Cemal Nar

Cemal Nar

Ne Yapmalıyız?

Ne Yapmalıyız?

Bir önceki yazımızda davamızı sunduğumuz gibi buna erişmenin usul, metot ve yöntemleri hakkında da az ama öz ipuçları vermiştik. Bunu, söz verdiğimiz gibi, biraz daha açalım şimdi.

Bütün bu “davetten devlete ve dünya hakimiyetine kadar” oluşumların fiilen sürekli sürdürülmesi ve tahakkuku için gözetilecek tedrici, yani aşamalı bir usul, yöntem ve taktik, yine bu dinin kendi ilkelerine dayanır.

Bizim devletimizin adı “İslam Devleti”, toplumumuzun adı “İslam Toplumu”, “İslam Milleti” veya “Ümmet”tir. Bu devleti işinde bilgi ve bedeninde güç ile ehliyet ve liyakat kazanmış takvalı bir Müslüman ve kendisi gibi yardımcıları yönetir. Müslüman olmayanların bizi yönetmesi haramdır, buna asla rıza gösterilmez, hiçbir zaman izin de verilmez.

Müslümanlar bu hedefe yürürlerken kökü bir ama dalları ayrı muhtelif cemaatler halinde olabilirler. Eğer cemaatler dini biliyor ve yaşıyorlarsa, başka bir deyişle ahlak ve iyi niyet üstünde iseler hiç mesele yoktur, “ihtilafu ümmetî rahmetün” hadisine göre farklılıktan ve cemaatleşmekten korkulmaz.

Cemaatler insan gerçeğinin neticesidir. İnsan tabiat ve karakterleri çok değişik olduğundan, onu yok etmek hem mümkün değildir, hem de yersiz ve gereksizdir. Üstelik gereken enerjiyi boş yere harcamak, israf etmektir. Unutulmamalıdır ki benzer karakterli insanlar bir araya geldiklerinde kendi huy ve karakterleri istikametinde hizmetleri çeşitlendirerek bereketlendirebilirler. Herkes kendi huy ve karakterine uygun olan alanlarda daha rahat hizmet edebilir. Değilse, dayatmanın gönüllü hareketlerde ne yararı olabilir?

Bu örgütlü cemaatlerin adına ister parti, ister fırka, isterse hizip densin, isimler fark etmez, hepsi de İslam ile kayıtlı ve şartlıdır. Birbirlerine “kardeşlik hukuku” ile bağlıdırlar. Farklılıktaki temel ilke “hayırda yarışan ve yardımlaşan, günah ve düşmanlıktan uzaklaşan” bir cemaat olmaktır.

İslam’ın ölümsüz ilkelerini tanımayan partiler fitne ve fesat kaynağı oldukları için, bizim cemiyetimizde kurulmasına izin verilmezler. Bugün benzeri iddiaları “İslamcı Partiler” için gerekçe göstererek kurulmasına izin vermeyenler, sanırım “fikir özgürlüğüne aykırı” diye bunu yanlış bulup da kendilerine güldürmeyeceklerdir.

Tevfik-i ilahî ile özel cihadımızda başarılı olmak, genel cihadımızdaki kısmî başarıların vesilesi olacaktır. Bu başarı karşısında bizim “zaferi kendimizden bilerek” gurur, kibir, enaniyet ve ucub, yani kendini beğenme kokan “yaptım, ettim, tuttum, başardım” gibi sözler sarf etmemiz, Allah Teâlâ’ya karşı nankörlük ve bir “gizli şirk”tir, ahlakımıza göre çok ayıptır, günahtır. “Nefislerinizi temize çıkartmayınız” emri karşısında hep hayalı olmak durumundayız.

“Kısmî başarı” dedim, çünkü dünyanın tümünün Müslüman olması bir büyük davadır ama galiba aynı zamanda bir tatlı hülyadır. Zira murad-ı ilahî insanı icbar etmeyip muhayyer bıraktığından, herhalde bundan sonra hiçbir zaman asla tam olarak gerçekleşmeyecektir.

Bir kere daha belirtelim ki bu büyük davamızın tahakkuku için öncelikli gereken ilim, amel ve ahlakta kemale ermiş Müslümanların adedini çoğaltmaktır.

Bunu nasıl sağlarız?

Bunun için ne yapmalıyız?

Bazı arkadaşlarımızın ısrarla “Peygamber metodu” dedikleri ve bizim de az önce anlatmaya çabaladığımız çalışma usulü burada kendini gösterir. Bunun özeti ise “bu işe ehil insanların ilim, amel ve ahlakta kemale ermiş Müslümanların adedini çoğaltmak için tebliğ, irşat, eğitim ve cihat diyerek canla başla çok ama çok çalışmaları ve birbirleriyle bu konuda yarışmalarıdır.”

Bu sayı çoğaltma işlemi toplumu değiştirecek ve dönüştürecek kıvama eriştiğinde bu İslamî oluşumun devlet ve toplumsal yansımasını kimse önleyemez. Bundan ötesi iyi bir yönetim, zuhurata hazır olma ve ilahî kadere teslimiyettir. Her halükarda ilâhî va’d gerçekleşecektir biiznillah:

Allah bir milleti, iman ve salih amel istikametinde kendilerini bilinçli bir şekilde iyi yönde değiştirdikleri zaman, topyekun değişimde de başarılı kılar ve yeryüzünde onları hakimiyet davasında mansur ve muzaffer eyleyerek insanlığa örnek hale getirir. Bu kuralın aksi de geçerlidir elbette.

Bu büyük bir mükafatın sadece dünyadaki kısmıdır. Esas ödüller ahirette Allah katındadır onlara.

“Zafer Allah katındadır ve onu dilediğine verir” ayeti gereğince, çalışılmış ama başarı gelmemişse, gereken muhasebe yapıldıktan sonra varsa hatalar telafi edilmeli, yoksa asla ye’se ve ümitsizliğe düşülmemeli, faaliyetler Allah için devam etmelidir. Bu da ihlaslı olmanın ve kendimizi devreden çıkarmanın bir gereğidir. Amaç yeryüzü imtihanda başarılı olmak değil midir?

Her neyse, bu değişimin ana yapısı dini bilme ve bu bilgiyi bilinçli bir şekilde yaşamadır. Ama bununla beraber toplumu bütünüyle kucaklama ve şefkatle sarma için başka yapılacaklar da vardır.

Nedir mi bunlar?

Kısaca söylersek, bir toplumda neler varsa, onun İslamcasının ortaya konması ve yaşanmasıdır.

Bir toplumda neler var?

Sayalım mı?

Evet, ama yazı çok uzadı, gelecek yazıda inşallah…



Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi