Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Maraş’ta Heykel Pespâyeliği

Maraş’ta Heykel Pespâyeliği

Şehr-i Maraş’ın İslâm-Türk şehri sûretinin, Ulu Câmii civarına heykeller dikilerek Frenk şehirlerine benzetildiğini, tarihî şahsiyetinin yozlaştırıldığını ve heykelin dinimizce yasak olduğunu yüreğimden kopan bir dille dâva ederken, bir başka heykel pespâyeliği ortaya çıktı ki, Atatürkçüler görmesin ey azizan!

MARAŞ MARAŞ OLALI BÖYLE BİR PESPÂYELİĞE MÂRUZ KALMAMIŞTIR

Şehrin Çamlık Mesire girişine, Maraş-Fransız Harbi’ne katılan Müdafaa-yı Hukuk Cemiyet Reisi Arslan Bey (Toğuzata) ve bir kadın beş erkek kahramanın heykelleri dikilmiş ki, Maraş Maraş olalı böyle bir pespâyeliğe ve çirkinliğe mâruz kalmamıştır.

Heykelleri diktirenlerin, İslâm sanat kültüründen bihaber ve Müslümanca bir medeniyet hamlesinden taviz veren ebleh bir Müslüman oldukları şeksiz şüphesiz belli olmuştur. Çünkü İslâmların sahibi olduğu ve vatanlaştırdığı şehre heykel dikilemeyeceği fetvasını çiğnemeleri ayrı bir cürüm, yaptırdıkları heykelin, ilgili kahramanlara hiç mi hiç benzememesi, âdeta o kahramanların şân ve şerefine, istiklâl ve kahramanlık liyakatine hakaret edercesine bir hamakat ve fikirsizlik içinde olmaları daha ağır bir cürüm.

Nâçizane önceki yazılarımızda heykelin İslâmca yasak olduğunu ve Müslüman ceddimiz bin yıldır darülislâm, yani şeriat mânasına gelen vatanlarına heykel diktirmediklerini beyan etmiştik. Bu kez de işledikleri suçun esamisini bilmeyen ahmak faillerin, Arslan Toğuzata heykeli ile Sanayi Kavşağı’na diktikleri elinde çark bulunan “sanayi işçisi” heykelindeki garabeti dile getireceğiz.

ARSLAN TOĞUZATA’NIN BAŞI AÇIK VE KAHRAMANLARIN BEDENİ ÇIPLAK

Arslan Bey, Amerikan “Hürriyet Kahramanları” ve Çin Kung Fu’ları gibi bir kolu az yüksekte, diğer kolu az aşağıda ileriye doğru sert ve gergin bir şekilde kondurulmuş. Başı açık ve şimdiki zaman insanının saçı gibi saçı belirginleştirilmiş. Belden aşağısı kaideye gömülü olduğundan üst bedenine Millî Mücadele dönemi kıyafetine benzemeyen bir kıyafet uydurulmuş.

Arslan Bey’in sağ ve sol tarafında duran iki sivil kahramanın da belden yukarısı çıplak. Eski Roma köleleri gibi basbayağı çıplak. Çünkü kahramanların göğüs kafesleri ve göğüsleri anadan üryan ortada. Üstüne üstlük başları da açık ve saçları belirgin. Sima hatları ve mimikleriyle edaları Türk’e değil, öfkeli bir şekilde isyan duruşu gösteren Roma “Spartaküs”lerine ve üst tarafı çıplak Amerikan zenci kölelerin elinde kazma kürek hakkını arayan ezilmiş bir “proleter” duruşuna benziyor.

GÖĞÜS KAFESLERİ VE MEMELERİ GÖRÜNEN ÇIPLAK HEYKELLER

Arslan Bey’in arkasında yer alan üç erkek heykelin de yine üst tarafları çıplak, göğüs kafesleri ve göğüsleri ortada, başları açık ve saçları günümüzün klasik saç modeline benzetilmiş. Duruşları diğerleri gibi mücahit gibi değil, üst tarafları çıplak isyancı köleler gibi…

Bu üç erkeğin arasında bir de kadın kahraman var; şükür ki başını fessiz bir örtüyle belli belirsiz kapatmaya çalışmışlar. Fakat kadının bedenin üst tarafına ne giydirildiği belirgin değil. Elbisesiz bir intiba veriyor. Kadının bedeni artisler gibi göğüsleri ve hatları gayet belirgin. Göğüs bölümünden aşağıya doğru vücud inceliyor. Bilinir ki o devir kadınlarının, vücud hatlarını belli edecek kıyafetleri asla olmaz. Başlarında da, hele de harbe katılan kadınların başında fese benzer başlığın üstünden yazma veya başörtüsü bulunur.

MARAŞ MÜCAHİTLERİNİN BAŞINA KALPAK, BEDENLERİNE YELEK VEYA CEPKEN GİYDİRMEYİ AKIL EDEMEMİŞLER

Dağdaki çoban kardeşimizin irfanı da bilir ki, yirminci asrın başlarında ve İstiklâl Harbi zamanında Ağrı’dan İstanbul’a kadar Müslüman erkeklerin sokakta başı açık değildir. Resmî bir vazifeli ise başında fes veya kalpak bulunur. Alt tarafında şalvara benzer, şimdiki zaman pantolonundan az daha bol, paçası düğmeli potur pantolon, üst tarafında ise mesleğine ve vazifesine göre ceket, cepken, yelek, sıba ve benzeri kıyafet olur. Sivil Müslümanların başında ehl-i kâmil bir yaşta ise takke veya küçük kavuk üstü agil bağlı olduğunu, umum şehir insanının ise fes ve kalpak giydiğini kurtlar kuşlar bilir.

SANAYİ AVRUPASININ VE SOVYETLERİN SEMBOLÜ OLAN İŞÇİ HEYKELİ, MARAŞ’IN ALÂMETİ OLABİLİR Mİ?

Var olan bütün heykellerin medeniyetimizin şerefi için ortadan kaldırılmasını isteyen biri olarak, Sanayi Kavşağı’nda elinde çark bulunan işçi heykelindeki garabet karşısında Müslüman idarecilerin mantalitesizliğine ve görgüsüzlüğüne bir daha üzüldüm. Bu şehir, 19. yüzyıl sanayi asrını yaşayan Avrupa mıdır ki sanayi işçisini temsil eden heykel dikilsin? Ne kadar ayıp, ne ehven bir davranış. Sanayi Avrupa’sının ve eski Sovyetlerin, geçirdikleri yüzyıllık bir zamanda “sosyo-ekonomik” açıdan güçlü ve ictimaî bir sınıf hâline gelen sanayi işçisinin heykelini diktirmek Maraş için münasip midir. İşçi heykeli Maraş’ın alâmeti olabilir mi?

ELİF, LÂM, HA, VAV, AYIN GİBİ KUR’ÂN HARFLERİ BİÇİMİNDE ÂBİDELER YAPILMALIYDI

Bunun yerine Maraş-Fransız Harbi Şehitleri Âbidesi olmalıydı ki, şehre giren herkes, kahramanlığıyla nam yapmış şehr-i Maraş’a geldiğini hissetsin. Çünkü şehr-i Maraş Millî Mücadele’deki kahramanlığıyla tanınmış.

Heykel diktirmek, kökten yanlış ve şuursuzluk. Bu şehrin kimliğine denk düşmeyen “işçi heykeli” heykeli yaptırmak da heykel yasağına uymamak fiili kadar kafasızlık ve traji-komik bir davranıştır.

Maraş’a heykel dikilmemeliydi. Şehrin girişlerine ve heykel dikilen yerlere Dulkadırli’den başlayarak Fransız Harbi’nin kahraman şahsiyetlerini anlatan, hüsnü hat, tezhip ve ebru sanatıyla bezenmiş Elif, Lâm, Ha, Vav, Ayın, Sad, Ta, Mim gibi Kur’an harfleri biçiminde âbideler yapılmalıydı.

ÂKİF’İN ÜSLÛBUYLA, DEĞMESİN ŞEHRİMİN BAĞRINA NÂMAHREM HEYKELLER

Heykel, yabancılaşmaktır. Avrupa’ya biraz daha benzemektir. Heykelin, medeniyetini yetersiz gören müstağrib Müslüman aydın ve idarecilerin eliyle şehirlerimize sokulması, Kemalist rejimin zulmünden daha fena, daha bir facia!

Bizim heykelimiz niye yok diyenler, tarihinden kaçanlardır. Heykel, Avrupa’nın dinsiz sanat “tanrısı”dır. Heykeller, evimizin içinde nâmahrem insanlar gibidir. Mehmet Âkif’in üslûbuyla “Değmesin şehrimin bağrına nâmahrem heykeller.”

MÜSLÜMAN ÜLKESİNDE HEYKELLERİN ZİYARETÇİSİ OLMAZ

Müslüman ülkesinde heykellerin ziyaretçisi olmaz. Mezar taşları, kitabeler ve âbideler önünde ellerimiz duaya kalkar ve içimizi ulvi bir mâna sarar. Bir heykelin önünde aynı duygular ve inançlarımız inşirah bulmaz.

Pespâye heykel faciası yaşanırken ve böylesine şenî bir cürüm işlenirken haykırmayan bu şehrin gazetecileri, aydınları, akademisyenleri ve sanat tarihçilerinin yüreği, yani Müslüman Türklüğü yanlarında değil miydi acaba? Heykelin, muazzez medeniyetimize hakaret olduğunu niçin dile getirmediler?

Şehr-i Maraş’ın, âl-i Osman’ın bir parçası ve bir İslâm-Türk şehri olduğu hakkında düzinelerce sempozyumlarda konuşanlar, cilt cilt kitaplar yazanlar ve neşredenler, heykeller dikilirken aynı cehd ve bilgiçliklerini niye göstermediler?

Medeniyet kimliğine sahip çıkmayanın akıbeti Endülüs Müslümanları gibi olur.

--------------------------------------------

İLÂVE YAZI:

ŞEHR-İ MARAŞ’TA “ANTİK YUNAN KAHRAMANLARININ KÜLTÜREL BAŞARILARI”NIN ANLATILDIĞI TUHAF BİR SEMİNER


Hadise ve haber aynen şöyle: “KSÜ Dış İlişkiler Birimi tarafından organize edilen, “New York Dünya Toplumları Sanat ve Kültür Merkezi” akademisyenlerinden Dr. Kimble Humiston’un konuşmacı olarak davet edildiği ‘Dünya Toplumlarının Sanat ve Kültürlerine Genel Bir Bakış Semineri’ Orman Fakültesi Konferans Salonu’nda yapıldı. Seminerde Dr. Humiston, ‘Antik Yunan kahramanlarının kültürel başarıları’na temas etti. Truva ve 300 Spartalı filmlerinden örnekler sundu. Semineri çok sayıda ve öğrenci ve öğretim elemanı ilgiyle takip etti.”

Bazan bir tuhaf oluyor şu üniversiteler ve akademisyenler. Hele de KSÜ’nün onca masrafla hiç de ihtiyaç değilken, elin Amerikalısının, “Antik Yunan kahramanlarının kültürel başarılarını…” Maraşlı gençlere ve öğretim elemanlarına anlatmak ve hiçbir şekilde eğitime ve irfanımıza faydası olmayan bir konuda seminer vermek için getirilmesi hangi akla hizmettir, anlayan varsa beri gelsin? Avam tabiriyle “her işi bitirdik de fıstıkî yeşil kaldı.” Allah, akıl ve fikir versin. Heykel dikenleri kınarken, bir de bunlar çıktı. Son zamanlarda iyice tuhaflaşmaya başladı bazı Müslüman idareci ve aydınlar…

---------------------------------------------------------



“ABDURRAHİM KARAKOÇ” KİTABI ÇIKTI


Bir devirde geniş kitlelerce okunan, aşk, hiciv ve dâva şairi, hece şiirinin ustabaşı şair Abdurrahim Karakoç hakkında yazılan yazılar kitap olarak yayınlandı. Yazarlar ve Sanatçılar Birliği (Yazsanbir) Başkanı Hayrullah Eraslan tarafından hazırlanan ve 150 yazar ile şairin yazısının yer aldığı kitap “Hak Yol İslâm Yazacağız-Mihriban- Hasan’a Mektuplar / Üçgen Piramitinin Zirvesindeki Cihan Şairi Abdurrahim Karakoç’ adıyla Nar Yayınları'ndan çıktı.


Kitabın önsözünü ağabeyi ünlü şair Bahaettin Karakoç kaleme aldı. Önsöz yerine kullandığı başlık merhumun şairliğinin alâmet-i fârikasını anlatmaya yetiyor: “Divana Açılan Ön Kapı.” Bahaettin Karakoç’un satırlarından, merhumun şairliğini her cephesiyle anlamak mümkün: “Bu kitap, Abdurrahim Karakoç anısına hazırlanmış bir anıt-kitaptır. Zor günlerin adamıydı, elini taşını altına ürperti duymadan koyardı, çekinmezdi. Bir derdi, bir ihtiyacı olan herkesin yanında; zalimlerin, haksızların, hırsızların, çıkarcıların ise daima karşısındaydı. Halk şiiri geleneğinden geliyordu. Ama sesini yenileyerek, boyutları çok çok genişleterek… İronisi bıçak gibi keskin, imajları çok yeni ve çık zengindi. ‘Hasan’a Mektuplar’ örneği hicivleri kimilerince büyük ilgi görüyor. (…) Kavga şiirleri kitleleri tutuştururdu, sokaklar durulunca içine yöneldi, duyarlı aşk şiirleri yazmaya başladı, sırtından zırhını çıkardı (…) Bileğine kondurup bileğinden uçurduğu beyaz barış güvercinlerini yüreğine yönlendirdi. ‘Can özümden besmeleyi çekende’ dedi. Bütün Müslümanların ortak marşı oldu.”

Abdurrahim Karakoç sevdalısı olan yazar Hayrullah Eraslan’ın söyledikleri de hayli duygulu: “1960’lı yıllardan günümüze kadar onun hakkında yazılan bütün yazıları bir araya getirdik. Yaklaşık 150 civarında yazar, şair, sanatçı ve siyasetçinin düşüncelerini bu kitapta derledik. Çok hacimli ve dolu dolu bir kitap oldu. Tarihi arşiv niteliğinde, Abdurrahim Karakoç’u tanımak adına yegane kaynak kitap olacak. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”

“Abdurrahim Karakoç” kitabını, NT mağazaları, seçkin kitap evleri veya Nar Yayınları’ndan (0212 512 37 69, www.naryayinlari.com ) temin edilebiliyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
5 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi