Akif Emre

Akif Emre

Balyoz'un duygusal tarihi

Balyoz'un duygusal tarihi

Balyoz davası neticelenirken, yargılama sürecinde sanıkların savunmada kullandıkları dil, sergiledikleri tavır mahkeme sonuçlarından bağımsız olarak incelense ilginç sonuçlar çıkacağından eminim. Olayın hukuki ve siyasi boyutundan bağımsız olarak gerek sanıkların, gerekse mahkeme süresince medya başta olmak üzere, siyasilerin, sivil toplumun ve aydınların olaya dair tepkilerinin Türk toplumunun karakterini çözümlemek için müthiş ipuçları verdiğini düşünüyorum. 'Asker bir millet' olmakla övünen toplum, askerinin yargılanmasına nasıl tepki verdi?

'Asker millet'in askerlerinin yargılaması, hüküm giymesi karşısında en hafif tabirle suskun kalması, hatta önemli kısmının alkışlaması, milletin karakterinde bir kırılmanın göstergesi olarak okunabilir mi? Türk halkının tarihsel süreçte baskın özellikleri olan askerlik, disiplin, başa itaat, kurucu irade olma gibi özellikleri mi aşınmıştı?

Darbe yapmaya teşebbüsten yargılanan ordu mensupları ilk kez böyle bir teşebbüste bulunmuyordu. Sadece Cumhuriyet tarihi açısından bakmak da yanıltıcı olabilir... Hele hele tarihini Orta Asya'ya kadar götüren bir ordunun bu milletin tarihindeki işlevi göz önüne alındığında hiç de şaşılası bir teşebbüs olmasa gerek. Osmanlı tarihine bakıldığında kaç padişah tahtan indirilip, kaçının canına kıyılmıştır? Sultan Abdülaziz'in intihar ettirilmeden önceki perişan fotoğrafı çok şey hatırlatır bana. Sultan Abdülhamit'in halli 'demokratik' bir devrim midir yoksa askeri bir darbe midir mesela?

Ne Yeniçeri ayaklanmaları ne padişah kellesi alan darbeler ne de yakın tarihin darbeleri orduya bakışı radikal biçimde sarsmamıştı. Padişahı indirenler din adına baş kesiyordu; darbeciler de meşruiyetlerini milletin değerlerine yaslanarak sağlamaya çalışıyordu. Abdülhamit'i indirenlerin elinde hal fetvası vardı. Bu durumun toplumda hiç tepki doğurmadığı söylenemez. Toplumun vicdanında derin yara açan darbeciler bile toplumun değerleri adına hareket etme ihtiyacı hissediyordu. Bu da ordu-millet karakterinde hemen karşılık buluyor, kırılma çok derine işlemeden uzlaşma sağlanabiliyordu.

Yakın tarihimizde bir başbakanın asılması, muhtırayla gönderilmesi, 12 Eylül'de hükümete el konması bir yana, postmodern darbenin bu duygusal bağın aşılmasındaki etkisi ayrı ele alınmalı diye düşünüyorum. Postmodern darbeye kadar hayata, zihinlere, siyasete gerektiğinde cebren müdahale etmeyi kendinde hak gören, bunu tarihsel süreklilik içinde adeta görev bilincine dönüştüren anlayış postmodern darbe ile vicdanlarda temel bir kırılmaya uğradı.

Askerler kendilerine, elinde tuttukları güce ve en önemlisi asker milletin kendilerine biatine güveniyorlardı. Halk, müdahalelerini tasvip etmediğinde bunun geçici olduğunu, aslına rücu edeceğini düşünerek sessiz kalmayı yahut tepkisini zamana yaymayı tercih ediyordu.

Tepkisini zamana yayarak gösteriyor adeta rövanşı kazanıyordu 'millet'. Postmodern darbe sürecinde başlayan tepki biçimi benzer karakter gösterse de ordu-millet denklemi çökmüş görünüyordu. Postmodern darbeyi dizayn edenler doğrudan darbe yapmasalar da toplumun vicdanına, değerlerine darbe vurdukları için meşruiyetleri derinden sarsıldı. Belki de ilk defa bu denli derin biçimde psikolojik bağı koptu ordu/nun-millet/le.

Ergenekon sürecinde yaşananlarda sessiz çoğunluğun ordusunun arkasında durmamasının temelinde postmodern darbede zedelenen milletin onuru vardı. Aşağılanmışlığın getirdiği duygusal bir kopuş yaşandı adeta. Bu kez 'silahsız kuvvetler yapsın' formülünün bu kopuşta büyük etkisi olduğu muhakkak. Silahsız kuvvetlere havale edilen darbe; aydınlar, medya ve bunlarla işbirliği halindeki siyasetçilerle birlikte bizzat Silahlı Kuvvetlerin duygusal varlığını tartışmalı hale getirdi. 'Silahsız kuvvetlere' havale edilen toplum mühendisliği sonuç itibariyle Silahlı Kuvvetlerle duygusal bağın zedelenmesine, kimi kesimlerde kopmasına neden oldu. Çünkü sonuçta kendi yöntemi ile tepki gösteren halkın siyasette karşılık bulan tepkisinin bu kez silahlı güçlerce bastırılmak istenmesi, tüm çıkış yollarını kapatırken; meşrulaştırıcı izah yöntemlerini de vicdanlara hapseder duruma geldi.

Duygusal kopuşta asıl etkili olan, sokakta, medyada, siyasette zaten zıtlaşmakta olduğu, mücadele ettiği kendi değerlerinden kopuk silahsız kuvvetlerle kutsadığı kurumun özdeşleşmiş olmasıdır.

Bu kırılma mahkemede üniformalıların tepkisinden anlaşılıyor ki; yargılanmaktan çok toplumsal, bürokratik ve de medyatik düzeyde yalnız kalmalarından etkilenmiş görünüyorlar. Gerektiğinde ülkeye, vicdanlara, zihinlere nizamat veren bir buyurganlık, müthiş bir yalnızlıkla baş başa kaldığını gördü.

Bu durumu besleyen en önemli husus; sivillerin gerektiğinde askerleri cesaretlendiriyor olması, askerlerin de bu sivilleri toplumun kendisi sanmaları ya da öyle kabul etmeleridir. Bu sivil ya da silahsız kuvvetler hem sessiz çoğunluğun hem de sesli azınlığın duygusal kırılganlığının nedeni oldu.

Balyoz'dan çıkan en önemli sonuç, toplumla asker ilişkisi açısından, üniformalıların ve toplumun birbiriyle ilişkisini şekillendiren algının değişiyor olmasıdır. Ne var ki, muhafazakar hükümetin kendini devlet yerine ikame etmesi uzun vadede hem devlet hem ordu bağlamında öncekinden daha yaygın ve meşrulaştırıcı bir asker algısı inşa edeceğe benziyor. Evet, devlet muhafazakarlaşırken, birileri de sağcılaşmaya doğru evriliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Akif Emre Arşivi