Fehmi Koru

Fehmi Koru

Beni sev, ruhumu sar, kalbime yaslan

Beni sev, ruhumu sar, kalbime yaslan

Gündem yoğun, kolay kolay siyasi konular dışına çıkılamıyor. Oysa hayat yalnızca siyasetten ibaret değil ve hiç ilgisiz görünen konuların bile siyasetle bir biçimde ilgisi var. Dengeyi iyi tutturmak gerek.

İşte size son bir örnek: TRT bu yıl Eurovizyon şarkı yarışmasına ismi duyulmamış bir genci göndermeye karar verdi. Doğru bir karar. Gencin kulağa hoş gelen bir ismi de var. İsminden hareketle sorgulayınca kendisinin Musevi-asıllı olduğu öğrenildi. O andan itibaren de itirazlar yükselmeye başladı.

‘Ulusalcı’ kanattan gelen itirazlara fazla bir diyeceğim olamaz da, tarihimizin Osmanlı dönemine önem verdiği bilinen kişi ve çevrelerin “Eurovisyon’a Musevi şarkıcıyla gidilir mi?” tarzında serzenişte bulunup yayın yapmaları benim için tam bir sürpriz. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşları olan Musevilerin 500 yıldan fazla bir süredir bu coğrafyada bizlerle aynı kaderi paylaşmaları bir yana, nüfuslarına oranla Türk Musikisi’nde taşıdıkları ağırlık bile yapılan eleştirileri haksız çıkarmaya yetiyor.

Geçen yazlardan birinde Büyükada’da düzenlenen bir konserde, başta Tanburi İsak olmak üzere Haham Moşe Faro, İsak Varon, Mısırlı İbrahim ve Avram Karakaş’ın değerli eserlerini dinlemiştim. Musevi besteciler bunlardan ibaret de değil.

TBMM’nin gözetiminde yeniden elden geçirilen Aynalıkavak Kasrı besteci padişahlardan Sultan III. Selim’in şarkı ve saz eserlerini bestelediği, ‘Türk Musikisi’nin altın çağı’ diye bilinen döneminin musiki üstadlarıyla meşk ettiği mekândı. III. Selim tanbur çalmayı İsak Efendi’den (1745-1814) öğrenmişti. Bir eserin ilk icrasında sergilediği olağanüstü sanat başarısı üzerine, Padişah’ın, İsak Efendi’nin tanburunun içini altınla doldurduğu bile söylenir.

Şu sözler hemen şarkılarını dilinizin ucuna getirmiyor mu: Beni sev, ruhumu sar, kalbime yaslan, beni sev (Nihavend), Solsan da sararsan da yine gül-pembe dehensin (Hicaz), Seni sevda çiçeğim, tâciserim (Hicaz), Bilmem neydin sevgili, sen o gece neydin (Isfahan), Şen gözlerine neşe veren bir çiçek olsam (Kürdilihicazkar), Sevmediklerinle gönül avutma (Rast), Yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken (Uşşak)...

Evet, dillerimizden düşmeyen bu şarkıların bestecisi de bir başka Musevi: Udi Mısırlı İbrahim (1879-1948)...

Zamanlarında, sanatlarını icra ederken, hangi dine mensup oldukları hiç mi hiç sorun edilmemiş, tersine çok-etnisiteli ve çok-dinli bir imparatorluğun gurur kaynakları arasında yer almışlardır. Mısırlı İbrahim’in 500’den fazla bestesi vardır.

İmparatorluğun son demlerine kadar değişik etnik kökenden insanlar devletin en kritik makamlarında görev alabilmişlerdi. Günümüzde her alanda fark edilen ve normalmiş muamelesi gören tekdüzelik geçmişte yadırganacak bir şeydi.

Bugünden geriye bakarak, geçmişte yaşananlardan, elde edilen başarılardan kendilerine gurur payı çıkarmasına alıştığımız kişiler ve çevrelerin, bu gerçekler apaçık ortadayken, TRT tarafından Eurovisyon şarkı yarışmasına katılmaya lâyık görülen genç sanatçının ‘Musevi’ oluşunu dert etmelerini, bunu eleştiri konusu yapmalarını nasıl yorumlayacağız?

En iyisi ben yorumlamayayım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fehmi Koru Arşivi