Faruk Çakır

Faruk Çakır

Ters tepen süreç

Ters tepen süreç

28 Şubat 1997 tarihindeki MGK toplantısında alınan kararların uygulanmaya başlamasıyla Türkiye’de yeni bir “süreç” başlamıştı. Bu “süreç”te siyasetin ve sivillerin değil, daha çok “elinde kuvvet bulunduranlar”ın dediği oluyordu. Böyle bir durumun, hür ve demokrat ülkelerde olması düşünülemezdi. Ne yazık ki, Türkiye o günleri yaşadı ve kısmen de geride bıraktı.

28 Şubat’ta yapılan MGK toplantısı 9 saat sürmüş ve laikliğin Türkiye’de demokrasi ve hukukun teminatı olduğunu “sert bir şekilde” hatırlatmıştı. 18 madde ile özetlenen bu kararlar, dönemin hükümetine bildirilmiş ve uygulanması da “titizlikle” takip edilmişti. Kararların bir maddesi de 8 yıllık kesintisiz eğitime geçilmesini emrediyordu. Yine aynı kararlarda, Kur’ân kurslarının denetlenmesi ve Tevhid-i Tedrisatın da sıkı bir şekilde uygulanma isteği vardı. Başka bir maddesinde de “irtica nedeniyle ordudan atılanları savunan” medyanın kontrol altına alınması talebi vardı.
“Post-modern darbe” olarak da isimlendirilen bu “süreç”te alınan kararlar bugün okunduğunda, yapılan yanlış işleri daha net bir şekilde görmek mümkün. Düşünün ki, TSK’dan haksız yere atılan kişilerin belediyelerde çalışmasına bile mani olunması istendi ve kısmen de olundu. Mesela, 28 Şubat Kararlarının 9. maddesi şöyleydi: “9- TSK’ya aşırı dinci kesimden sızmaları önlemek için mevcut mevzuat çerçevesinde alınan tedbirler; diğer kamu kurum ve kuruluşları, özellikle üniversite ve diğer eğitim kurumları ile bürokrasinin her kademesinde ve yargı kuruluşlarında da uygulanmalıdır.”
Bu talebin “Türkçe”si şuydu: Nasıl ki insanlar “namaz kıldığı için” ya da “eşi başörtülü olduğu için” TSK’dan uzaklaştırılıyor ya da en başta böyle kişiler bu kuruma alınmıyor, benzer şekilde diğer bütün “diğer kamu kurum ve kuruluşları”nda da aynı şey yapılsın!
Acaba, “Hiç kimse namaz kıldığı için ya da eşinin başı örtülü olduğu için görevinden uzaklaştırılmamıştır” diyen çıkar mı? Böyle düşünenler varsa, görevlerinden uzaklaştırılanların “suç” hanesinde başka bahaneler yazılmış olabileceği içindir. Fakat değil yüzlerce, binlerce mağdur ortada ve halen hayatta oldukları için böyle bahanelere sığınanlar kimseyi inandıramaz.
Maalesef aynı maddelerde “tesettür”e uygun kıyafetler, “Türkiye’yi çağdışı bir görünüme yöneltecek uygulamalar” olarak görülmüştür. Elbette açıkça “başörtüsü” denmemiş, ama bunu ihsas eder şekilde “Kıyafetle ilgili kanuna aykırı olarak ortaya çıkan” denilmesi tercih edilmiştir.
Velhâsıl 28 Şubat 1997 tarihli bu kararlar çok çok problemli kararlardır. Bu kararları, alındığı gün de, bugün de savunmak “aklı başında insanlar”ın işi olmamalı. Kararlar Türkiye gerçeğiyle örtüşmeyen, ülkemizi “ileri”ye değil, “geriye” götüren kararlardır. Bu kararlar sebebiyle binlerce insan mağdur olmuş, inançlar üzerinde ciddî baskılar yapılmıştır. Yine herkesin bildiği gibi aynı kararların uygulanması sebebiyle çocuklarımızın Kur’ân öğrenmesine bile mani olunmuştur. Bu kararlar alınırken ve uygunanırken, “Kimsenin dinine, diyanetine karışılmıyor. Türkiye Müslüman bir ülkedir. 75 bin camisi vardır ve bu camilerde görev yapan imam-hatiplere maaşını devlet veriyor. Kimseye karışılmıyor” gibi laflar havada asılı kalmış ve inandırıcı olmamıştır.
Ha, bütün bunlara rağmen bu sürece sebep olan “ahmak”lar da olmuştur, ama bu durum 28 Şubat sürecinde alınan kararların yanlış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu kararlar “iki artı bir, eşittir üç” katiyetinde yanlıştır, yanlıştır, yanlıştır.
İnşallah bir daha böyle yanlış kararlar alındığına şahit olmayız, vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi