Faruk Çakır

Faruk Çakır

Merhaba asker!

Merhaba asker!

Askerlik yapanlar, mutlaka yapmayanlara anlatmıştır, ama bir defa da biz hatırlatalım: Doğru ya da yanlış, askerden istenen ilk şey ‘üs’lere mutlaka itaat etmesidir.
Kimileri ‘itaat’i disiplinin şartı sayar ve benimser; kimileri de yanlışlara itiraz edilmesini ister.
Tabiî ki bu mesele basit ve hafife alınacak bir mesele değildir. Elbette askerliğin temelinde itaat vardır, ama emirlerin de makul, adil ve haklı emirler olması gerekmez mi? Keyfi ve kanun dışı emirlere itaat etmek kanunlarca da yasaklanmamış mı? Bir amir, emrindeki neferlere “Kendinizi şu kuyuya atın” dese yine de itaat mi gerekir? Katı askerlik kuralları gereği buna da “evet” diyen olur belki, ama günümüz şartları bu emirlerin tartışılmasını ve belki de eleştirilmesini icap ettiriyor.
Sıkıntının temelinde uygulanan mecburî askerlik sistemi vardır. Aile ocağında el üstünde tutulan bir genç, bir anda askerliğin katı kurallarıyla karşılaşınca adeta ‘sudan çıkan balık’ misaline benziyor. Haliyle bu sıkıntılı sürecin tamamlanmasında ‘üst’lere çok büyük vazifeler düşüyor. Eğer ‘üst’ dediğimiz komutanlar ‘er’leri kendi evlâtları gibi görürse mesele büyük ölçüde çözülmüş demektir. Elbette ‘er’leri kendi evlâtları gibi gören ‘üst’ler vardır ve belki de çoğunluktadır; ama gayr-i insanî tavırlar sergileyenler de vardır. Bunların sayısının az olması sevindiricidir, ama neticeyi değiştirmiyor. Önemli olan bu olumsuzlukları en aza ve belki de sıfıra indirmeye çalışmaktır.
Askerlikle ilgili meseleler gündeme geldiğinde, yedek subay olarak görev yaparken şahit olduğum bir tesbiti hatırlar ve hatırlatmaya çalışırım. Şöyle düşünün: Her bölükte ya da taburda, ‘er’lerin kendi aralarında farklı muamele yaptıkları arkadaşları olabilir. Bunun bir sebebi de kendilerine yapılan yanlışların acısını arkadaşlarından çıkarma tavrı olabilir. Görev yaptığımız birlikte böyle bir asker vardı. Diğer asker arkadaşları ekseriyetle onu dışlayıcı tavırlar sergilerlerdi. Onların da belki kendilerine göre haklı yönleri vardı, ama neticede o er mağdur oluyordu. Bir defasında bu ‘er’e, yani arkadaşlarının bile olması gereken gibi davranmadığı bu askere ailesinden bir mektup geldi. Aynı uygulama devam ediyor mu bilemiyorum, ‘er’lerin mektupları görevli subaylarca okunur, ondan sonra mektup sahiplerine teslim edilirdi. İş icabı okumak durumunda kaldığımız mektuba bir göz atınca, o ‘er’in; annesi, babası ve ailesi nezdinde, ‘baş komutan’ ya da ‘kral’ muamelesi gördüğü hissediliyordu. Yani, ‘üst’leri ya da arkadaşlarının kıymet vermediği bir ‘er’ ailesi ve yakınları açısından ‘en değerli’dir. Dolayısıyla buna göre hareket etmek icap eder.
Askerlik süresince ‘er’lerin karşılaştığı bir sıkıntı da kendi arkadaşlarından gördükleri ‘kötü’ muameledir.
Bu sıkıntıların tamamının temelinde ise uygulanan ‘mecburî askerlik sistemi’ yatıyor. Oysa herkesin kabiliyeti ve sevdiği meslek farklıdır. Kimileri silâhla yatıp silâhla kalkmayı sever. Kimileri de boş silâhı elinde taşımaya korkar. Nasıl ki kimileri ‘kan’dan korkar, kimileri de kasaplık yapar... Aynen onun gibi askerlik de kabiliyet isteyen bir meslektir. Askerliği meslek olarak görüp yapmak isteyenlere uygun şartlar temin edilse ve istemeyen de askerlik yerine başka meslekleri yapsa daha iyi olmaz mı?
Gerçi Türkiye bu noktada yeni adımlar atıyor ve askerliği meslek olarak yapmak isteyenlerin sayısını arttırıyor. Fakat bu sayı henüz yeterli seviyeye gelmiş değil. Bir an önce askerliği meslek olarak yapanların sayısını arttırmak gerekir. Askerlik sistemi değişirse beraberinde pek çok sıkıntı ve problem de sona erer.
Sıkıntıların biri de askerlik süresi boyunca ‘er’lerin maruz kaldığı haksız muamelelerin ‘kol kırılır yen içinde kalır’ anlayışıyla örtülmesidir. Bu konuda aileler de “Başımıza iş almayalım, bir an önce evlâdımızın askerliği bitsin” tavrını sergilemektedirler. Onlar da haklı, çünkü hak aramanın önünde hukukî değilse de başka engeller var.
Bu noktada, Mazlumder İstanbul Şubesi’nin yapılan başvurular ve örnek vak’alar üzerinden hazırladığı rapor ve benzeri çalışmalar dikkate alınmalıdır. Hele hele, intihar vak’alarının artmış olması ciddî bir problem olarak görülmeli ve o ölçüde de ciddî çare aranmalıdır. Hiç vakit kaybetmeden...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Faruk Çakır Arşivi