Engin Ardıç

Engin Ardıç

Adnan'a gitmedim

Adnan'a gitmedim

Yahu benden gazeteci mazeteci olmaz, Berlin'e gittim de Adnan'a gitmedim. Adnan, Berlin'de İtalyan lokantası açmış bir vatandaşımız. Bütün sosyetenin uğrak yeriymiş, hem Berlin sosyetesi, hem dünya sosyetesi, hem de yolu oralara düşen Türk gazeteci sosyetesi...
Benden gazeteci olmaz çünkü yurt içi ve yurt dışı gezilerimde cebimden kendi paramı harcıyorum bir kere. Bu ne biçim Türk gazeteciliği?
Adnan'a gitmedim, Dressler'e gittim, hem de sık sık.
Unter den Linden üzerinde, bir zamanların ünlü "Friedrichstrasse köşesinde", şimdi yerinde yeller esen Cafe Kranzler'in hemen yanı... (Kurfürstendamm'da savaştan sonra açılan "çakma Kranzler" ile karıştırmayınız.)
Bu köşe, Berlin'in en kalabalık, en işlek, en civcivli noktasıydı.
Adnan'a gidip pizza yemektense, Dressler'de oturup eski Berlin'i hayal etmek daha güzel.
Ama önünden katar katar geçen Japon turistleri SS ya da SA farzedeceksin!
Ya da en iyisi karşıdan, Bahnhof'tan doğru Bertolt Brecht gelsin yanına otursun... İki blok ötede "kitap cenneti" Dussman var. Dussman'ı gezince yarım yamalak Almancamı ilerletmeye ossaat karar verdim. Brecht'in zamanında da var mıydı acaba?
Brandenburg Kapısı üzerine çıkmış Spartakistler caddeden aşağı ateş etsinler, aylardan 1918 kasımı olsun. Belki Talat Paşa da gelir bir bira içmeye, vurulmadan önce.
Ya da 1922, hesabı "milyar mark" olarak öder, bir taksiye atlarsın sen de, takside Sibel Can çalıyor, şoför "burada çok rahat edersiniz abi," diyor, "buralar bizim sayılır!"
Dressler'e o kadar takıldım ki, sağ dipteki masayı "Stammtisch" yaptım sayılır, "müdavim masası"...
Hayır, Adnan'a gitmedim.
Kreuzberg'e de gitmedim, Türkler'in sorunlarını bir başka gezide irdeleriz artık. Zaten gazeteci değilim ki...
Bendlerblock'a gittim. Savaştan önce Kara Kuvvetleri Komutanlığı (Wehrmacht), şimdi Federal Savunma Bakanlığı...
Hitler'e bombalı suikastı gerçekleştiren Von Stauffenberg'in kurşuna dizildiği avluya gittim, duvarın dibinde bir sigara içtim. Filmini görmüşsünüzdür, Tom Cruise oynuyordu. (Aynı konuyu anlatan başka bir filmde de Sebastian Koch oynuyordu ama kimseden benim kadar tarih ve sinema manyağı olmasını bekleyemem.)
Bir de Landwehrkanal kıyılarını dolaştım...
Rosa Luxemburg'un cesedinin, faşistler tarafından öldürüldükten dört ay sonra kanal kıyısına vurduğu noktaya gittik, oralardan kopardığımız kır çiçeklerini suya attık... Saygı duyduğum tek komünisttir.
İşte böyle efendim, Attila İlhan "herkesin Paris'i başka" demişti, herkesin Berlin'i de başka oluyor.
Bütün müesseselerin tıkır tıkır işlediği Almanya'dan, herşeyin sapır sapır döküldüğü Fransa'ya geçince sorunlar da başladı. Otel eski ve kalın duvarlı bir taş bina, Internet bağlantımız var diye hava atıyorlar ama kablosuz sinyal "çekmiyor", çağdaşlık olsun diye de kablolu modemi kaldırmışlar, işin kötüsü benim kendi Wınn modemim de çekmiyor, oteli değiştireceğim ama her yer tıklım tıklım dolu, kahveye gidiyorsun, WiFi var mı diyorsun, biz bilmeyiz öyle şey diyorlar...
Canıma tak etti, gazeteyi aradım, birkaç gün izin rica ettim, sağolsunlar, gez dolaş keyfine bak dediler. İşte efendim bizim dört günlük "mecburi izin" böyle sağlandı, yoksa kimse "programımızı kaldırmış" falan değil çok şükür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Engin Ardıç Arşivi