Yaşar Değirmenci

Yaşar Değirmenci

Dinimizi ciddiye alalım!

Dinimizi ciddiye alalım!

Peygamberimizin Muaz b. Cebel’i (r.a) Yemen’e vali olarak göndermesiyle ilgili bilinen bir rivayet vardır. bu rivayette Peygamberimiz Muaz’a, bir yönetici olarak karşılaşacağı meselelerin hallinde nasıl bir yol takip edeceğini sormuş, bu sorusuyla da Hz. Muaz’a, dolaylı olarak yol göstermek istemiştir. Peygamberimiz Muaz’a: “Bir meseleyle karşılaşırsan neye dayanarak hüküm vereceksin?” der. Hz. Muaz: “Allah’ın kitabı Kur’an ile” cevabını verir. Hz. Peygamber: “Peki Kur’an’da çözümünü bulamazsan ne ile hüküm vereceksin?” der. Hz. Muaz: “Allah’ın elçisinin Sünneti ile” cevabını verir. “Peki Sünnet’te de çözümü bulamazsan ne yapacaksın?” deyince, “Kendi içtihadıma, araştırmama göre hükmü veririm,” der. Rasulüllah Efendimiz de bu cevapların doğruluğunu tasdik eder bir şekilde “Peygamberinin elçisini, onun razı olacağı şeye muvaffak kılan Allah’a hamdolsun,”der. Aldığı cevapla da Hz. Muaz’la iftihar eder. Bu rivayette dikkat edilmesi gereken ilk husus, sahabilerin din anlayışlarıdır. Sahabe, din konusunu ciddi bir konu olarak anlamakta, bu konuda kendisini yetiştirmiş olduğunu ortaya koymaktadır. Dini, bir kültür veya çevresinde yaşanan alelade bir sosyal olay olarak kabul etmiş görünmemektedir. Sahabenin bu tutumu, bugün bizim için de, dine nasıl bakmamız gerektiği konusunda bir örnek teşkil etmektedir. Zira içinde yaşadığımız çağda, Müslümanların büyük bir çoğunluğu, dinin ciddiyetini ve önemini tam olarak henüz kavramış değillerdir. Din hakkında yaygın olan kanaat, onun birtakım ahlaki emirler ile bazı ibadetlerden; namaz, oruç, zekat, hac, dua, Kur’an okumak, hatim indirmek gibi hususlardan ibaret olduğudur. Bir Müslümanın dinle ilgisi, genellikle bunlarla sınırlı kalmakta, öldükten sonra kılınan cenaze namazıyla da bu ilişkinin son halkası tamamlanmaktadır. Halbuki rivayete bakıldığında, sahabenin din anlayışının bunlarla sınırlı olmadığı, aksine çok daha geniş bir alana, yani insan hayatının her alanına, her yönüyle şamil olduğu anlaşılmaktadır. Zira sahabe, hangi konuda olursa olsun bir meseleyle karşılaştığında ilk olarak Allah’ın kitabı Kur’an’a başvurması gerektiğini çok iyi bilmektedir. Tabiatıyla onlara bu şuuru ve anlayışı veren de Peygamberimizdir. O halde bu rivayetin bize telkin ettiği ilk husus, bir Müslümanın dini ciddi bir konu olarak ele almasıdır. Bunun sonucu olarak da onun, her türlü davranışını Kur’ana başvurması gerektiği anlaşılmaktadır. Rivayetin işaret ettiği ikinci husus ise şudur: Müslümanın dinle ilişkisi sadece Kur’an’la da sınırlı olmayıp, Kur’an’ın çözüm getirmediği konularda Kur’an’ın en yetkili yorumcusu ve ilk uygulayıcısı olan Hz. Peygamber’in Sünneti’ne de başvurması gerekmektedir. Bunun için her Müslümanın gücü, imkanı ve bilgisi nispetinde Peygamberimizin Sünneti’ni, yani peygamber modelini öğrenmeye çalışması, onun dini görevlerinin başında gelir. Hiç şüphe yok ki, ilk öğrenilmesi gereken şey, bu modelin din anlayışının nasıl olduğudur. Kur’anın tercümanı olarak bilinen İbni Abbas (r.a) “Din, dört kısımdır” diyerek tasnif yapar. 1-Akaid 2-Ahlak 3-İbadet 4-Muamelat. Bir Müslüman, bu dört hususa riayeti ile dini yaşar. Yine bazı âlimler, Dinin insanın dört boyutuna hitap ettiğini beyan ederler: 1-Duyma, inanma: İman 2-Düşünme, bilme: Marifet 3-Yapma: İbadet 4-İfade etme: İkrar

Dikkat edilirse Din, hayatın tamamında, insan fıtratının her özelliğinde vardır. Boşluk bırakmaz. Sünnet de iyi anlaşılmalıdır. Sünnet; söz ve şekilden ziyâde hikmet/ruh/ilke/mânâ ve gaye ile anlaşılmalıdır. Kur’anın pratiği veya hayata aktarılışıdır. Peygamber Efendimizin, Kuran-ı Kerimi esas alarak hayatın her alanında; inanç-ibadet-eğitim-hukuk ve ekonomi vs. gibi konuları kapsayacak şekilde ortaya koyduğu bir model ve dünya görüşüdür, yaşayış tarzıdır. Allah Rasulünün İslamı anlama ve hayatın her alanına uygulama, teorik ve pratik olarak ortaya koyduğu bir düşünce ve hayat tarzıdır. Dinimizi yaşarken örnek alacağımız Peygamberimizin Hayatı, bir kalıp veya şablon değil, bir nümune/emsal/örnek model olarak ele alınıp değerlendirilmelidir. Dinimizi ciddiye almak her Müslümanın olmazsa olmaz şartıdır. Hz. Muaz’ın cevabından hareketle; sünnet anlayışımız, sadece geçmişin bir tekrarı olmamalı, asrımızdaki İslam toplumlarının karşılaştığı problemleri çözmede yol gösterme (kılavuz ve rehber) fonksiyonu taşımalıdır. Dinimizi ciddiye alma şuuru Rabbimizin razı olduğu hayat tarzını ortaya koymaktır. Kınayanların kınamasından korkmadan, mazeretlere sığınmadan, yaşayamadığımız hususlarda kabahati zamana yüklemeden...

İman, düşünce ve davranış alanındaki anlayış ve uygulamamız “Sünnet” ölçüsüyle değerlendirilmelidir. İman esaslarını da (ister amel, yani uygulamayla ilgili olsun) Peygamberimizin “telkin edip öğrettiği esasların tamamı” olarak kabul etmelidir. Aslında Hz. Peygamber’in yolu demek olan Sünnet, bu manada Kur’an’ın yorumlanması, sonra da uygulanmasıyla ilgili esaslardan ve açıklamalardan başka bir şey de değildir. Nitekim Hz. Aişe validemiz Peygamberimizi kastederek: “O’nun ahlakı Kur’an idi.” derken, bu hususu gayet veciz bir şekilde dile getirmiştir. Burada ahlak ile kastedilen, sadece edeple ilgili hususlar veya Türkçedeki anlamıyla ahlak değildir. Aksine burada ahlak kelimesini, “gidişat, davranış ve yaşayış tarzı” olarak anlamak icap eder. Dolayısıyla Hz. Aişe’nin bu sözünün manası Peygamberimizin inancı, düşüncesi, gidişatı, kısacası hayatı “Kur’an’ın tatbikinden başka bir şey değildi” demek olur. Rivayette sözü edilen üçüncü nokta ise, kısaca içtihat diyebileceğimiz bir ‘araştırma çabası’dır. Müslüman problemlerinin çözümünü Kur’an ve Sünnet’te açıkça bulamadığı takdirde, Kur’an ve Sünnet’i esas alarak bir takım çözümler araması gerekir. Müslüman zaman ve mekan üstü bir dinin mensubudur. Her hal ve şartta yaşanan bir dinin. Değişen şartlar, ortaya çıkan yeni düşünce ve fikir sistemleri, problemler, meseleler, ümitsizlikler, hastalıklar, vs. karşısında İslam’ın tavrını belirlemek ve İslam’ı iyi anlamak oradan alacağımız ışıkla, ilhamla çağın karanlığına tutmaktır. Böyle bir yorumu yapabilmek için, her şeyden önce içinde yaşadığımız çağdaki gelişmeleri ve bu asırda yaşayan Müslümanların fikri ve sosyal meselelerini bilmek ve bunlara göre yorum yapmak şarttır. Başka bir tabirle, İslamın ekonomik, sosyal, ahlaki ve fikri alanlarda yeniden yorumlanması ve çağın gereklerine cevap verebilecek bir hale getirilmesi demektir. Nitekim şairimiz Mehmet Akif’in “Kur’an’dan ilham alarak İslam’ı asrın idrakine söyletmek”ten kastı da bu olsa gerektir. İşte böylesine önemli ve güç bir vazifeyi yerine getirebilmek için, hiç şüphe yok ki öncelikle Kur’an’ın ve Sünnet’in çok iyi bilinmesi gerekir. Bu ikisini bilmeden yapılacak her yorum, daima hatalara maruz kalmaktan kurtulamayacak, dahası, İslam’ın gerçek çehresinin ortaya konmasına da mani olacaktır.

Müslüman dinine, dininin dışında pek çok şeye verdiği önem kadar önem vermeli, dinin iki temel kaynağı olan Kur’an ve Sünnet ile irtibat kurarak, Kur’an ve Sünnet’i tanıma, öğrenme ve uygulama çabası içerisinde olmalıdır. Bu öğrenme çabasından maksat, öğrenilenleri düşünce ve uygulama alanına aktarmaktır. Yoksa sadece öğrenmiş olmak için öğrenmek değildir. Nitekim Peygamberimizin ashabının büyüklüğü de, onların Kur’an ve Sünnet’i ya da içtihadı iyi bilmekle beraber, öğrendiklerine içten inanıp, bunları samimiyetle uygulamış olmalarındandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yaşar Değirmenci Arşivi