Cemal Nar

Cemal Nar

28 Şubatta Tasavvuf Ve Tarikatlar

28 Şubatta Tasavvuf Ve Tarikatlar

28 Şubat denilen o lanetli günlerin seney-i devriyesindeyiz. O günkü zulmü iliklerine kadar yaşayan bizler içimizde bir yandan o günlerin acılarını yaşarken, bir yandan da ucuz kurtulmanın buruk sevincini duymaktayız.

Allah Teâlâ bu aziz millete bir daha öyle acı günler yaşatmasın. Ülkenin etkin yerlerine bir da öyle halkından, dininden, tarihinden kopuk, gavur muhabbetiyle yanan, gavur sevindirenleri getirmesin.

28 Şubat günlerinde sokakta görülen manzaralardan en fazla dikkatinizi çeken neydi?

Bana sorsalar derim ki, sarıklı sakallı amcalar, palto ya da cübbeli eli bastonlu dedeler, ızarlı çarşaflı genç kızlar veya nineler, bir de aczimendiler.

Nerden çıktıkları, nasıl türedikleri belli olmayan okuyup yazmadan uzak aylak aylak gezmeyi cihat sanan aczimendiler. Tarikat desen değiller, nurculuk desen değiller. Yapmış oldukları toplu geziler ve saçlarını özenle savurarak yaptıkları toplu zikirler akılda kalanlar…

Bir de konuşma kasetleri…

Yıllardır bu millete hitap etmiş hoca efendilerin bir yerlerde saklanmış konuşmaları tozlu raflardan indiriliyor ile halk ara suç işlemişler gibi sunuluyordu. Özenle konuşmaların en öfkeli, en tonlu yerleri, en heyecanla kendinden geçilmiş kontrolsüz yerleri, her gece işbirlikçi medya tarafından servis ediliyordu.

28 Şubat işte bunlara karşı yapılan bir darbedir. Bahane hazır. Tasavvuf ve tarikatlar yasak ama memleketi talamış. Başbakanlıkta iftara kadar çıkmış. Bunları yok etmek lazım.

Kimi yok edeceksinmiş? Sakallıları, sarıklıları, cübbelileri, çarşaflıları, başörtülüleri…

Bunlar için darbe mi yapılır hey Allahtan korkmaz, kuldan utanmazlar?

Hayır, bunlar bahane. Onlar “irtica” diyor ama adını koymuyorlardı. Sonra “siyasal İslam” diye onu da koydular. İslam bir tanedir, bölünemez ve parçalanamaz. Onun imanı da vardır, ibadeti de. Hukuku da vardır, siyaseti de. Ahlakı da vardır, maneviyatı da. Bunların birisine düşman olan hepsine düşmandır. Ve bu adam aynı zamanda Allah’a da düşman, Müslümanlara da düşmandır.

İnsan tasavvuf ve tarikatlardan niye korkar?

Tasavvuf ve tarikatlard birer halk mektepleridir. Bizim medeniyetimizde öğrenciler medresede disiplinli bir eğitimden geçerler. Halk ise tekkelerde gönüllü eğitilir. Tekkelerdeki tamamen halk eğitimi için var olan kurumlardır.

Buna göre medreseler ve tekkeler bu dinin, bu milletten, bu medeniyetin iki göz bebeğidir. 28 Şubat darbesinde onların suç ortağı olan medya her akşam bize sakallı sarıklı bastonlu cüppeli amcaları tehlike olarak gösteriyordu. Çarşaf ya da ızar giyinmiş bacılarımızı annelerimizi halalarımızı teyzelerimizi de ülkenin birinci tehdidi ve en büyük sorunu olarak lanse ediyorlardı. Bu nasıl bir aymazlıktı? Bu nasıl milletin verdiği silahı düşman yerine koyup millete kullanmaktı? Bunun af edilebilir bir yanı olamazdı. Çok şükür intikam günleri de geldi çattı.

Bir intikamdan, bir rövanştan söz edilmemeliymiş. Vay be! Öyleyse kapatalım mahkemeleri. İşsiz bırakalın hakimleri, savcıları. Suç işleyenlerin yanına kar kalsın. Yoksa intikam ve rövanş olurmuş. Aklını sevsinler senin emi kurnaz tilki…

Her ne ise, biz gelelim sadede. Tasavvuf, İslamî ilim dallarından biridir. Kaynağı Kur'an ve sünnettir. Bu itibarla, Resulullah (SAV) Efendimize nübüvvetin gelişiyle başlar.

O günden bu yana tasavvuf, şeriatın amelî tarafları olan emir ve yasakları içten gelerek, aşk, şevk ve zevkle yaşamanın, kalbi ve nefsi her türlü düşük duygulardan, düşüncelerden ve huylardan arıtıp durulamanın ve yerlerine güzel huylan yerleştirmenin bir güzel vesilesidir.

Tasavvuf kelimesi bir isim olarak Peygamberimiz (SAV) döneminde yoktu. Ancak, hâl olarak yaşanan tasavvufî bir hayat vardı. O zamanlar bu halin adına daha çok "zühd", "tezkiye", "ihsan", "ahlak", "efdal-i iman" deniliyordu. Peki öyle ise “tasavvuf” kelimesi nerden çıktı? Başka bir deyişle “Tasavvuf” hangi kelimeden türetilmiştir?

Buna ait sekiz on ihtimalden, en çok da "yün" anlamına gelen “sûf”tan söz edilir. Biz “bunların tartışmasına girmek, vakit kaybetmekten başka bir işe yaramaz” diyenlerin görüşüne uyuyor ve burada o konuya girmiyoruz.

Neden "zühd" veya diğer isimlerden vazgeçilerek "tasavvuf” adına geçilmiş veya bu ismin alınması yaygınlık kazanarak meşhur olmuştur?

Bu önemli bir sorudur. Evet, buna geçişte en önemli etken, "zühd" adını “ehl-i sünnet” mensuplarının yanında diğer “ehl-i bid'at” mezheplerine bağlıların da kullanmış olmalarıdır. Ehl-i Sünnet zahitleri, kendilerini ehl-i bid'at zahitlerden ayırt etmek için "sufî" adını almışlar ve bu yola da "tasavvuf” demişlerdir.

Ancak takdir edilir ki önemli olan isimler değil, anlamlardır. Malum, itibar lafızlara değil mefhumlaradır. Öyleyse önemli olan o mefhumu tanıtmaktır.

Bunu yapalım. Ama yazı uzadı, gelecek yazıyı beklememiz gerekecektir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi