Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Biraz daha insan, biraz daha ramazan

Biraz daha insan, biraz daha ramazan

Çiftetelli gazetelerinde ramazan sayfaları cümbüşü, televizyonlarında “Nerede o eski ramazanlar!..” nakaratı...


Çiftetelli medyasının “eski ramazan”ları kantodan, kantocudan geçilmiyor: Bir yanı Karagöz-Hacıvat, bir tarafı yemek tarifleri, bir tarafı şarkı-türkü...


İftar çadırları, ecdadın “yardımlaşma” kültürünü güncelleştiren olumlu bir yaklaşım. Balkan Müslümanlarıyla Türk cumhuriyetlerini ziyaret ise ecdadımızın meşhur “Sürre Alayı”nı andırıyor.


İftar mekânlarda fakir-fukaranın yanında yolcular da iftar etme fırsatı buluyorlar. Teravih sonrası uygulanan programlar ise, bir kez daha değerlendirmeye muhtaç gözüküyor.


Konuşmak için dâvet edildiğim bazı iftar çadırlarında yapmaya çalıştığım kültür sohbeti, iki türkü arasına kıstırılmış bir yasak savma gibi. Asıl maksat ramazanı “muhabbet”le taçlandırmak mı, yoksa ramazan bahanesiyle eğlenmek mi? Birikimli hatipler bile, iki türkü aralığında ne konuşacaklarını şaşırıyorlar!..


Dahası var: Bazı belediyeler (ilgilenen olursa isim de verebilirim) halkın talebini gerekçe göstererek iftar gecelerini on onbeş bin liraya (bazen çok daha fazlasına) tuttukları “sanatçı”ların resmi geçişine dönüştürmüş. “Ramazan programı”nın ramazanla bağı kopmuş, eski Direklerarası’nı andıran bir konuma düşmüş!


Kimi televizyon programları zaten besbeter: İftar programlarında iftar lezzeti, sahur programlarında sahur bereketi yok. Çengi-çalgı, şaka-şamata gırla gidiyor. Öyle bir kargaşa ki, amaç “eğlendirme” hedefine dahi ulaşmıyor.


Hâlbuki bu topraklarda ramazanlar ramazan gibi yaşanırdı. Sadece mideler değil, onun önünde ve çok ötesinde ruhlar doyardı. Ramazan kandili, minarelerden önce yüreklerde yanar, yürekleri aydınlatırdı.


Oysa bugün “eski ramazanlar” öyle bir anlatılıyor ki, içinde ramazanı mumla arıyorsunuz!


Sanki ramazan demek Karagöz-Hacivat demek! Kanto demek, “Direklerarası eğlenceleri” demek!..


Tamam, kültürümüzde Karagöz’le Hacivat var, ama onları da kendimize benzetmedik mi? Bizim gibi siyasallaşıp kötü espriler yapmaya, hatta zaman zaman bu uğurda edep çizgisini bile aşmaya başladılar (Tarihçi İsmail Hami Danişmend’in nakline göre, Karagöz’le Hacivat, Bursa/ Ulucami inşaatında çalışırken, fazla gevezelik edip işçileri meşgul ettiklerinden dolayı tutuklanıp inşaat bitene kadar hapsedilmişler).


Kanto ise, azınlıkların ve onlar gibi yaşayanların eğlencesidir. Düşünün ki, Fransa’da kral ile kraliçe dans ettiler diye onları fırçalayan Padişah, kendi ülkesinde yarı üryan bir kadının dans etmesini hoş görür müydü (kadınların kendi aralarında oynayıp eğlenmeleri ayrı bir bahistir ve konu dışıdır. Onun da zaten ramazanla ve ramazan kültürüyle uzaktan yakından ilgisi yoktur).


Ramazan, kaynağını imandan alan yaşama biçiminin diğer aylara nispetle daha yoğun biçimde hayata yansımasıdır...


Bu anlamıyla ramazan, duygu zenginliği içinde yaşanan ruhsal güzelliklerin bütünüdür...


İçinde nefis terbiyesi olduğu gibi insanı kavrama aşkı da var, Allah’a “zikir, fikir, şükür” ve tabii ki “infak=yardımlaşma)” yolundan ulaşma azmi de...


Oysa biz ramazanı da arabeskleştirip kendimize benzettik: Biraz ramazan, biraz çiğköfte-lahmacun, biraz Direklerarası masalı!


Sultanahmet Camii avlusu biraz cami, dolu dolu mide, büyük ölçüde vur patlasın, çal oynasın eğlence!..


Bu kargaşadan bunaldıkça, Bayezid Camii’ne sığınıyorum: Geleneksel fuarda kitaplarla buluşmaya...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi