Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Eller “yemek salonu”nda, bizler “duruşma salonu”nda!

Eller “yemek salonu”nda, bizler “duruşma salonu”nda!

Dün, “taklit günler”den birini daha yaşadık... Bilirsiniz, ben öteden beri “taklit” günlere karşıyımdır... Yok “Anneler Günü”ymüş, yok “Babalar Günü”ymüş, yok “Sevgililer Günü”ymüş!.. Bunların hepsi “taklit” hepsi “aşırma!”...
Bu işler, bana ters gelir!..

Ne yani;
“Anne”yi, “baba”yı ve “sevgili”yi “yılda bir gün” mü hatırlayacaksın?..

“Bir gün” hatırla, geriye kalan 364 günde unut, öyle mi?.. Bu mudur “evlât”lık, bu mudur “sevgi” ve “aşk?”
Merak ediyorum, “yerli” olan, “bizim” olan ne kaldı geriye?.. Ayağımızdaki “don” bile önce “külot”laştı, sonra “boxer”laştı... “Pantolon” bile “yabancı”ydı, ama o bile “jean”laştı!.. “Çarık” ve “kara lastik”ler; önce “iskarpin”leşti, sonra da “bot”laştı!.. Hem de; “Caterpiller”inden, “Buldozer”ine kadar!..

Sırtımızdaki “hırka”lar; önce “jaket”leşti, sonra da “mont”laştı!..
“Armenia”sından “FBI”ına kadar!..

“Mintan”ların “gömlek”leştiği, “çömlek”lerin “düdüklü”leştiği bir dönem yaşıyoruz!..
Hem de, en hızlısından!..

Yediğimiz muz “Çikita”laştı, seyrettiğimiz dizi “Nikita”laştı!..
“Leyla Sayar”lı tabelaların yerini “Ceyar”lı “cafe”ler aldı... Ve tabiî, “kahve”nin yerini de “Nescafe”ler!..

Eskiden, sadece “şarkı ve türkü” bilirdik... Şimdi “pop” ve “heavy metal” takılıyor gençlerimiz!.. “Hafif müzik”lerin yerini bile “slow parça”lar aldı!..
Eskiden, “Nereye?” diye sorardık...

Şimdi, sorsan bile anlamayacakları için “Q vadis” diyorlar!..
Sahi, “nereye” böyle?..

“Saban”lar “traktör”leşti, “muallim”ler “rektör”leşti, en sonunda “sevgi ve aşk” bile “meta”laştı, “sektör”leşti!..
Sahi;

“Yerli” olarak ne kaldı geriye?..
Eskiden;

“Yerli malı, Türk’ün malı, herkes onu kullanmalı” der, bu ülkenin topraklarında yetişen ürünleri serdiğimiz masalarda, “Yerli Malı Haftası” kutlardık!..
Ya şimdi?..

Sanıyorum;
“Tahta”ların “sunta”laştığı, yönetimlerin “cunta”laştığı günden bu yana, “yerli” olan ne tahta kaldı, ne hafta!..

Her şey lâfta!..
“Şerbet”lerin yerini “Cola”lar, “Mehmed Akif”lerin, “Necip Fazıl”ların yerini “Emile Zola”lar aldı!..

En ağırıma giden de;
“Leyla ile Mecnun”ların, “Kerem ile Aslı”ların, “Ferhat ile Şirin”lerin, “Yusuf ile Züleyha”nın çektiği “sevda”ların yerini, gittikçe maddeleşen “Sevgililer Günü”nün almış olması!..

HANİ BİZİM “SEVDA”MIZ?

Açık ve net söyleyeyim:
Ben; sevginin istismarına, onun ticarete alet edilmesine, “tur”laşmasına, “otel”leşmesine, “restoran”laşmasına, “mönü”leşmesine karşıyım...
Ama, en çok da;

“İthal”leşmesine karşıyım!..
Sorarım size;

Leyla ile Mecnun’ların, Kerem ile Aslı’ların, Ferhat ile Şirin’lerin köküne kıran mı girdi?..
“Sevgi” denilen bu kavram, illâ 1 güne “hapsedilecek”se, niye “bizim aşıklarımız”ın doğum veya ölüm gününü değil de, kalkıp, bir “Hıristiyan papaz” olan Valentine’in ölüm gününü kabul ediyoruz?..

Söyleyin hele;
“Leyla ile Mecnun Günü” demek, “Aziz Valentin Günü” demekten, çok daha sıcak ve çok daha “yerli” olmaz mı?..

İşin doğrusu, ne zaman “14 Şubat” gelse, ne zaman “Sevgililer Günü haberleri” yayınlanmaya başlasa, hafakanlar basar beni!..
Çünkü ben;

“Sevgi” denilen o yüce duygunun “1 güne hapsedilmesine” hele hele “ticarete alet edilmesine” şiddetle karşıyım!..
Ne yani?..

“Para” yoksa, “aşk” da mı yok?..
“Banknot”lar suyunu çektiğinde “sevgi” de mi gidiyor?.. En sonunda; “sevgi” ifade etmeyi bile, “paralı otoban”a benzettiler ki, pes doğrusu!..

Bir “gülücük”, bir “sıcak bakış”, bir “güzel söz” değil midir sevgi?..
Ya da, kulağa bir fısıltı?..

Ama, her gün!.. Ama, yıllar boyu!..
Yılda, sadece “1 gün” değil!..

HIRİSTİYAN KÖKENLİ BİR GÜN!

Ben size bir şey söyleyeyim mi?.. “Sevgi”mizin, “sevda”mızın, “aşk”ımızın kanına giren kim, biliyor musunuz?..

O, “Papaz Valentine” denilen adam var ya, işte o!.. Ve onun “misyon”unu yaşatan günümüz misyonerleri!..
Hele bir düşünün;

Daha düne kadar, “Seni seviyorum” derdi bizim gençlerimiz...
Ya bugün?..

Ulu-orta yapılan şu “ilân-ı aşk”(!)lara bakın;
Ya “I Love You” diyorlar, ya da “Hello My Dearling!”

Eee, kökeni “Roma”ya dayanan bir günün, Türkçe’yi “koma”ya sokması da gayet normal değil midir?..

RUH’SUZ ŞUH!

Neresinden bakarsanız bakın 14 Şubat; “ithal” bir gün, “yabancı” bir üründür!
Ama, yıllardır kutlanıyor!..

Kutlandıkça da “madde”leşiyor!.. “Sıcak bir söz”ün, “sevgiyle bakan bir göz”ün hükmü yok artık!..
Artık, “sevgi”ler;

“Vicdanın özü”nde değil, “cüzdanın gözü”nde!..
Ne ka para, o ka sevgi!!!

Eskiden;
“Gözlerinde, tüm İstanbul’u görüyorum” derdi sevgililer!.. Şimdi, “ruh”unu yitirmiş “şuh” gözlerde ya “rimel” var, ya da “maskara” veya “far”!

İşin garibi, onlar da ithal!..
Zaten, “yerli” olarak, ne kaldı ki şu ülkede?!? “Hafta”lar da ithal, “kafa”lar da!..

Merhum Üstâd Necip Fazıl Kısakürek, sağlığında, “İmanı da, inkârı da tenekeden bir nesil”den şikâyetçiydi!..
Ya şimdi?..

“Sevgi”si bile “Papaz Valentine”den olan bir nesil var karşımızda!..
Yazık... Çok yazık!..

Heey gençler;
“Nereye?”

Pardon;
“Where are you going?”

14 ŞUBAT’TA SANIK SANDALYESİNDE!

Biliyorum, soracaksınız;
“Peki, sen ne yaptın?”
Dün, “Sevgililer Günü”ydü ya... Birçokları, “eş”ini, “nişanlı”sını, “sözlü”sünü veya “sevgili”sini alıp, “yemeğe” veya “eğlenmeye” gitti ya, ben nereye gittim, biliyor musunuz?..

“Bakırköy Adliyesi”ne!..
Evet, evet;

Dün “Bakırköy Adliyesi”ndeydim!..
“Kaç duruşma”ya katıldım, “kaç ifade” verdim, inanın karıştırdım.

O da yetmedi, bir de “ön soruşturma” için savcıya gidip, “ifadeler” verdim...
Düşündüm de;

Dün, herkes “sevgili”sini bir yerlere “davet” etti ya; demek ki, ben de “muarızlarımın sevgilisi” olmuşum ki, “Sevgililer Günü”nde “davet” ettiler beni!..
Ama, bir otelin “yemek salonu”na değil,

Mahkemenin “duruşma salonu”na!..
Hep söyledim, yine söylüyorum;

Çeşitli kişi ve kuruluşlar tarafından “hakim”ler ve “savcı”lar boş yere meşgul ediliyor ve “mahkemelerin yükü” boş yere artırılıyor!..
Düşünebiliyor musunuz;

Ben, “İstanbul Barosu”nu eleştiren bir yazı yazmışım... Eğer “suç duyurusu” yapacaksa, onların yapması lâzım değil mi?.. Ama, hayır!.. Kalkmış, “CHP’nin bir kurmayı” yapmış suç duyurusunu!.. İşin tuhafı; suç duyurusunda bulunan da, bir “hukukçu” iyi mi?!?..
Şu hâle bakın; ben “Baro”yu eleştirmişim, ses “CHP’den” çıkıyor!.. Aralarında bir “bağlantı” mı var acaba?!?..

