Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Hapishane Risâlesi -4-

Hapishane Risâlesi -4-

Hapishanede sabır üstüne tâlim nasıl yapılır? Bu sızlatıcı sualin cevabını öğrenmek, her insanın düşebileceği hapishanede mukavim kalabilmenin gereklerindendir. Hapisliğin panzehiri sabırdır deyip, sabrın, insan için kuvvetli bir mânevî meziyet olduğunu din büyüklerimizin sözlerine ve üstadlarımızın tecrübelerine müracaat ederek her gün tefekkür etmelisin.

Hz. Yusuf’un sabrı Rabbine olan inancına dayanıyordu. Zindan hayatı, satıldığı Firavun’un sarayında başlamış, küçük yaşta kalbine düşen ulvî mânalara zıt bir hayata mecbur edilmişti. O sabretti, sabrının ecrini gördü, hürriyetine kavuştu. Atıldığı kuyuda Esmâü’l Hüsna tesbihi çektiğini öğrenince titremiştim. Bu tâlimin nelere kâdir olduğunu, sahibini ne bahtlı günlere çıkarttığını ve nebî makamına yükselttiğini unutabilir mi aklı başında insan? Bir türkümüzde söylendiği üzere: “Daimi’yem her can ermez bu sırra / Gerçek âşık olan erer o nûra / Yusuf sabır ile vardı Mısır’a / Bu da gelir bu da geçer ağlama.”

FİKİRLİ BİR MAHKÛM OLACAKSAN “EYYÜP’LAYIN SABREYLE”

Hapishanede Allah’ın sabır âyetleri ve Hz Peygamberin sabra dair hadisleriyle hemhâl olmalısın. Hz. Peygamberden sonra yeryüzünde nebilerin en sabırlısı Eyüp Âleyhisselâm’ın ulvî sabrını unutanlar bedbahttırlar. Hapisliğe tahammül etmek için onun sabırla imtihan olmuş hâlleriyle hâllenmeli, hapishanenin karanlığını onun sabr-ı cemili ile aydınlatmalısın. Türkülerde ve şiirlerde anlatılan sabır, sabr-ı Eyüb’dür. Vücudundaki şerha şerha olmuş yaralarına yuva yapan kurtçuklara “hakkı vardır” diye dokunmayan bu dünyanın ehl-i sabrını hatırlamayan gaflet içindedir.

İnsanın, evindeki hür odasından hapishanenin hürriyetsiz hücrelerine kadar uzanabilecek hayatında unutmaması gereken sözü Yunus Emre Hazretleri söylemiş: “Eyyüb’layın sabreyle / Yakup’layın çok ağla.” Ardında da şöyle demiş: “Eyyûb oldum tenime / Cefâ kıldım canıma / Çağırdım sübhânıma / Kurtlar doyurup geldim.”

Şeyh Galib bir beytinde “Mesîhâ-yı nigehten ders alıp dehrin etıbbâsı / Bu bîmârın ilacın sabr-ı Eyyûb eylemişlerdir.” Yani bakışı mesih gibi olan zamanın hekimleri, bu çâresizin ilacını Eyüb sabrı olarak bildirmişlerdir, diyor.

Uhud Savaşı’nda mübârek gözyaşlarını döktüğü amcası Hz. Hamza’yı şehit eden Vahşi’nin Müslüman olmasıyla, benlik dâvası gütmeyen ve acısını intikam vasıtası yapmayan iki cihanın Efendisi (sav.)’nin vahye muhatap sabrını unutan kişi hiç mümin olabilir mi?

Kâfiri yıkıp öldürecekken yüzüne tükürük atmasıyla benlik ve gurura kapılan Hz. Ali (r.a.)’nın, “seni şu anda nefsim için öldürmüş olacağım” diyerek, düşmanını öldürmeyişindeki hikmeti tefekkür etmek lâzım gelmez mi?

Senin durumunda olanlara Hz. Mevlâna, “Yunus Âleyhisselâm balık karnında pişti, tesbihle karaya çıktı. Sabretmek canın tesbihidir. Sabır sırattır, geçerken sızlanma...” diyor.

HAPİSLİĞİ TESBİH ÇEKEREK TAMAMLAMALISIN

Allah’ın doksan dokuz isminden sonuncusu Sabır’dır. Tesbihi her tamamlayışta insanın sabrı artmaz mı? Esmâü’l-Hüsna’dan biri de Sabır olduğuna göre, Kitab-ı Âzimmüşşan’ın önünde diz çöküp, Allah’ın “sabreden kullarını sevdiğini”(ali imran) ve iman eden kullarına “sabredin” buyurduğunu (ali imran) okuyarak sabır âbidesi olmak gerekmez mi? Bakara sûresinin 216. âyetinin bir tefsiri şöyledir: “Nice sevmediğiniz şeyler vardır ki o sizin için hayırlı olabilir. Ve nice sevdiğiniz şeyler de vardır ki, sizin için şerli olabilir.”

Âlimler, “bu âyet, kişinin kendisine isabet eden şeylerin zâhirî yönüne bakıp aldanmaması konusunda çok önemli bir ölçüdür” diyorlar. Gazâlî, “Kalplerin Keşfi”nde “sabır üç türlüdür” diyor: “İlki ibadete karşı, ikincisi haram ve günahlara karşı, üçüncüsü musibetlere karşı.”

Hapishanedeki dostumuz üçüncü sıradaki sabırla imtihandadır şimdi. Aynı bahis şöyle devam ediyor: “Önemli musibetlerin ilk anında sabır ve mukavemet göstermek, bu şeylerin imtihan maksadına yönelik olduğunu, acı da olsalar mükafatlarının tatlı olduğunu düşünüp sükunet bulmak, taşkınlık yapmamak…”

Gazâlî’nin “sabır” hakkındaki şu sözünü her mümin kalbine ve kafasına kazımalıdır: “Konusuna göre sabrın sevap ve derecesi farklıdır. (…) musibete karşı sabır, sevap ve derecesi en üstün olan sabırdır.”

İki cihanın Efendisi (s.a.v.) şöyle buyuruyorlar: “Musibeti en şiddetli olanlar en iyi olan kimselerdir. Musibetlerin şiddeti kişilerin iyilik dereceleriyle orantılıdır.” Bu hadisi nâçizane şöyle anlıyorum: Musibetine sabreden kişinin sabırdaki takvası ve devamlılığına göre derecesi yükseliyor. Bir hadisde de: “Kul hastalandığı zaman, Allah teâlâ yanına iki melek gönderir ve onlara: ‘Gidin bakın kulum bu musibeti nasıl karşılıyor.’ Eğer kul, musibeti sabır ve rıza ile karşılarsa, Allah teâlâ meleklere o kulunu cennete göndereceğini söyler” buyruluyor. Bir diğer hadis şerhi de şöyle: “Sabır, belânın ilk tosladığı andadır.”

MAHPUSLUĞUN ALPERENİ FENA FİZ-ZİNDAN OSMAN ABİ

“Fena fiz-zindan” Osman Yüksel Serdengeçti’nin, hayatını hapishaneyle bütünleştirdiği ve aşk derecesinde bir zindan hayatı yaşadığı için bu nâmı aldığını her fikirli mahpus bilmelidir. Öyle ki, hapiste yatan genç bir hayranının “seni çok özledim Osman Abi” demesi üzerine, sahibi olduğu “Serdengeçti Dergisi”nde zaten dâvalı olduğu rejimle ilgili “Açın Kapıları Osman Geliyor” başlıklı ağır bir yazı yazarak siyasî suç işler ve birkaç gün sonra aynı hapishaneye atılır. Koğuşa girdiğinde genç dâva arkadaşına: “İşte geldim...” der. Onun “Yıkılası hapishane damları anam” diye başlayan “Hapishane Türküsü” şiirini de arada bir okumalısın ki, efkârın dağılsın.

Hapis hayatını anlattığı “Cinnet Mustatili” kitabında zindana âşina Necip Fazıl üstadımız, hapishane ıstırabına dayanamadığı bir an gelir ve kendi sabırsız kişiliğini yerden yere vurur: “Ne utanmaz, sıkılmaz, sabırsız ve tahammülsüz adammışsın sen! Dokuz aylık bir mahkûmiyet, hangi şartlar altında olursa olsun, bu hâle mi getirir insanı? İhtiyarlığında gık demeden on yıl zindanda kalan Sırrı Bellioğlu, yine bir o kadar yatan maddeci Nazım Hikmet kadar da mı olamıyorsun? (...) Bir de imandan, aşktan, cesaretten, ümitten, sabırdan, tevekkülden, bahsediyorsun!”

“BENİ ALLAH TUTMUŞ KİM EDER AZAD!”

Bu hafakanın ardından sabrın imandan olduğunu söyleyip âdeta şaha kalkar: “Beni taştan ve demirden âciz hapishaneye insanlar attı; köpükten ve zardan kudretli hapishaneye ise O (c.c.) koydu. Ondan başka kim çıkarabilir” diyor ve silkinişe geçiyor: “Amma bu işin şaşmaz bir doğrusu var: Gerçekten iman aşkı, cesaret, ümit, sabır, tevekkül, insanı yalnız bunlar kurtarabilirler. Bunlarla dol ve ez kafasını ruhundaki ejderhanın!”

Necip Fazıl’ın “Zindan iki hece Mehmed’im lafta / Baba katiliyle baban bir safta” diye başlayan şiirindeki ıstıraplı duygularla iradeni güçlendirmelisin. Dahası, hapishanede çektiği çile ve sancının ruhî şiddetini anlatan şu mısralarından dersler çıkarmalısın: “Ses demir, su demir ve ekmek demir / İstersen demirde muhali kemir / Ne gelir ki elden, kader bu, emir.” Sonra da onun “Beni Allah tutmuş kim eder azad” mısraından ilham alarak kadere rıza ve sabır göstermelisin.

Onun hapishanelerde tuttuğu günlükleri mutlaka okumalısın: “Gözyaşı, ibadet, gözyaşı, ibadet, Allah’ı düşünmek. Başka işim yok. Dayanabilirsem, kendimi murada ermiş sayabilirim. Bu bir fırın hayatıdır. Kendisine dâva adamıyım diyen bir insan dâvası çapında pişmeye borçlu değil midir? Yalnız namaz kılan ve yalnız ağlayan. Sükût, devamlı sükût.”

SAİD NURSΒNİN HAPİSHANE ÖĞÜTLERİNİ OKUMALISIN

Said Nursî Hazretleri, hapishaneye düşenleri şöyle teselli ediyor: “Evet, bir genç, hapiste yirmi dört saat her günkü ömründen tek bir saatini beş farz namazına sarf etse ve ekser günahlardan, hapis mâni olduğu gibi o musibete sebebiyet veren hatâdan dahi tövbe edip sâir zararlı, elemli günahlardan çekilse hem hayatına, hem istikbaline, hem vatanına, hem milletine, hem akrabasına büyük faidesi olması gibi o on-onbeş senelik fâni gençlikle ebedî parlak bir gençliği kazanacağını…”

“Eğer mahpus, zulmen mahkûm olmuş ise, farz namazını kılmak şartiyle, her bir saati, bir gün ibâdet hükmünde olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup eski zamanda mağaralara girerek ibâdet eden münzevî sâlihlerden sayılabilirler.”

“Eğer mahpus, zulmen mahkûm olmuş ise, farz namazını kılmak şartiyle, her bir saati, bir gün ibâdet hükmünde olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup eski zamanda mağaralara girerek ibâdet eden münzevî sâlihlerden sayılabilirler. Eğer fakir veya ihtiyar veya hasta ve iman hakikatlerine müştak ise; farzını yapmak ve tövbe etmek şartiyle her bir saatleri dahi yirmişer saat ibâdet olup hapis ona bir istirahathane ve merhametkârâne ona bakan dostlar için bir muhabbethane, bir terbiyehane, bir dershane hükmüne geçer… Çıktığı zaman bir katil, bir müntakim olarak değil, belki tövbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar.”

“Ey hapis musibetine düşen bîçareler! Mâdem dünyanız ağlıyor ve tatlı hayatınız acılaştı; çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın (…..) hapisten istifade ediniz.”

“Hapiste geçen ömür günleri, her bir gün on gün kadar bir ibâdet kazandırabilir ve fâni saatleri, meyveleri cihetiyle mânen bâki saatlere çevirebilir ve beş-on sene ceza ile, milyonlar sene haps-i ebedîden kurtulmağa vesile olabilir.”

“(Mahpuslara) Şefkatkârane hizmetiyle yardım etmek ve muhtaç oldukları rızıklarını ellerine vermek ve mânevî yaralarına tesellilerle merhem sürmek, az bir amel ile büyük bir kazanç var” ( Bu kısım, gardiyanlara hitap edilmiştir).

“…‘Kur'anın ve imanın ve uhuvvet-i islâmiyenin ve maslahatımızın emriyle ve irşadıyla karar verdik’ diyerek, bu hapsi bir mübarek dershaneye çeviriniz.”

Mürşidlerimiz yalnızca dışarıyı medeniyetleştirmemiş ve terbiye etmemişler; hapishaneyi de insan kalabilmek tâlimgâhına çevirecek nasihatnâmeler yazmış ve içeri düştükçe inandıkları gibi yaşamışlardır. Bundan öte bu abd-i âcize söz mü düşer?

Şairin dediği gibi, “Demir asa demir çarık / sabreyle derviş sabreyle.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi