Hüseyin Hatemi

Hüseyin Hatemi

Usûl ve füru'

Usûl ve füru'

Dinin usûlü füru'undan önce gelir. Usûl (inanç) ile ilişkisi kesilmiş füru (eylem ilkeleri), “îman”a delâlet etmez. Bir süre sonra, “sosyolojik din” ile; “olması gereken din” arasında tam bir uyumsuzluk doğar. “Alisiz Alevîlik” gibi garip terimler ortaya çıkar. Daha önce de söylemiştim: Emîr-ul-Mü'minîn; diğer dinler gibi, Doğru Din'in nihaî tebliğinden sonra bu Din'in tebliğ edildiği toplumda da derhal başlayan sapmayı “dini zıd yöne döndürme” diye niteledi. İkinci Dünya Savaşı'nı görme mutsuzluğundan Rahîm Allah'ın esirgediği Muhammed Ikbal merhum da “Tasavvuf ve Fıkıh ehli bize ilâhî tebliği ilettiler, ne var ki yorumlarıyla Allah'ı, Cebrail'i ve Mustafa'yı hayrete düşürdüler” demişti. Ardından, Ikbal'in “öğrencisi” sayılabilen Merhum Ali Şeriatî de bu “Karşı-Din” olgusunu inceledi.

“Karşı-Din” mensupları iki türe ayrılır. Bir kısmı, Din'in “münâfıklar” diye adlandırdığı kimselerdir. Bir kısmı da, “münafıklar” tarafından saptırılmış, bunun için de; önce sapıttırılmış olanlardır. Bunların bu hale sokulması sürecine de –yine Ali Şeriatî'ye uyarak– “yabancılaşma” süreci diyebiliriz.

Bunların “sersemleştirilme” süreci tamamlandıktan sonra, bir uyanma ve ayılma belirtisi gösterdikleri tesbit edilirse; derhal yeni bir uyutma ilâcı piyasaya sürülür. “Ilımlı İslâm” da, “Fundamentalist İslam” da, “Alisiz Alevîlik” de, “Sapıtık tarîkatler” de, münafıkların uyutma araçlarıdır. Münafıklar; İblis'in bilinçli aracıları, sersemleştirilmiş olanlar da sonradan bilinçsiz hale getirilmiş veya bilinci uyanmadan avlanmış olanlardır. Akıl ve gönül arasında giderilmez bir karşıtlık olduğu, bu sebeple beşerin amansız bir şizofreni içinde bunalıp sonunda bu Gülistân-i gam-âlûd'dan (Dünya) giryân (ağlayarak) gitmesinin değişmez yazgısı bulunduğu da İblis'in münafıklara öğretip onların da yabancılaştırma ve sersemleştirme aracı olarak kullandıkları “öğreti”lerdendir. Oysa ârifler ve Hakîmler, “yâdında mı doğduğun zamanlar?/Sen ağlar iken gülerdi âlem/Bir öyle ömür geçir ki, olsun/Mevtin sana hande, halka mâtem!” öğüdünü verirler. Emîr-ul-Mü'minîn'in “Kâ'be'nin Rabbi hakkı için kazandım, başardım!” sevinç feryâdını niçin mübarek şehadetinin eşiğinde haykırdığını, İmam Huseyn'in niçin âşûrâ günü az sonra mızrağa geçirilecek gül yüzünün, şehâdeti yaklaştıkça ilâhî nûr ile gitgide daha çok ışık saçtığını bilirler. Mevlânâ gibi, “be-rûz-i mêrg çu tâbût-i men revân bâşed/Gemân me-ber ki merâ derd-i in cihân bâşed/Cenâze-em çû be-bînî me-gû firâk firâk!/Merâ visâl-o molâkaat an zemân bâşed” demeye hak kazanırlar. ölümleri onlar için Şeb-i Arûs olur. (ölümüm gününde, tabutum yol almaya başlayınca/Sanma ki ben bu cihanın derdiyle gidiyorum/Cenazemi gördüğünde: –Ayrılık! Ayrılık! diye feryâd etme! Benim için kavuşma-görüşme zamanıdır o zaman!)

Ey Azîzan, ölüm nasıl Şeb-i Arûs olur? önce inanç ilkelerinin, usûlün birincisi olan Tevhîd ve tenzih ilkesine îman etmek gerekir. Allah'ı tenzih etmeyen, tesbih etmeyen, Sübhân ve Subbûh bilmeyen, Allah'ın isimlerini ayrı ayrı ilâhlar olarak tasavvur eden, Tevhid inancına sahip değildir. İkinci inanç ilkesi de, Tevhid inancına sahip olan ve Allah'ın Rahman, Rahîm olduğuna îman eden bir kimsenin, buna bağlı olarak, Vahy'e ve Vahyi tebliğ eden sevgi elçilerine îman etmektir. (Nübüvvet). Bu sevgi elçilerinin velî ve vasîlerini sevmek de bu ikinci îman ilkesinin fer'idir. Tevhîd ilkesine imânı olan bir kimse, esasen bunun tabiî sonucu olarak diğer “usûl”e de imân eder. “Azıcık da inanmak lâzım! Yokarda bişiyler var kalba!” demek, iman değil, herze ve hezeyandır.

Tevhid îmanında zaafı olan, diğer inanç ilkelerinde de, fürû' ilkelerinde de zaafa ve yanılgıya düşmekten kurtulamaz.

Ey “yabancılaştırılmış”, hâl-i gaflet'de olan Azîzan! Bana, “artık sana cevap vermek farz oldu!” kabîlinden bir mukaddimeden sonra, “ata versen at, ite versen it yemez” ıldırık-iletiler göndermeyin! Beni sadece “münafıklar” kızdırır. Yabancılaştırılmış olanların gafleti, hele gelecek nesillerin sevgi öğretmeni olma ödevlerinin bilincinde olmaları gereken Hanımlar'da görülürse, büsbütün içimi yakıyor. Ey gözümün nûru, Fâtıma'yı unuttun mu, yoksa hiç mi tanımadın?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hüseyin Hatemi Arşivi