Faruk Köse

Faruk Köse

Kürt sorununun çözümünde aranan muhatap bulundu

Kürt sorununun çözümünde aranan muhatap bulundu

Ülkenin başının belası “terör sorunu”nun nasıl çözüleceğine dair “arayış”lar, “sorun kiminle konuşulacak, muhatap kim?” sualine takılıp kalıyor, önerilen “çözüm yolları” o noktada tıkanıyor.



Hakikaten de, artık iyice anlaşıldığı üzere, çözüme giden yolda sadece “mücadele” ile değil, yanında “müzakere”yle de, sadece “çatışma” ile değil, yanında “diyalog”la da, sadece “resmi bakış”la değil, yanında “sivil düşünüş”le de, sadece “bencillik”le değil, yanında “empati”yle de... yürünmesi gerektiği anlaşıldı. Bunun anlaşılmış olması gerçekten çok önemli; zira “devlet aklı”nın bunu anlaması için -yaklaşık- 30 yılın geçmesi, 40 bin insanın ölmesi gerekti.

Terörü besleyen ve esasında “Laik-Kemalist-Liberal rejim”den kaynaklanan “Kürt sorunu”nun çözümünde kim muhatap alınacak? Kim muhatap alınmalı?

Probleme bu zamana kadar “yok edene kadar çatışma” mantığıyla yaklaşıldı. Üstelik bu yaklaşıma, esasında “İslam Ümmeti”nin birliğine vurgu yapması gereken “dindar kesim” de “bilinçsiz”ce destek vererek, “dini kisve”yle süslenmiş “neo-ulusalcı” bir yaklaşıma saptı. “Terör örgütü”ne karşı durulurken “akl-ı selim” ve “adalet” hudutları aşıldı; bütün Kürtler hedef tahtasına oturtulup “karşı taraf” hanesine yazıldı. Hal böyle olunca, “müslüman Kürt halkı” ister istemez her geçen gün terör örgütünün kucağına itilmiş, adeta iteklenmiş oldu. Terör örgütünün “ayrılma”ya ve “ayrışma”ya dayalı talepleriyle müslüman Kürt halkının “İslami kimlikten kaynaklanan doğal talepler”i bir tutularak, Türklerin gönlünde “Kürtlerden nefret psikolojisi”nin yerleşmesine zemin hazırlandı. “Oyun”a gelindi, “şovenist duygular”ın “Ümmet bilinci”ne galip gelmesine göz yumuldu.

Şimdi tutulan yol tıkanıp yordam işlevsiz kalınca, yeni bir yol ve yordama; “çatışma”dan “görüşme”ye, “mücadele”den “müzakere”ye geçiş için arayışlar başladı. İyi de edildi; ancak “doğrular”ın bir türlü tutturulamaması, bu sefer de başka bir “hata”nın kapısının çalınması söz konusu. Zira bir süredir, “sorunun çözümünde kimin muhatap alınacağı”na kafa yoruluyor. Bu kapsamda üzerinde durulan, terör örgütü ve uzantıları... İşte hata burada.

Niye mi?

Sorunun cevabını çok da aramaya gerek yok sanırım. Çünkü, 23 Eylül’de Diyarbakır’da gerçekleştirilen bir miting vardı ki, bu miting, Kürt sorununun çözümünde kimin muhatap alınması gerektiğine dair sualin cevabını vermekteydi. Müslüman Kürtlerin, ABD yapımı ve yahudi sermayeli bir film üzerinden İslam’a ve Peygamberimize yapılan saldırıları lanetlediği mitinge gösterdiği ilgiyi, katılımın büyüklüğünü gördüğümüzde, sanırım muhatabın kim olması gerektiğini da net biçimde görmüş oluruz.

Terör örgütü PKK’nın politik uzantısı olan BDP’nin mitinglerine katılımla kıyaslarsak, 1 milyona yakın mevcuduyla devasa bir katılımın sağlandığı miting, sorunun çözümünde muhatabın “müslüman Kürtler” ve onları temsil eden “sivil toplum kuruluşları” ya da cemaatler olduğunu göstermeye yeter de artar bile. PKK-BDP mitinglerine katılımla kıyas bile edilemeyecek bir katılımı sağlayıp 1 milyon müslüman Kürt’ü meydana çekmeyi başaran “İslami duyarlılığa sahip Kürt kuruluşları”nın, sorunun çözümünde muhatap alınması gereken asıl taraf olduğunun artık anlaşılmış olması lazım değil mi?

Hadi “Kemalist milliyetçilik”le biçimlenmiş “devlet aklı” bunu göremiyor... Ya “ümmet bilinci”yle mükellef müslümanlara ne oluyor da tam da İslam’ın zıddına olarak, “Kürt” denince bunun “müslüman”ını düşünemeyecek kadar “şovenist-ırkçı” bir düşünceye kapılma gafletini gösterebiliyorlar? Kürtler’in, bir yerde “Selaheddin Eyyubi’nin torunları” olduğu neden gözden ırak tutuluyor? Gözden ırak tutulan Kürtlere, gönülden de ırak tutularak, neden adeta “PKK’ya yaklaşmaktan başka bir seçenek” bırakılmıyor?

Evet, “Kürt sorunu”nun çözümünde “aranan muhatap” bulunmuştur. PKK ile masaya oturmayı planlayan Hükümet, eğer gerçekten birileriyle masaya oturacaksa bu, emperyalist güçlerin tetikçiliğini yapan ve hiçbir zaman “müslüman Kürt halkı”nı temsil etme yeteneğini, yeterliliğini ve niteliğini taşımamış olan “ırkçı-Zerdüşt-ayrışmacı” terör örgütü değil, “müslüman Kürt halkı”nın gerçek temsilcileri olan sivil toplum kuruluşları ve cemaatler olmalıdır.

Eğer bu yapılmaz da iki halk arasındaki asıl “ortak kaynaşma noktası” olan “İslam” devre dışı bırakılırsa, Kürt ve Türk halkları arasında “ipler kopacak”; böylece müslüman Türkler “Kemalist şovenizm”in, müslüman Kürtler “Apoist şovenizm”in kurbanları olarak süreç dışına itilecekler ve maalesef “ayrışma” gerçekleşecektir.

Çözüm İslam’da, muhatap müslüman Kürtlerin temsilcileri olan cemaat ve kuruluşlardır. Dindar Kürt halkını temsil eden kuruluşların ve cemaatlerin oturmadığı masadan çözüm çıkmaz.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
10 Yorum
Faruk Köse Arşivi