Söyleyin Allah aşkına;
Bir “hukukçu” bile lâfı tersinden anlıyorsa, “sıradan vatandaş” ne yapsın?..

Olan, “hakim” ve “savcı”lara oluyor... Boş yere “meşgul” ediliyorlar!..
SEVGİLİLER GÜNܒNDE FAHİŞE MUHABBETİ!

Bir de, “Ergenekon iddianameleri”ne giren “fuhuş pazarlıkları” var ki, muhabirimiz Kenan Kıran da, onların açtığı dâvâdan dolayı “sanık sandalyesi”ndeydi!..
Be adam; madem bir “halt” işlemişsin, madem “fahişe”lerle yaptığın bu pazarlık “telefon dinlemesi”ne takılmış ve Kenan Kıran da bunun “haber”ini yapmış, başını öne eğip otursana!..

Yoook, ill⠓dâv┠açacak!..
Açtın da ne oldu?..

İşlediğin “rezalet”ler, bir defa daha geldi gündeme ve bir defa daha “rezil” oldun!
Ne ilginç değil mi;

Dün, herkes “sevgili”siyle konuştu veya “sevgili”sini konuştu ama, duruşma salonunda, bizim Kenan, “komutanın fahişeleri”ni ve onlarla yapılan “pazarlık”ları anlattı!..
Hem de, “belge”leriyle!..

Uzun lâfın kısası;
Dün, birçok insan; otellerin “yemek salonları”nda eğlenirken, bizler mahkemelerin “duruşma salonları”ndaydık!..

Sevgililer, birbirlerine “gül” verirlerken, bize düşen “diken”leri oldu!..
Olsun... Yine de şikâyetçi değiliz.

Gün “ithal” olsa da; hiç olmazsa hakim ve savcılarımız “yerli”ydi!..
Bu bile “teselli”dir!..




İngiltere’de basın özgürlüğü!!!

Ben de, Ergun Babahan’ın Star’daki yazısından öğrendim... Meğer; İngiltere’de Murdoch Grubu’na bağlı Sun Gazetesi’nin 10 çalışanı daha tutuklanmış... Tutuklanan gazeteciler kamu görevlilerine rüşvet vermekle suçlanıyormuş... Daha önce aynı gruba ait gazete yöneticileri ve çalışanları da telefonları dinledikleri iddiasıyla tutuklanmışlar... Ergun Babahan; “Bu tutuklamaya” diyor; “Ne İngiltere’de, ne Avrupa Birliği’nde, ne de Amerika Birleşik Devletleri’nde hiçbir kurum, sivil toplum örgütü, siyasi parti temsilcileri veya kanaat önderleri çıkıp ‘Dünyanın en büyük basın kuruluşlarından birine yönelik bu operasyon basın özgürlüğünün açık ihlalidir’ iddiasında bulunmuyor.

Çünkü elde kesin bir hüküm olmamasına rağmen, News Corps gazetelerinin insanların özel hayatlarını ihlâl ettikleri, siyasilere baskı yaptıkları, polislere rüşvet verdikleri konusunda kesin bir kanaate sahipler...”

Demek oluyor ki, elin oğlu; bir insan, “gazetecidir” diye, onun “suç işleme özgürlüğü”nün olamayacağına inanıyor.

Peki, ya Türkiye’de?.. Darbe için ortam hazırlamaya çalışmak, Silahlı Kuvvetler mensuplarını tahrik etmek amacıyla manşetler atmak, askerden farklı düşünenleri manşetlere çıkarıp karanlık çetelerin hedefi haline getirmek veya polis şefleriyle kitaplar yazıp yürümekte olan dâvâ ve soruşturmaları etkisiz hale getirmeye çalışmak, daha hafif bir suç mudur?..

Elbette daha hafif bir suç değildir... Ama, şu da bir gerçek: “Ergenekon taifesi” öyle bir “gürültü” çıkarıyor, öyle bir “cayırtı” koparıyor ki; zannedersiniz, Türkiye’deki “gazeteci”(!)lerin hepsi hapistedir!.. Bu “gürültü”den etkilenen Avrupa; Türkiye ile ilgili açıklamalar yaparken, niye İngiltere’ye çıt çıkarmıyor acaba?.. Ya, bizim “Ergenekoncu Don Kişot’lara” ne demeli?.. Hadi, bir “bildiri” yayınlayıp, İngiltere’yi de kınasanız ya!.. Sizi gidi “ikiyüzlü”ler sizi!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi