Alevîlik sorunu ve türlü dinî yapılar
Alevîlik hemen her vesile ile gündeme gelen bir konu Türkiyede. Fakat bu meselenin, bilhassa Avrupa Birliğine üyelik başvurusu yaptığımız dönemlerden bu yana, daha bir hararetle tartışıldığı da ortadadır.
Dolayısıyla bu tartışmaları, her türlü alt-kültürel yapıların kendini ifade yolunda başvurduğu imkânlardan biri olarak mütalaa etmek durumundayız.
Yani hemen her bireyin ve alt-kültürel grubun kendini ifade biçimi cinsinden bir şey!.. Fakat burada önemli olan bu tür hakların, kişi hak ve hürriyetleri cümlesinden bir hak olarak mı kullanılacağı, yoksa benzer düşünceye sahip toplulukların çeşitli tüzel kişilikler olarak ayrı bir hukuka mı tâbi olacağıdır.
İşte bu hususta yaşanan sınırsız gelgitler hem ilgili grupların, hem merkezî idarenin hem de genel Türkiye toplumunun zihnini alabildiğine karıştırmış bulunmaktadır. Fakat işte görüyoruz, son on beş yıldır çalkalana çalkalana bir yola doğru hızla evriliyoruz. Bu uzun sürmüş çalkantı döneminde, çoklarının zihninin teşevvüşe uğradığını, istikbale dönük ümitlerinin de teşvişe düştüğünü görmek zor olmuyor.
Ancak bizim söyleyeceğimiz, bu hususta, yersiz bir paniğe düşülmemesi gerektiğidir. Türkiyenin tarihsel/toplumsal sözleşmesini yeni baştan testten geçirdiği, yeniden kurgulamaya çalıştığı bu dönemi büyük tahribatlara meydan vermeden aşabileceğimizden emin olmak gerekmektedir. Büyük denizleri andıran ana kütlenin derin sükûtu, her türlü oldubitti karşısında da paniğe kapılmayan sağduyusu, en büyük teminatımızdır. Dolayısıyla yaşadığımız dalgalanmaların daima satıhta kaldığını, bunların uzun olmayan bir sürede yatışacağını kabul etmek durumundayız.
Sonra ne olacak?
Olacağı şu ki; sonra hepimiz birbirimizin yüzüne bakacak ve tekrar kucaklaşacağız! Büyük Türkiyenin istikbale dönük heyecanları ortak paydamız olarak hepimizi saracak, kuşatacak!.. Mütareke döneminin zihin karmaşasını kademe kademe nasıl aşmışsak, Milli Mücadele heyecanı bizi nasıl tekrar yekvücut hale getirmişse, aynen onun gibi evrelerden geçecek, tarihin ve coğrafyanın bu noktasında yepyeni bir tekevvün gerçekleştirmiş olacağız.
Fakat burda Amerikanın Irakta ve Afganistanda yaptığı gibi, Avrupa Birliğinin bizi ordan buradan didiklediği gibi, kendimizi yamalı bohça bir yapıya da düşürmememiz gerekmektedir. Malûm, Türkiye şu anda, anadillerin öğrenilmesi hususunda önemli bir adım atmış bulunuyor. Ayrıca bu adım bayağı yerinde de olmuştur. Fakat benzer bir adım din alanında nasıl atılabilir ya da atılabilir mi? İşte Türkiye yönetimi bu hususta kendini türlü talep ve baskıların altında hissediyor, ayrıca yoruyor da yoruyor.
Ortadaki soru da şu: Alevilik tasavvufi bir ekol müdür, bir mezhep midir? Yoksa büsbütün başka bir din midir? Yaşadığımız son tartışmaların özü burada toplanmaktadır. Gene bu tartışmalarla ilgili bir başka gelişme de, Aleviliğin İslâmdan ayrı bir din olmadığı hususundaki umûmi konsensüstür. Bilhassa da Batı Anadolu ve Orta Anadolu, Malatya, Sivas gibi Alevi bölgelerden yükselen seslerin, Tunceli merkezli ayrı din, çıkışını bastırması hadisesidir. Dolayısıyla hem Alevilik adına, hem Ortak Türkiye şuuru adına ortaya konan sağduyulu bu tutumu kutlamak hem de onların gerçekçi talepleri karşısında yüksek bir anlayış ortaya koymak icap etmektedir. Evet Alevilik İslâmdan ayrı, müstakil bir din değildir!.. Fakat bu onun Sünni yorum içinde mütalaa edilmesine de asla imkân vermemektedir.
İşte burada Aleviliğin, tarihte olduğu gibi kendine mahsus tasavvufi bir ekol olarak tanınması, onun apayrı bir tüzel kişiliğe dönüşmesi, daha doğrusu da cemevlerinin dinî ve hukukî hüviyetler biçiminde tezahürü nasıl sağlanabilecektir? Kaldı ki yaşanan sıkıntının aşılması hususunda, şimdiye kadar bir yol bulunabildiği de söylenemez. Dolayısıyla bu hususta hem idarenin beslenmesine hem de Sünni câmialarla Alevi camiaların elbirliği ile çalışmalar gerçekleştirmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Kaldı ki sorunun sırf Alevilerle sınırlı olmadığını, aynı zamanda Sünnî tarikat cemaat yapılarının da benzer hukukî boşluklar içinde yüzdüğünü rahatlıkla ifade edebiliriz. Nitekim bu tür toplumsal yapıların kurduğu dernekler Emniyetle; vakıflar Vakıflar Genel Müdürlüğü ile; iktisadi şirketler de maliye ve vergi daireleri ile ilişkili bulunsa bile, onların hâiz olduğu dinî hüviyetlerin hukuken karşılığı üretilebilmiş değildir.
Yani bu alanlarda yaşadığımız hukukî boşluklar sırf Alevilerle ilgili olmayıp umûmidir.
Dolayısıyla karşı karşıya bulunduğumuz sorunları, herhangi bir kutuplaşmaya meydan vermeden sükûnetle konuşmaya, müşterek çözümler üretmeye mecburuz.
Ayrıca böyle kangrene dönüşmeye müsait problemlerin çözümsüz bırakılmasının iyi sonuç vermediğini de söylemek durumundayız.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.