M. Emin Parlaktürk

M. Emin Parlaktürk

İşin İçine Din Girince mi?

İşin İçine Din Girince mi?

Şu günlerde tartıştığımız eğitim sistemimizde yer alan okullardan sadece veliler değil, öğretmenler de, idareciler de müşteki.
Özellikle, ilköğretimde okuyan 15-16 yaşlarındaki çocuklar yani 8. sınıf öğrencileri, okul önlerinde ve koridorlarda sergiledikleri garip davranışlar, çoğu kavgayla biten olaylar…
Bu tür kavgalar, bazen kesici aletlerle yani bıçaklarla jiletlerle yapılıyor.
Sonrasında da, yaralananlar hastanede, saldırganlar da karakolda soluğu alıyorlar...
İrfan yuvası olması gereken eğitim kurumlarımızda bu olayların vuku bulması, elbette hem üzücü hem de düşündürücüdür.
***
15 milyon civarında öğrencinin öğrenim gördüğü ilköğretim ve liselerdeki öğrencileri ilgilendirmiyor sadece bu sorun, aslında hepimizi ilgilendiriyor.
Devleti ilgilendiriyor… Toplumu ilgilendiriyor… Öğretmenleri ilgilendiriyor… İdarecileri ilgilendiriyor… Aileleri ilgilendiriyor…
Güvenlik güçlerinin, okul çevrelerindeki tedbirlerinin yanında motorize birliklerle denetimler yaptığını ve birçok ilde de ‘okul polisi’ uygulamasını başlattığını biliyoruz.
Polisler, okullarda veya okul çevrelerinde, başta kötü alışkanlıklar olmak üzere öğrencileri rahatsız edebilecek tüm konuları araştırıyorlar.
Birinci öncelik, huzur ve güven ortamında eğitim yapılmasını sağlamak.
Ve okullarda ya da okul önlerinde meydana gelen kavgaları, kanlı olayları en aza indirmeye çalışmak ve hatta sıfırlamak…
Elbette bu çalışmalar ihmal edilmesin ama bunları yapmak yeterli mi?
Kesinlikle değil!
Bu çalışmalarla birlikte asıl yapılması gereken çalışma; zihinlerde ve gönüllerde yapılacak olan çalışmadır.
Yani irfan eğitimidir.
***
İrfan eğitiminden kastımız, çocuklarımıza yerleştirilecek olan ahlakî idealler;
İyilik, güzellik, doğruluk, hakkaniyet, adalet, muhabbet, saygı, yüksek fazilet ve diğer yüce erdemler, çocuklarımızın küçük yaşta ruhlarına işlenecek baha biçilmez cevherlerdir.
Asrımız insanlarını suç işlemekten uzaklaştıracak iki ana faktör var:
Biri kanun korkusu, diğeri Allah korkusu.
Batı ülkelerinde, birincisi ağırlıklı olarak işliyor.
Biz de ise, yakın geçmişe kadar ikincisi ağırlıklıydı.
Son yıllarda, laikliğin dinsizlik algısıyla acımasızca uygulanması yüzünden o da epeyce azaldı.
Kanunların yapısal etkisi ve cezaların caydırıcılığı ise giderek azalıyor.
Zaten kanunları her zaman ve her yerde uygulamanız da mümkün değil!
Mahkeme sürecinde zaman zaman etkili olan ideolojik düşünceler, bir türlü sonlandırılamayan rüşvet çarkı ve ağ gibi çevreyi saran mafya ilişkilerini hesaba katarsanız, kanun korkusu kavramının Avrupa’daki kadar Türkiye’de geçerli olmadığını görebilirsiniz.
***
Ya Allah korkusu?
Eh, iyi günlerinde olsunlar.
O kafa sayesinde onun da ruhuna fatiha okuduk.
O kafa; her Allah kelimesinin anıldığı ortamları, irtica yaygarasıyla tehlikeli hedef gösterdi.
O kafa, kamusal alan safsatasıyla Allah’a ait duyguları yaşanmaz hale getirdi.
O kafa, Kur’an eğitimini ve İslam ahlakını “laiklik karşıtı” nitelemelerle hâk ile yeksân etti.
O kafa, bizi tutan tüm bağları koparıp, dayandığımız tüm dalları kesti.
Şimdi de, devlet ve millet olarak “eyvah yandık, gitti evlatlarımız” diye çırpınıp duruyoruz.
Biz böyle çırpınıyoruz ama, o kafa’nın sahipleri de yansın, bitsin diye çırpınıyor!
Baksanıza, yeni sistem “dindar nesil” yetiştirecek diye akılları başlarından gidiyor!
Bu yüzden de, okullara seçmeli de olsa Kur’an dersinin konmasına da, imam hatip liselerinin orta kısımlarının açılmasına da karşı çıkıyorlar!..
Yoksa, 4x3 sistemiyle getirilen 12 yıllık zorunlu eğitim, onların içten içe sevindikleri bir uygulama!
İşin içine “din” girmeseydi, bu gürültü gene kopar mıydı bilmiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
M. Emin Parlaktürk Arşivi