Cemal Nar

Cemal Nar

Çağın En Büyük Meselesi

Çağın En Büyük Meselesi

Müslümanlardan bir çok alim, mütefekkir ve hareket adamı ittifakla şunu söylerler ki “çağın en büyük meselesi, iman meselesidir.” Yani “imanı koruma ve kurtarma meselesi.”

Birçok insanın cehaletine kurban gittiği ve kendini Müslüman sansa da dinden çıkıp küfre düştüğü, gözlerimizin önünde cereyan eden acı bir gerçektir maalesef. Ne var ki İslam Beldesinde (ihtilaflı bir konu) yaşadığı halde bu noktada bilgisiz olmak, çeşme başında susuzluk çekmek gibi anlamsız olduğundan, mazeret olarak kabul edilmemektedir.

Küfür ateşinin doğrudan “kafirlik” olarak değil de vahyi inkar eden laiklik, sekülerizm, aydınlanma, bilimsellik, rasyonalizm, pozitivizm, materyalizm, bireyin özgürlüğü, demokrasi, modernizm vb. gibi Batı Kültürünün ürettiği çağdaş kavramlar ve düşünce akımlarının aracılığıyla İslam Alemini cayır cayır yaktığı bir zamanda, inananların bir itfaiyeci gibi İslam ile su serperek bu yangından insanları kurtarmaya çabalaması, bir nevi Peygamber görevini yüklenmesi demektir. Elbette bu iş hayatî derecede çok önemli olduğu kadar, çok sevaplı, çok faziletli ve bol mükafatlı bir iştir.

Bu işi yapanların kıymetleri ve dahi ücretleri de, imanda, sevgide, merhamette, davette, amel ve cihatta beraber olmaları sebebiyle - Allah bilir ya - ahirette onlarla beraber, veya onlara çok yakın olacaktır. Bu konuda ayetler, hadisler, selefin sözleri ve daha geniş bilgi ve açıklamalar için bizim “Alimin Önderliği” kitabımıza bakılabilir. (Ukde Yayınları).

“Tekfir” kelimesi Resulullah (sav) Efendimiz zamanında pek kullanılmayan bir kelimedir. Onun zamanında “Müslüman gözüken” “münafıklar” vardı, ama Sevgili Peygamberimiz hiçbir zaman onları açıça ilan ederek tekfir etmemişti. Sebebi de basitti. Madem Müslüman gözüküyorlardı, madem İslam toplumuna ayak uyduruyorlardı, öyleyse gerçeği söyleyerek cemaatten kopmalarına ve topluma yeni sorunlar açmalarına gerek yoktu.

“Kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Sevdiriniz, nefret ettirmeyiniz” diyen ve günah olmadıkça işlerin daima kolayını seçen Sevgili Peygamber Efendimiz, (sav) son derece kolaylaştırıcı ve pratik yararları gözetici idi. İstiyordu ki o münafıklar kendi içlerinde sorunlarını çözsünler, bunu başkalarına anlatma imkan ve fırsatı bulamasınlar. En azından kendileri öldüğü zaman mesele tamamıyla bitsin.

Ancak Hz. Osman‘ın (ra) şehadetinden sonra gelişen olaylar, özellikle de Haricilerin Hz. Ali (ra)’den ayrılmaları ile tekfir meselesi yoğun bir şekilde gündeme geldi. Hariciler Hz. Ali ve Hz. Muaviye (ra)’ye ve her ikisinin taraftarlarına maalesef “kafir” diyorlardı.

Neden?

Güya hakem olayını kabullenmekle Allah Teala’dan başkasının hakemliğini kabul etmiş oluyorlardı. Böyle yapmakla da “hüküm ancak Allah’ındır”( Yusuf, 12/40) ayetini inkar etmiş (!) oluyorlardı. İnsan böyle cahil olursa, maalesef o günde de bugünde de ayet okuyarak sapıtırdı (!).

Oysa savaş esnasında karşı taraf mızrakların ucuna Kur’an-ı Kerimi asarak onun hakemliğine çağırdıklarında, Hz. Ali “bunun bir harp hilesi olduğunu ve savaşa devam edilmesini” emretmişti. Fakat bizzat hariciler ve başka taraftarları (şia) halifelerine isyan ederek, onu kabule zorlamışlardı…

Bu savaşta binlerce sahabî ölmüştü. Bu olaylar yeni soruları gündeme getiriyor ve kafaları karıştırıyorlardı.

Acaba kim haklıydı?

Ölenlerin, öldürenlerin dinî durumu ne idi?

Hangi suçlar “büyük günah – kebire” idi ve bunu işleyenlerin iman açısından durumu ne idi?

Kaderin bu işlerde etkisi neydi, ne kadardı? Vs. vs…

İşte bu tartışmalar beraberinde bir sürü görüş ayrılığını, bu ayrılıklar da sünnet ehli ve bid’at ehli olmak üzere birçok itikadî mezheplerin doğuşunu getirdi.

Konu ile ilgili çok kitaplar yazılmıştır. Ama yakın zamanda yazılması, eserin kolay bulunur olması ve konuları güzel işlemesi açısından Ahmet Saim Kılavuz’un, “İman Küfür Sınırı” isimli eserini tavsiye edeceğim. Bu kitap bu mezhepleri ve delillerini geniş olarak işler. (Bkz. s. 75-182.)

Tekfir konusu da orada bütün yönleriyle enine boyuna işlenmiştir. Biz de “İnançta Arınma” isimli kitabımızda bu konuyu yeterince incelemeye çalıştık. Ortaya faydalı bir eser çıktı sanırım.

Şimdi biz bu kaynaklardan da yararlanarak konunun ana hatlarını görmeye ve meselenin nezaketini göstermeye gayret edelim inşallah.

Yeni ve uzun mesafeli bir birlikte yürüyüşe hazır mısınız?

Not:
Sivas olaylarının her yıldönümünde öldürülenleri unutmayanlar, yine şehit edilen Başbağlar köylülerini görmezden geldiler ve önemsemediler. Fitne ve fesat yuvası derin güçler, Sivas ve Başbağlar hadiseleri ile toplumu bölme, kutuplaştırma ve çatıştırma istediler ama Allah Teâlâ tuzaklarını başlarına geçirerek kendilerini rezil etti. Bu iki olaydan ders alma dualarımla, mazlumlara rahmet ve cennet dilerim.



Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi