Akif Emre

Akif Emre

Hanedan bitti ya "saltanat"?

Hanedan bitti ya "saltanat"?

Osmanlı Hanedanının son üyesi Neslişah Sultan (Neslişah Osmanoğlu)'ın vefatı ile bir defter kapanmış görünüyor. Babası, son halife Abdülmecit'in oğlu Şehzade Ömer Faruk Efendi; annesi ise son Osmanlı padişahı Sultan Vahdettin'in kızı Sabiha Sultan... İki taraftan da "Osmanlı" olan son kişinin önceki gün defnedilmesiyle, pek gündemde olmayan Osmanlı, hanedan, saltanat gibi kavramlar, tekrar günlük tüketime sunuldu.

Bu son, biyolojik anlamda bir devrin sona ermesinin yanı sıra Cumhuriyet elitinin korkularının da sona ermesi anlamına geliyor mu, ondan emin değilim. Çünkü Cumhuriyet eliti (askeri ve sivil bürokrasi, yargı, akademi, iş dünyası) meşruiyetini de, dokunulmazlığını da bu saltanatın geri gelmesi korkusu üzerine kurmuştu. Her ne kadar epeydir bu dil kullanımdan düşse de irtica ile saltanatçılık eşanlamda kullanılan resmi düşmanlardı. Muasır medeniyet yolunda ilerlememizi engelleyecek şer güçlerdi bu ikili. Nitekim tek parti saltanatı, tüm gücünü kalplere saltanat korkusu salmaktan almıştı. Üstelik yeni elitlerin saltanat mekanının her kötülüğün kaynağı Osmanlı devlet sisteminin kullandığı mekanlar olması da tarihin bir ironisi gibiydi.

Osmanlı Hanedanının yurtdışına sürüldükten sonra nasıl bir hayat yaşadıklarının en iyi göstergesi, Vahdettin'in tabutuna haciz konması olayıdır. Birkaç Mısır prensi ve Hind racasıyla yapılan evlilik dışında hayatları tam bir trajedidir. Kaldı ki saltanat korkusunu sürekli pompalayanlar, Hanedanın içerde sınıfsal bir karşılığının olmadığını çok iyi bilmekteydiler.

Neslişah Sultanın vefat ettiği günle, Cumhuriyet'i koruma ve kollama adına yapılan ihtilalin aktörlerinin, 12 Eylül darbecilerinin yargılanmalarının aynı günlere tesadüf etmesi de kaderin bir cilvesi olsa gerek. Saltanat ve irtica tehlikesine karşı Cumhuriyet'i koruma iradesinin sahibi kim diye sorulacak olsa herhalde bunun cevabı yönetime fiilen el koyarak irade gösteren son isim olarak Kenan Evren ve 12 Eylül darbesi olurdu. Hanedanın son üyesinin naşı ile birlikte Cumhuriyet elitinin "koruma kollama" iktidarının da adeta musalla taşına konduğu mahkeme görülmeye başladı.

Dıştan bakıldığında tarihi hesaplaşma fiilen bitmiş gibi görünüyor. Osmanlı Hanedanını iktidara getirecek ne bir irade ne de temsilcisi kalmadığı gibi bu tür korkuların üzerinden saltanat sürecek bir siyaset tarzı da kapanmış görünüyor.

Sadece yakın tarihi değil Türk siyasetini, toplumsal dinamikleri çok düz bir okumayla böylesi bir sonuca varılabilir.

Oysa olayın daha iç içe geçen, farklı düzlemlerde süreklilik gösteren bir boyutu var. Bu, hem Türk toplumdaki dönüşüm hem de buna paralel olmasa bile bununla ilintili olarak Türkiye'nin siyasal yapılanması ve siyaset anlayışındaki dönüşüm...Bu durumu en iyi saltanat metaforuyla açıklanabilir.

Bir yanda devlet, "Osmanlı ile barışmanın vakti geldi"ğini düşünerek (bu sözü, Osmanlının kuruluşunun 700. yılı münasebetiyle, Demirel söylemiştir) bir tür tarihsel süreklilik ve meşruiyet hattı kurarak halkla arasındaki mesafeyi kapatmaya çalışırken diğer tarafta 12 Eylül ruhunu temsil eden siyasal ve ekonomik stratejiler yapısal özellik kazanmaya başlıyor.

Son derece çelişik gibi görünen bu husus açıklanmaya muhtaç...

Devlet erkanının, Hanedanın son üyesini toprağa gömerken aynı zamanda 12 Eylül darbesini mahkum edecek adımları atıyor olması, darbeyle Türkiye'de gerçekleşen değişimin, darbenin temsil ettiği ruhun da toprağa gömüldüğü anlamına gelmiyor. Burada sözünü ettiğim, yakın zamanda gerçekleşecek askeri bir darbe tehlikesi değil elbet. (Kaldı ki, bu opsiyonlar da tümüyle ihtimal dışı kalmış değil, en azından yasal olarak.)

12 Eylül darbesi bir yönüyle kışkırtılan sol ve sağ teröründen, irtica tehlikesinden halkımızı ve devleti korumak adına yapılmıştı. Ancak daha derinlerde, sistemi küresel kapitalizme entegre edecek liberal yapılanmalar gerçekleştirildi. Zaten Özal'ın uyguladığı bu ekonomik düzenlemeler olağanüstü siyasal şartlarda uygulanabilirdi; bu noktadan bakarak, 24 Ocak kararlarının ardından bir askeri yönetimin geleceğini, siyaset biliminin icabı olarak bile, söyleyebiliriz.

Türkiye'nin ekonomik yapısı küresel sermayeye entegre olurken siyasal yapının buna tam ayak uydurduğu söylenemez. Ekonominin kapitalist, siyasal yapının komünist olduğu, Çin modeline benzer bir yapı sürdürüldü bugüne kadar.

Son on yılda yaşananlar, dün yargılanan 12 Eylül darbesiyle ifadesini bulan Kemalist elitin devrinin kapanmasıdır. Buna karşın yeni dönem, postkemalist bir döneme işaret etmektedir. Postkemalist dönemi ise iktidardaki Ak Parti temsil etmektedir.

Yine hanedan metaforundan devam edecek olursak, bir yanda "yeni-Osmanlıcılık" şeklinde tezahür eden "Osmanlı ruhu", diğer tarafta 12 Eylül'le temelleri atılan neoliberal politikalarla taçlanan, küresel sisteme entegre olan bir yapı...

Saltanatın bitip bitmediğine siz karar verin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Akif Emre Arşivi