kopuyor...

Muhalefet milletvekilleri bu olaydan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve Milli Savunma Bakanı Ali Rıza Artunkal ile İçişleri Bakanı Hilmi Uran’ı sorumlu tutuyorlar.

CHP iktidarı ise Demokrat Parti’nin derdinin 33 masum vatandaşın öldürülmesi değil, İnönü iktidarını yıpratmak ve oy toplamak olduğunu iddia ediyor.

Aylarca süren tartışmalardan sonra 1943 yılındaki bu olay hakkında dâvâ açılıyor ve 1947 yılında emekli olan Org. Mustafa Muğlalı yargı önüne çıkarılıyor.

Muğlalı, yargılama boyunca bütün sorumluluğu üzerine alıyor ve zamanın hükümetini hiçbir şekilde suçlamıyor.

Sonuç dramatik oluyor:

Muğlalı önce ölüme mahkûm ediliyor, sonra cezası 20 yıl hapse çevriliyor.

Askeri Yargıtay kararı bozuyor.

İkinci dâvâ sürerken cezaevine kapatılan Muğlalı, akli dengesini yitiriyor!..

Kısa bir süre sonra da;

1951’de 70 yaşında ölüyor!..

Olay, özetle budur efendim...

Ancak, olayın bir tarafı “muallâkta” kalmış ve cevabı hâlâ merak edilmektedir. Muğlalı; kapatıldığı cezaevinde niçin “akli denge”sini kaybetmiştir?..

“33 köylüyü kurşuna dizdirdiği”nden dolayı “yargılandığı” için “kahrından” mı akli dengesini kaybetmiştir, yoksa “vicdan azabı” mı duymuştur?..

Şu konu da, hâlâ merak edilir;

Mustafa Muğlalı, 1943 yılında, Van’ın Özalp ilçesinde “33 köylüyü kurşuna dizdirme emri”ni vermeden yıllar önce de, “Menemen Olayları”na karıştığı iddia edilen 31 kişiden “28’inin idamına” karar veren “mahkemenin başkanı”ydı!..

O halde sormak gerekmez mi;

Muğlalı, yargılandığı için “kahrından” mı akli dengesini kaybetti, yoksa “Menemen ve Özalp’te toplam 61 kişinin ölüm kararı”nı verdiği için, “vicdan azabı”ndan mı kafayı oynattı?..

Şimdi de, gelelim bugüne...

Yazının başında da ifade ettiğim gibi; “defter”ler “dürülmez” de “açık” kalırlarsa, “başa dert açmaya” devam ederler.

AK Parti iktidarı, “Muğlalı defterini kapatmak” için, hiç olmazsa onun adını “kışla”dan kaldırttı ve böylece o olayı sahiplenmediğini gösterdi.

Aynı şekilde, Şırnak Uludere’de öldürülen “35 kişi” için de, “olayın aydınlatılması” maksadıyla derhal “soruşturma” emri verdi... Ve ayrıca, “devlet” tarafından “başsağlığı” mesajı yayınlanarak da, olayın “kabul edilemez” olduğu vurgulandı.

Hiç kuşkunuz olmasın ki;

“Uludere olayı”nın yargılaması, 1943’te cereyan eden Özalp olayı gibi 1947’lere bırakılmayacak, en kısa zamanda yargılama yapılacak ve “suç” görülürse, “sorumlu”lar cezalandırılacaklardır!..

ASKERDEN NİYE KAÇTILAR?

Yalnız, “kafamı kemiren bir soru”yu da sizlerle paylaşmak istiyorum.

Soru şudur:

Öldürülen köylülerin “kaçakçılık” yaptığı “askerler” tarafından yıllardır biliniyor... Köylüler Irak’a geçip, “mazot ve sigara” getiriyorlar.. Askerler, bunların “kimler” olduğunu da biliyor ve “göz yumuyor!”

İyi, hoş da;

“Operasyonlar” devam ederken, “köylülerin sınırı geçmesi”ne kim ve nasıl izin verdi?.. Ya da, şöyle soralım: Köylüleri, bir “yönlendiren” oldu mu?..

Hadi, sınırı geçtiler ve alacaklarını alıp, dönüşe geçtiler... Peki, “gidiş”lerinden haberdar olan askerler, “dönüş”te niye önlerine çıkıp, yollarını kesti?..

Ve köylüler, “askerleri görünce” niye yeniden “sınır ötesine kaçmaya” başladılar?..

Öyle ya;

Ortada, bir “al gülüm, ver gülüm” durumu varken, “askerleri” görünce niye “kaçmaya” başlıyorsun?.. “Askerden kaçan insanlar”ın, yukarıdaki “F-16’lar” tarafından “terörist” zannedileceğini nasıl düşünemezler?

Hele de, şu “kritik günler”de!..

Hele de, “gecenin 21.37’si”nde!..

Evet, “soruşturma” başladı... Öyle inanıyorum ki; bu ve benzeri “soru”lar sorulacak ve olay aydınlığa kavuşturulacaktır!.. “Suçu” olan da, hakettiği cezaya çarptırılacaktır!..

Sadece bu yönü bile; olayın “İkinci Muğlalı Vak’ası” olmadığını, “ona benzemediğini ve benzemeyeceğini” görmeye yeterlidir!

Çünkü bu olayda “kasıt” yok... Hele hele, “taammüden cinayet” hiç yok!.. “Cinayet kastı” varsa da, onların “defterleri dürülür!”

Sadece bunu söylemek istedim...



İnce ince Yasemince!

Yapma be Muharrem İnce?.. Önce ortalığa “gaz” verip, sonradan “caz” yapma!.. Dün, “kamera”ların önüne geçip, “dobra dobra konuşmak” yerine, her nedense “yazılı açıklama” yapmışsın!..

“Soru” sorarlar da, “açık veririm” diye mi korktun?..

Demişsin ki; “Milletvekillerinin maaşlarına zam yapılmasına dair tek bir cümle kullanmadım, imada dahi bulunmadım.”

Oysa, 9 Aralık tarihli “Meclis tutanakları” tam aksini söylüyor...

AK Parti Grup Başkanvekili Ayşenur Bahçekapılı, size diyor ki; “İmzalayalım Muharrem İnce, imzalayalım!”

Siz de diyorsunuz ki; “Hepsini birlikte getirin, imzalayalım!.. Tutuklu milletvekillerimizle ilgili de getirin, emekliler için de getirin, hepsini getirin, imzalayalım.”

O anda, CHP sıralarında bir “alkış tufanı” kopuyor!..

Evet, sizi alkışlıyorlar Muharrem Bey, sizi!..

Şimdi kalkmış, “imada bile bulunmadım” diyorsunuz... Allah aşkına yapmayın Muharrem Bey!.. Sizin “iki tane gazeteci yazacak diye mi korkacağız?” sözlerinizle verdiğiniz “gaz”dan sonra bu konu Meclis’te oylandı, “CHP Grup Başkanvekili’nin de onayı” ile yasa Meclis’ten geçti... Bereket ki, Cumhurbaşkanı “veto” etti de, “yeniden oylama” istedi!..

Haa sahi, Başbakan Tayyip Erdoğan da, dün; “Elimizde görüşmelerin ses bantları var” dedi...

O bantlar açıklanınca, bakalım ne diyeceksiniz?..

Derim ki; önce “gaz” verip, sonradan “caz” yapmayın!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi