Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

“Kitaplar, İnsanlardan Daha Sahici Cevaplar Verirler”

“Kitaplar, İnsanlardan Daha Sahici Cevaplar Verirler”

Hz. Ebubekir r.a. Hazretleriyle başlar kitabın itibarı. “Kitaplar, akıllı insanların bahçeleridir” buyuruyor.

İslâm âlimi Fahreddin Razi’nin vecidli şu sözünü bugün taşıyabilecek olanlara selâm durmak gerek: “Hayatımda iki gece kitap okumadım; evlendiğim gece ve babamın öldüğü gece.”

Okumayan düşünemez. Kitapların yakıldığı yerde bir müddet sonra insanlarda yakılır. Söyleyen bir ecnebi de olsa şu söz hakikatlidir: “Bir bahçen ve bir kitabın varsa hiçbir eksiğin yok.”

Yavuz Sultan Selim, seferlerde develere yüklettiği kütüphanesinden hiç ayrı kalmadı. Şehzadelik devresinde uykusundan kısıp kitap okumaya daha fazla vakit ayırıyordu. Bolşevik Rusya’nın kurucusu Lenin’in Sibirya sürgününde Marks’ın kitaplarını bin kez okuduğunu söylerler. Biz hangi temel kitabı kaç kez okuduk ve fikirleştirebildik?

Doğu ve Batı toplumlarında yerleşik hayata geçildiği ilk yüzyıllarda bile hikmet sahibi insanlar itibarlı ve etkiliydiler. Ortaçağın ilk zamanlarından başlayarak Avrupa medeniyet merkezlerinden Bağdat’taki Beytül Hikme’ye, İskenderiye’den Yunan ve oradan Osmanlı medeniyetine kadar, okuyan ve kitap yazan zümrelere toplum ve devlet katında gösterilen perestiş çağları aşarak bugüne gelmiştir.

İbni Haldun’un Mukaddimesi’nde belirtildiği gibi, bin yıl önce bile milletlerin, büyük devletlerin medenî olma hususiyetlerinin ortaya çıkmasında okuma ve kitap sayısının yaygınlığı önemli sebepler arasındadır.

“KİTAP, İNSANLA LİSANSIZ KONUŞUR VE CEVAP DA İSTEMEZ”

Osmanlı’nın 17. Asrında önemli kitap âlimi Kâtip Çelebi müfrit bir kitap kurdu ve okuyucusuydu. Memuriyeti dolayısıyla seferlere de katılan Çelebi, gittiği yerlerde sahaflara uğrayarak çok kitap aldığını anlatır. O, kendisine düşen mirasın tamamını kitaba veren ve o tarihte bulunmasından ümit kesilen önemli ilim kitaplarının kendisinde olduğunu belirten bir kitap kurduydu. Kendisini dinleyelim:

“Bazen bir kitabı gözden geçirme arzusu içime düştüğü zaman güneşin batmasından doğması vaktine kadar mum ışığı altında çalışır, dururdum. Bundan dolayı hiç bıkkınlık ve usanç duymazdım.”

Çelebi üstad, kitapla dostluğunu taşlara kazınacak şu veciz sözle anlatıyor: “Kendisiyle konuşup sohbet edilecek, kitaptan daha iyi bir dost yoktur. Çünkü kitap insanla lisansız konuşur ve cevap da istemez.”

“KİTAPLARIN RÜYASI AHAD İKLİMİNDE GÖRÜLÜRMÜŞ”

Bu divâne yolunun müdavimlerinden Mehmet Önal’ın hakikaten derûna işleyici: “Kitapların rüyâsı Ahad İklimi’nde (Allah’ın birliği, tekliği ve Kur’ân’ın yürürlükte olduğu bir zaman) görülürmüş. Kitapların mayası, kelâmın mukaddes tutulduğu demlerde atılmış. Tekevvün (oluş) kitabın rüyâsı. Onun kitabını oku. Diğer kitapları, ona göre oku! Kendinde, o kitaptan bir sayfa bul. Diğer kitaplar, bunların gölgesi. Bir elimde güneş, bir elimde ay... Bütün kitapların birleştiği kitap. Bu vücûdun sâhibi, tasarruf etmeden bize, kim okur gönül kitabını? Son kitap: Et, kemik ve biraz da kan. Okumak: Tahkiki arayan kocaman bir zan. Bism-i sübhâne... kendi kitabını oku.”

Bütün kitapların rüyası ve tasavvurunun “Ahad ikliminde görülmesi”, yukarıdaki söyleyiş itibariyle Allah c.c.’ın birliği ve tekliği mânasının yanında Kur’ân’ın yürürlükte olduğu zaman mânasına gelir ki, kitap tiryakiliğimi ve sıradan da olsa okumak ameliyemi en soylu amellerden biri olarak tescil eden bu satırlar başucumdan hiç kalkmayan kitap ve notlarımın arasında durur ve canım sıkıldı mı okurum.

Kitap dostluğunu, insanlardan daha ziyade bir dost olarak gören Enis Batur’un “Kitap insanlardan daha sahici cevaplar verir” demesindeki maksat ne olabilir?:

“Kendimi kütüphanede güvencede hissediyorum, kitaplar benim dostum, arkadaşım, onlar sahici insanlardan daha sahici cevaplar barındırıyorlar. Bütün kitapları kendisinde barındıran ‘Sonsuz Kitap Kavramı’ üzerine düşünüyorum.”

KİTAPLARLA YÜRÜYORUM GÜNDÜZ GECE

Kitap ve okumanın ustalarının izinden giderek ne dediklerini paylaşmak istedim. Bu yolda fakîr haldeyim? Bilgeliğin ve umranın yolu kitaplarla bulunur diyerek yürüyorum gündüz gece. İnsan hayatında katledilemeyen veya en az müdahale edilebilen sahanın kitaplar olduğuna inanarak ömrümü kitapların arasında tamamlamaya niyet ettim yürekten.

Kitaplar muazzez medeniyetimizin anlam bilgisini öğrenmek içindir. Kitaplar bütün güzelliklere ve doğru olana götüren düşüncelerin, duyguların kapısını açmaya vesile olan birer anahtardır. Bütün dillerin ve hayatların mâna dünyasını düşünceme taşıyan bir Hüdhüd Kuşu’dur kitaplar.

Kılavuzum ve dert ortağımdır; hiçbir zaman ayrı düşmedim kitaplardan. Beşeriyetimizin ham tarafından kurtulup âdemiyetimize ulaşmanın yolunu gösteren, dinimizin çağrısına ters düşmeyen bütün kitapların edebî seslerinde saadet bulabileceğime inanarak okudum ve sevdim kitapları. Yazgımı kitapların tayin ettiğine inanıyorum; yani dost kitapların.

Âmâ üstadım Cemil Meriç’in cerbezeli diliyle, “Kitap bir limandır benim için. Ve kitaptaki insanları bazen sokaktakilerden daha çok sevdim. İçindeki ses, içindeki ışık, içindeki sevgi, içindeki ruh, içindeki çile, içindeki gözyaşı, içindeki tecrübe çekiyor beni.”

“BİZLER Kİ, BAŞLARI AYNI KİTAPLARA EĞİLMİŞ KİMSELERİZ”

Her insan dünyaya bir vazife için gelir. Kitap ve okumak, ömür defterime düşülmüş bir alınyazısıdır. Yazgımın kitaplara yazıldığına inanıyorum.

Kitabı geçici bir menfaat vasıtası olarak görenleri ve kitaba samimi bir dost muamelesi yapmayanları telin ettim hep. Kitap, bir zihin jimnastiği ve marazî okuma metinleri değildir. Dünya imtihanını kolay atlatmanın bir vasıtası saydım. Bazı zamanlar fikrî ve edebî düşünce ringlerine çıkmadan önce dili iyi kitaplardan bir miktar okuyup öyle çıkarım evimden. Şekeri yükselmiş bir hasta nasıl insülin vurulursa damarından; dilimin, yüreğimin, işimin veriminin düştüğünü anladığım an, bir köşede oturup, yanımda hazır olan dili iyi bir kitaptan beş-on sayfa okuyuveririm. Hayattan muradımı ve meşrebimi Konfüçyüs’ün sözü izah eder gibi duruyor: “Tanrım, bana kitap dolu bir ev, çiçek dolu bir bahçe ver.”

Kitap mütehassısı ve meftunlarına görüşlerinden dolayı minnettarlığımı beyan ettikten sonra, milletimize şu çağrıyı yapmak haddimiz olsa gerek: “Bizler ki, başları aynı kitaplara eğilmiş kimseleriz. Bizden yakın akraba mı olur?”

Arif Nihat Asya söylemiş kitap dâvamızın mihver sözünü: “Bizde ayrı sayılmaz bir kitap bir mihraptan / ki uğuldar kubbemiz ‘Oku! diyen hitap.”

--------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

GÖNLÜME DÜŞENLER

Dursun Yıldız; muallim. Bir Hocam kolundan bağlı olarak Fikir Dükkânı’nın, yani Mekteb-i İrfan’nın ilk kuşak müdavimlerindendi. Yıllar var ki dostlar meclisine uğramaz. Bir zaman geldi ve şöyle diyerek gitti: “Ben Bir Hocam’dan izinliyim.” Ondan sonra gören eden yok. Çok konuşma âfetinden kurtulmuş sesiz bir sükût eriydi. Sohbetlerde onu konuşturmak için olmadık zarflar atarlardı da yine de ağzından şifa niyetine bir cümle alamazlardı. Bu özelliğine rağmen nüktedan ve zarfçı bir dosttu. Aynen Hocası gibi… “Şıp demiş hocasının burnundan düşmüştü.” Bazen dili açılır ve en çok da bu fakîre ince zarflar atardı. Aleyh ve zarflarından hoşnut olurdum. Dostlar hânesine gelmesi için birkaç çaba sarf edildi fakat netice alınamadı. Fikri sağlam bu gönül dostumuzu dosthânemize bekliyoruz. Dostluğun pîrlerinin öğütlerini unutmadıysa çıkıp gelmeli ve şâd etmeli bizleri.
------------------------------------------

İSMAİL GÖKTÜRK VE EBRÛ DUASI

Ehl-i dil ve ebrûzen bir ustanın yazdığı “Ebrucunun Duası” nı gönlüne şifa, gözlerine ve ellerine nazar ve kuvvet versin niyetiyle, ebrû, tezhip ve hattı terkibleştiren İsmail Göktürk’e hediye etmek ne güzel.

“EBRUCUNUN DUASI”

“Ebru ustası sanatını icra etmeden önce işe duayla başlar. Ebru teknesi küçük bir kainat kitabı gibidir. Okumasını bilene her dâim derin manalar, varlığın sırrını anlamada emsalsiz mülâhazalar sunar. Ebru sanatı her ne kadar fizik, kimya gibi müspet ilimlerin kaideleriyle oluşsa da manevi dinamiklerin ebru teknesine tesiri çok zaman hissedilir. Kişinin ruh hali suyun yüzeyine tesir eder. Moral bozuk olarak ebru teknesinin başına geçildiğinde çoğu zaman düzgün ebru çıkmaz. Buna o anda yaydığımız negatif enerjinin sebep olduğu düşünülebilir. Yine su moleküllerinin latif bir musiki ile sert bir müzikten nasıl etkilendiği deneylerle ortaya konmuştur.
Hoş nameler çalarken moleküllerin hareketlerinin düzenli ve âhenkli, sert ve rahatsız edici bir müzik sesinde ise düzensiz ve kararsız hareket ettikleri saptanmıştır. Ebru yapmaya başlamadan evvel bütün menfi his ve duygulardan olabildiğince kendimizi arındırmaya çalışmalıyız. Üzerimizden negatif enerjiyi alacak, konsantrasyonu sağlayacak bazı uygulamalar yapılabilir. Her ebrucunun kendine has psikolojik hazırlığı mutlaka vardır. Ancak belki faydalı olur ümidiyle kadim ustaların bu husustaki uygulamasını burada ifade etmeyi vazife addediyorum: Bir boy abdesti alarak ebrû teknesinin önüne oturan ebrucunun Âlem-i imkân olarak idrâk ettiği bu tekne karşısında:
Bismillahirrahmanirrahim, İlâhi yâ Rabbil Ezel’deki Hükm’üne uygun olarak bu teknede zuhur edecek olan nakışların, Hilkat’in nakışlarında meknûz olan Hikmet’ini idrâkden âciz olan bu fakirin nefsini teshir edip de enâniyetini azdırmasına izin vermel Nefsimi, senin gibi bir Hâlık olma vehminden de, bu vehmin tevlid edeceği bir şirk-i hafîden de, hubb-ı riyasetten de koru, yâ Hâfızl Fakiri ‘lâ fâile illallah’ sırrının edebiyle techiz et. Bu tekne başındaki mesaiyi senin zikrinle taltif ve sana olan kulluğumun bir nişanesi olarak kabul et. ‘Destûr yâ Hakki’ diyerek ilk fırça darbesiyle yayılacak olan boyaların ihtişamını gönlü iftiharla dolan bir üstad olarak değil de, aksine Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin basit ve mütevazı bir aracı olduğunun idrâkiyle ebruya başlanır.”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi