Ahmet Kekeç

Ahmet Kekeç

Kabak tadı vermiş bir konu ama sormak zorundayız

Kabak tadı vermiş bir konu ama sormak zorundayız

Muhterem Süleyman Demirel, Özal’ın öldürüldüğüne inanmıyor... Her şeyin doğal akışı içinde cereyan ettiğini söylüyor...

Kendisi anlatsın: “Öyle bir şeye inanmıyorum. Öldürüldüğüne ve zehirlendiğine, vesaireye inanmıyorum. İzmir’de olduğum için ölümünden 5-6 saat, belki 10 saat sonra gelebildim. Doktorların o gün hep bir ağızdan söylediği şuydu: ‘Buraya ölü geldi.’ Ben doktor değilim ki, onlara inandım. Ben başbakanım, elimizden gelen her şeyi yaptık.”

Devamı da var ama burada keselim...

Muhterem öyle söylüyor ama bende de “öldürüldüğüne” ilişkin bir kuşku var...

Bu kuşkuyu besleyen tonlarca da bilgiye sahibiz.

En son Devlet Denetleme Kurulu görüşünü açıkladı ve Özal’ın ölümünün kuşkulu olduğunu, dolayısıyla mezarının açılması gerektiğini söyledi.

Konu, her yıl, merhumun yakınları tarafından gündeme getirilir. Bir refika Semra Özal çıkar konuşur; bir mahdum Ahmet Özal çıkar konuşur; bir birader Korkut Özal çıkar konuşur... “Öldürüldüğü” yönünde iddialar tekrarlanır.

Bir ara, merhumdan kan örneği alındığı, bunun incelenmesi durumunda olayın aydınlatılabileceği söylenmişti. Devlet Denetleme Kurulu’nun raporundan öğreniyoruz ki, “kan örneği sonuçları” kaybolmuş yahut kaybedilmiş. Kan örneğini kimin aldığı, hangi tetkikleri yaptığı da meçhul...

Bir ara da, merhumdan alınmış “saç kılı örneğinin”, ismi belirsiz bir ülkede mahfuz tutulduğu iddia edilmiş, akabinde suikast hadisesine girilmiş, bir iki generalin ismi zikredilmiş, “Devlet içinde yuvalanmış güç odakları, faili meçhuller, şu uğursuz 1933 yazı” türünden laflar edilmiş, konu kapatılmıştı.

İlelebet kapalı kalacağı düşünülen konu, Devlet Denetleme Kurulu’nun raporundan sonra, yeniden açıldı ve kolay kolay da kapanacağa benzemiyor.

Demirel’e dönelim...

Konu ne zaman gündeme gelse, muhterem “Özal’ın vadesiyle, yani normal yollardan öldüğünü” söylüyor... “Cinayet” iddialarına ise gülüp geçiyor.

Oysa bir beyanatında, “ABD kaynaklı bir yerden (Houston Hastanesi’nden) sağlığının iyi olmadığı konusunda bize bilgi geldi. Ancak problem bilgimiz kadarıyla kalbiyle değil, prostatıyla ilgiliydi” demişti.

Bu açıklamayı, Emin Çölaşan’ın bir yazısı üzerine yapmak zorunda kalmıştı.

Hadise şuydu:



Demirel’in “sağ kolu” işlevi gören dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk, “Özal’ın yakında gidici olduğunu, iki aya kalmadan öleceğini” kuzeni Emin Çölaşan’ın kulağına fısıldıyor.

Çölaşan da “Bizim hala oğlu bana bunları anlattı” diyerek, “Özal’ın ölümü çevresindeki kapalı devre muhabbeti köşesine taşıyor.

Bu konu Cindoruk’a sorulduğunda, şöyle cevap vermişti: “Vefatından iki gün önce Orta Asya gezisinden dönen Özal’ı, TBMM Başkanı ve Cumhurbaşkanı Vekili olduğum için ben karşıladım. Nasıl olduğunu sorduğumda, çok yemek yediği için midesinden rahatsız olduğunu söyledi. Doktor değilim, ama avukat olarak çok cenaze gördüm. Midesine aşırı yüklenme sonucu ortaya çıkan rahatsızlığın kalbini etkilediğini düşünüyorum. Zehirlenme konusunda bir belirti görmedim.”



Mümkündür.

Midesine aşırı yüklendiği için ölmüş olabilir.

Fakat, Cindoruk’un cevaplaması gereken soru Özal’ın nasıl öldüğü değil...

Asıl soru şu:

Cindoruk niçin kuzeninin kulağına, “Bu gidici, yakında ölecek. Haberin kaynağı Baba’dır. Bu devlet bilgisi... Sadece sen bil ve ağzını sıkı tut. Önümüzdeki yaz aylarını çıkaramayacak. Baba sağlamcıdır. Bunu diyorsa bir bildiği vardır” diye fısıldadı?

Devlet bilgisi niçin kuzenler arasında paylaşılıyor?

Kuzenin dahi bilgisinde olan bir konu, niçin “devletin başındaki” kişiden (yani Özal’dan) gizleniyor?

Daha önce de sormuştum, tekrar soruyorum:

Özal’ın “öldürüldüğüne” inanmayan Demirel’in “sağlamcılığı” nerden geliyor?

Hangi fani, ölüm konusunda bu kadar kesin ve sağlamcı konuşabilir?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Kekeç Arşivi