Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Lafla “peynir gemisi”ni nasıl yürüttük?

Lafla “peynir gemisi”ni nasıl yürüttük?

Onu bir kaplıca tanıtım toplantısında tanıdım. Taraklı’da orman içinde nefis bir manzara ve tertemiz bir havanın hepimizi kuşattığı bir yerde “Bismillah” deyip kazmayı vurup dev bir sağlık kompleksi kurmuşlar. Binalar tıpkı bir Osmanlı kasabası kimliğini koruyan Taraklı gibi konak tarzında yapılmış. Hemen yanıbaşında da Taraklı kasabası geçmişten günümüze nasıl böylesine salkıyabildiğimize hâlâ şaşırdığım bir açık hava müzesi gibi yükseliyor. Hatta daha doğru bir deyişle açık ve kapalı bir müze önümüzde arz-ı endam ediyor. Bu kasabayı yap-satçıların elinden bugüne kadar koruyabilen Taraklı sakinlerinin önünde saygı ile eğiliyorum. Taraklı ve onun gibi Allah’ın bir lütfu olarak bugüne kadar gelebilen şehir ve kasabalarımızı Kültür Bakanlığı mutlaka korumalı. Allah’tan dilerim bu kaplıca da bu kasabanın daha çok tanınmasına katkıda bulunur. Yine de demir ve çimentonun bir Vandalizm halinde bu kasabanın üzerine çökmesinden korktuğumu da belirtmeliyim. Geçen yıl Taraklı’yı gezerken insanlarının temizliğine şaşırmıştım. Gezdiğimiz bir müzede bekçi bile yoktu, her şey sizin ellerinizde idi. Şaşırmamak elde değildi. İki saat kaldığımız Taraklı’dan kaplıca alanına doğru yola çıkarken ince bir hüznün yüreğime çöktüğünü söylemeliyim. Keşke arabamız bozulsa hep burada kalsak diye düşünmüştüm. Ömrümün 60 yılını hep belli meydanlarda geçirdim. Elin adamı taa Amerika’dan, Kanada’dan gelip bizim cadde ve sokaklarımızı arşınlarken ben neden kafesteki bir kuş gibi kendimi hapsetmiştim? Bu soru her defasında kendime sorduğum “enayiliğine doyma” cevabını aldığım bir soruydu. İlkbaharda Maraş’ta bir şiir festivali dolayısı ile bulunmuş ve memleketimin taşına toprağına bir kere daha aşık olmuştum. Ondan önceki yıl Kars’a gitmiş orada da bir başka büyülenmiştim. Baktığın her yerden, baktığın her yere kadar tarih fışkırıyordu. Amerikalıların bizi kıskandığı kadar var diye düşünmüştüm. Doğrusu bu zenginlik kıskanılırdı. ABD’den gelen bir dostum anlatmıştı. Bir kaya parçasını çevirip, büyük bir kitabe koymuşlar. Üzerinde de şunlar yazılı imiş “1780 yılında Pençak Kabilesi reisi burada barış çubuğu tüttürmüştü.” Adamcağızların tarihi bu kadardı.

Başka ne diyeceklerdi ki? “Biz burada onbinlerce Kızılderiliyi kamplarda esir tutup, çiçek mikrobu bulaştırdığımız battaniyelerle katlettik” mi diyeceklerdi.

Evet, nerden girdik nereden çıkıyoruz. “Onu Taraklı Termal Tesislerinin tanıtım toplantısında tanıdım” demiştim. Şen, açık sözlü bir insandı. Taraklı’ya giderken iki saatlik yolculuğun nasıl geçtiğini anlamamıştık. Ben bunları düşünürken Güven Bey’in İstanbul Aksaray’daki ofisinin kapısında bulmuştum kendimi. Bol bol sohbet ettik. Geçen yılki Taraklı gezimizin kritiğini yaptık, lafla peynir gemisi yürüttük. Geçen yıl yaptığımız Taraklı gezisinin tadı damağımda kalmıştı. Ne zaman istersek her hafta yapılan bu gezilere katılabileceğimiz sözünü de alınca daha bi sevinmiştik.

Biraz tarih, biraz siyaset derken bir sohbet halkası kuruluvermişiz. Oracıkta hükümetler kurduk, hükümetler devirdik. Laf lafı açtı derken dört mevsimi birden yaşayıverdik. Vaktin nasıl geçtiğini bile anlayamadık. Biz orada sohbeti demlerken, içerde de çayımız demleniyordu. Birbirinden lezzetli Karali çayları bardağımız boşaldıkça geliyordu. Güven Beyin soyadını bile hâlâ bilmiyorum. Bende bıraktığı intiba ise adı gibi güvenli bir liman olduğu.

Yaptığı kaplıca işi gibi sıcak gönüllü, hac ve umre organizasyonları yapıyor. Aksaray’da, Yusufpaşa Camii’nin oradan üstgeçide çıkıp sağa döner ve “Güven Beeey” diye bağırırsanız, pencereyi açıp “buyrun” diye size cevap verecektir.

Sonra da size bir dost kapısı açılacak ve orada koyu bir sohbet başlayacaktır.

Ve gelsin çaylar!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi