Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Bu Bekir’e kim ne yaptı?

Bu Bekir’e kim ne yaptı?

Bekir Coşkun, kim ne derse desin, etkili bir kalemdir... Etkisi, biraz da, nevi şahsına münhasır ironisinde...

Eskiden daha iyi yazılar yazardı.

Hani, “güldürürken düşündürüyor” derler ya, öyle yapardı.

Şimdi güldüremiyor, güldüreyim derken gülünç oluyor, durumunun farkında olduğu için de direkt “düşündürme” yolunu seçiyor ama bizi hangi konuda düşündürdüğünü, hangi tehlikeye karşı tetik ve müteyakkız olmaya çağırdığını bilmediğimiz için, yazdıklarını şaşkınlıkla, hüzünle, biraz da dehşetle okuyoruz.

Bir de, nasıl bir “gerçeklik düzleminden” sesleniyorsa, bize çizdiği Türkiye tablosunun, bildiğimiz, tanıdığımız, içinde yaşadığımız Türkiye’yle pek alakası yok. Geçmişte olmuş ama “İmam”ın tasallutuyla rotasından çıkmış bir Türkiye’den bahsediyor. Bu Türkiye’yi yeniden eskisi gibi “oldurmak” için savaşıyor, bunun mücadelesini verdiğini söylüyor ama geçmişte olmuş Türkiye’de başkalarının da yaşadığını, bu Türkiye’nin nasıl bir Türkiye olduğunu başkalarının da bildiğini unutuyor.

Eskiden her şey yolundaymış.

Sağ sol, çeşitli görüşler, kavga kıyamet, siyasi çekişmeler varmış ama sağcısı da solcusu da bayrağını severmiş. Birbirimizi dövermişiz ama o bayrağı görünce de ağlarmışız.

Derken, bir İmam çıkmış.

Dil bilmez ama “bildiği iki kelimeyle dünyayı ayağa kaldıran” bir imam...

İmam zeki insanmış. Toplumun iki büyük duygusundan yararlanarak; din, iman, Kur’an, kitap sözcüklerini de ağzından düşürmeyerek “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı” olmuş.

Bekir’in bugünün Türkiye’siyle ilgili çizdiği “dehşet tablosu” içinde, kendi kelimeleriyle söylersek, “geniş mutfaklarda tavuk kızartan anneler, parkta kızlarla öpüşen delikanlılar, beyaz atlı prens gözleyen genç kızlar” yok.

Eskinin güzel ve ideal Türkiye’sinde var mıydı böyle şeyler, bilmiyoruz ama İmam’ın yönettiği Türkiye Cumhuriyeti’nde, televizyonlar aracılığıyla böyle şeyler varmış gibi yapıldığını tahmin edebiliyoruz.

Bu da Bekir’i derin umutsuzluğa sevkediyor.

Farkında olmadan girdiği sosyoloji alanından, hiçbir sosyolojik ve tarihsel gerçeklikle örtüşmeyen, bazen de düpedüz “sosyolojinin alanına tecavüz” sayılabilecek saptamalarla çıkıyor.

Hadi bunu Bekir’in toyluğuna ve nafile “düşündürme çabasına” verelim.

Bir yerde, “Başıma bir şey gelecek diye ödüm kopuyor” diyor ki, okuyunca ben de dehşete kapıldım.

Korktuğunu söylüyor Bekir.

Bugünler, suikasta kurban giden gazeteciler Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’nın öldürüldüğü yıllardan çok daha fazla korkutucuymuş.

Kendisi anlatsın: “Başıma bir şey gelecek diye ödüm kopuyor. Çocuklarım, karım, özel hayatım var, korkuyorum tabi ki. İnsanların namusları, şerefleri, yatak odaları, kadınları kızları var. Günah. Ama ben kimden yardım istiyorum? Bir imama günahı hatırlatıyorum. Bu kadar mı zulüm, haksızlık olur.”

Bu satırları okuyunca, sormadan edemedim:

Bekir’e kim ne yaptı?

Kim korkuttu?

Kimler namusuna, şerefine, ailesine tasallutta bulundu?

Bugünler eskisinden daha beterse, kaç gazeteci Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalı’nın akıbetine uğradı?

Bildiğim kadarıyla, Ergenekon soruşturması başlayınca, “siyasi suikastlar” ve “gazeteci cinayetleri” dönemi kapandı.

O zaman bize daha beter şartları hazırlayan irade kimdir, nedir?

Daha da önemlisi, bu irade Bekir’den ne istemektedir?

Bekir’i niçin üzmektedir?

Bilelim.
Bilelim, icabında “Hepimiz

Bekir Coşkun’uz” diye meydanlara çıkalım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi