Cemal Nar

Cemal Nar

Sûfîlerin De Örneği Peygamberimizdir

Sûfîlerin De Örneği Peygamberimizdir

Her mezhep ve meşrepten Müslümanların olduğu gibi sûfîlerin de örneği Peygamberimizdir (sav).

İster taassup ile kelimelere takılıp kalarak manayı kaçırma, ister yeni tasnif ve tesmiyeden kaçınma, ister cehaletin verdiği ürkeklik, ister gurur ve kibir, ister haset ve hamakat olsun, olumlu veya olumsuz hiç bir duygu sebebi ile bunu reddetmeyi gerektirecek makul bir gerekçe yoktur, olamaz da.

Tavsiye ederim, bahanesi ne olursa olsun bunu yapan kardeşlerimiz önce burunlarınden üç defa derin bir nefes alarak ağızlarından yavaş yavaş boşaltsınlar ve bol oksijen doldurdukları beyinleri ile sakin sakin bir kere daha düşünsünler. Kur’an-ı Kerîm’in ve Sünnet-i Seniyye’nin Sevgili Peygamberimizin (sav) ve ashab-ı kiram’ın yaşadığı hâl ve hayatı inkar edeceğini sanmıyorlar herhalde.

Öyleyse sorun yok! “Sorun var” demek, bildiklerini yeniden test etmeyi gerektirecektir hiç şüphesiz.

İsterseniz o hâl ve hayatı biraz daha yakından görelim. Peygamberimizin (sav) özel hayatı zühd, ubudiyyet ve maneviyat için en güzel bir örnektir. Yazının başında söylediklerimizi biraz açmakta fayda görüyorum: İnceleyenler iyi bilir ki O'nun manevî, ruhî, kalbî, derunî, zühdî, ahlakî hayatı ve gece gündüz çeşitli ibadetleri, tasavvufî hayatın en mükemmel örneğidir.

İşte bazı örnek gerçekler: O, peş peşe bir kaç gece aç sabahlar, ev halkı da çoğu zaman akşamları yiyecek bir şey bulamazdı. Yatağı, içi hur¬ma lifi dolu bir deriden ibaretti. Kendisine hediye edilen kalın ve rahat döşekte “gece ibadetime mani olur” endişesiyle yatmamıştır. Yemeğini yere oturarak herkesle beraber yer, "Ben kulum, kul gibi yerde oturarak yerim" buyururlardı. Ço¬ğu zaman elbisesinde iki yamalık bulunurdu.

Kurduğu devlet, dünyanın en kudretli devleti haline geldiği, devlet hazinesi dolup taştığı zamanlarda bile, O'nun yaşantısında bir değişiklik olmadı. Hanımları bu hayata dayanamayıp dünyalık isteyince O, Allah'ın emriyle onları, “ya dünyayı, ya da Allah ve Resulünü seçme” hususunda muhayyer bırakmıştı. Hiç birisi, O'nu terketmedi.

O, mal biriktirmezdi. İnfak etmeyi çok severdi. Kendisinden bir şey istendiğinde ne olursa olsun varsa derhal verir, yoksa vadeder, eline geçince de vadini yerine getirirdi. Cimrilikten çok sakındırırdı. Misafire ikram eder, bazen altına minderini, yoksa cübbesini veya bürdesini sererdi.

Kalbi yufka idi. Herkese ve her mahluka karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Mütevazi idi. Meclisinde özel elbise giyinip koltuk veya taht kullanmaz, rastgele bir yerde sıradan birisi gibi otururdu. Dışarıdan gelen yabancı, O'nun kim olduğunu seçemezdi. Kendi odasında bile özel yer edinmez, bir meclise girdiğinde boş bulduğu yere hemen otururdu.

Karşılaştığı kimseye ilk o selam verirdi. Hatta çocuklara bile önce o selam verirdi.

Kim, neye davet ederse gider, hiç yemek seçmezdi. İştahı varsa yer, yoksa yemez, ama asla yemeği kötülemezdi. Hastaları ziyaret eder, cenazeleri teşyi ederdi. Mütebessim idi. Öfkelenmezdi. An¬cak hak için öfkelenirdi.

Hüznü daimi, tefekkürü aralıksız, sükutu uzun, konuşması özlü, sesi yumuşaktı. Kimseyi yer¬mez, gıybet etmez, övmede aşırı gitmezdi. Herkesi dinler, derdini mümkün mertebe çözerdi. Dindarı üstün tutar, fakirlerle düşer kalkardı.

Ev işlerinde ailesine yardım eder, yükünü kendi taşır, eşeğe biner, köle bile olsa terkisine adam almaktan kaçınmazdı.

İnsanların kabalığına, eza ve cefasına sabreder, şikayetlenmezdi. Cihad hariç, kimseye vurmamış, dövmemiş, sövmemişti.

Geceleri uzun uzun ibadet eder, Kur'an okur, zikreder, yalvarırdı. Bundan ötürü ayaklarının şiştiği olurdu.

Bazen üç gün hiç bir şey yemeden orucu oruca eklerdi. (Savm-i visal). Ama şefkat ve merhametinden başkalarını bundan men eder, “ama siz?” diyenlere, “Rabbim beni yediriyor içiriyor” derdi. Allah yolunda yirmi küsur cihada çıkışı vardır.

Velhasıl “O’nu Allah terbiye etmişti ve de ne güzel etmişti!”

Ashabını da güzel yetiştirmişti. İşte onlar, kendi tabiriyle dini yaşamak isteyenlerin yol ve yön bulması için birer “yıldız gibi” olup, kıyamete ka¬dar gelen insanların önderleridir.

Tasavvufun ana konularını ve kavramlarını içeren bu hayatı hadis kitaplarını incelediğimizde açıkça görürüz. Hatta bu hayatın sünnetten asılların gösteren özel hadis kitapları bile derlenip yazılmıştır. İşte bunlardan bazılarını bir kere daha hatırlatalım:

Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Mübarek, Ahmet bin Ömer bin Dahhak, Muhammed bin Ziyad, Beyhakî ve Ca’fer el-Huldî'in "Kitabu'z Zühd" çalışmaları ile Nevevî'nin "Ezkâr"ı, Neseî ve İbni Sinnî'nin "Amelü'l Yevmi ve'l Leyl”leri, Ali Eşref et-Tanevî'nin "Hadislerle Tasavvuf” diye çevrilen iki eseri bu mevzuda başta gelen örneklerdir.

Görülüyor ki sufîler, tasavvufî hayatlarında da¬ima o Allah Resulünü (sav) ve arkadaşlarını (ra) örnek almışlardır.

Tasavvuf gerçi "kâl" ilmi değil "hâl" ilmidir. Yani “konuşulan” değil “yaşanan” bir hal ve davranış ilmidir.

Ancak, sonuçta uygulamalı bir ilim olunca, tasavvufî hayat için gereken bilgilerin elbette öğrenilmesi, bu arada bilerek veya bilmeyerek oluşan yanlışlıkların düzeltilmesi, yerli yersiz saldırıların defedilmesi gerekecektir.

Bunun için başta Arap¬ça, Farsça, Türkçe olmak üzere, birçok dilde, bir hayli kitap¬lar yazılmıştır. Belki de İslamî ilimler arasında, hakkında en fazla kitap yazılan ilim dalı, tasavvuftur. Onu inkar edenlerin bu kadar alim ve kitapları nereye koyacaklarını veya nasıl inkar edeceklerini iyi düşünmeleri gerekir herhalde.

Bu kitapların bir kısmı sufîlerin hayat hikayelerini ya¬zan "tabakat" kitaplarıdır.

Bir kısmı bu ilmi izah ve beyan eder.

Bir kısmı keşf ve ilhama dayalı olarak yolun ince hakikatlarını açıklar.

Bir kısmı Kur’an’ın tasavvufî/işarî tefsirini yapar.

Bir kısmı uygulamayı gösteren zühd, amel ve âdab kitaplarıdır.

Bir kısmı dualar, zikirler ve virdlerin ta’lim ve ter¬tibi içindir.

Bir kısmı da ilahi tecellileri içerir kitaplardır.

Bir kısmı, özel olarak kişilerin menakıbını, hayat hikayelerini, ahval ve sözlerini yazar.

Bir kısmı genel ve ansiklopedik eserlerdir. Bir kısmı da sözlük ve kavramlara ait kitaplardır.

Bu kitapları elbette ehli bilir. Bunların uzun boylu zikrini zaid görüyoruz. Ancak Sülemî, Serrac, Hucvurî, Ebu Nuaym İsfehanî, Abdülkerim Kuşeyrî, Feriduddin Attar, Şarânî, Camî, Muhasibî, Ebu Talib Mekki, Gazalî, Suhreverdî, İbni Arabî, İmam Rabbanî, Mevlâna, Abdulkadir Geylanî, Ahmed er-Rufaî, İsmail Hakkı Bursevî, İb¬rahim Hakkı Erzurumî, bu vadide eser yazmış İslam alimleri ve sûfîleridir.

Günümüzde de gerek akademik, gerekse tasavvufî hayatın içinde uygulamadan gelen bir hayli alim ve arif, tasavvuf hakkında güzel kitaplar yazmaktadırlar.

Bütün bunlar hakkında doyurucu bilgiler veren, hatta üniversitelerde yapılan akademik çalışmalar ve tezler, günümüzdeki süreli yayınlar, hatta internetteki siteler hakkında bile doyurucu bilgiler veren bir kitabı ve yazarını sizlere duyurmaktan mutluluk duyarım: Prof. Dr. Mustafa Aşkar, “Tasavvuf Tarihi Literatürü”.( İz y. İst. 2006.)

Tasavvuf “yok” demekle yok olmaz, sadece bunu söyleyen benim küçük oğlum Abrurrahman Efendi gibi gülünç duruma düşer. Çok küçükken kalabalık bir aile meclisinde nerden icap ettiyse “ben evlenmeyeceğim” dedi. Buna bir hayli güldük tabi. Sonra büluğa erdiğini ve şehveti hissettiğini tahmin ettiğimiz bir yaşa geldiğinde bu sözü kendisine hatırlatarak “oğlumuz evlenmeyecek” dedik, önce biraz sustu, sonra “o karar değişti” dedi. Buna da bir hayli güldük tabi.

O yüzden tasavvufu inkar edenlere kızmıyorum, onlarla tartışmaya girmiyorum. Kimseye de onlarla münakaşayı tavsiye etmem. Bu yazdıklarım sadece bilgi sunmaktır, o kadar. Asla tartışma değildir.

Aşağıdaki yorumları üzüntüyle karşılıyorum. İlk defa istemeden okuyorum. Hatta sıkılıp terk ettiğim de oldu.

Sevgili kardeşlerim, çok okuyacaksınız, çok araştıracaksınız, üstünde düşüneceksiniz, değerlendireceksiniz. Sonra bir karara varacaksınız. Bu karardan sonra sonuç ne olursa olsun, ona saygı duyarım. Umarım ki büluğ çağına giren oğlum gibi sonuçta bizi güldürürsünüz.

Değilse ne olur? Şeriattan taş mı düşer? Haşa, tasavvuf ve tarikatlar olmadan da İslam öğrenilip yaşanabilir, rızay-ı ilâhî kazanılıp cennete girilebilir.

Yeter ki din kardeşlerine ve evliyaya düşmanlık yapılmasın. Yoksa bu Allah ile harbe girmektir neûzü billah!..























Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi