Serdar Arseven

Serdar Arseven

Sayın Osman Alifeyyaz Paksüt’e sevgilerimle!..

Sayın Osman Alifeyyaz Paksüt’e sevgilerimle!..

“Sanıkların idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine” adaletinin (!) önde gelen temsilcilerinden “Kel Ali”nin torunu olduğunuzu öğrenmek, bende herhangi bir önyargı oluşturmadı…
Babanız Emin Paksüt de darbe anayasasının hazırlanmasında görev üstlenmiş…
Doğrusu, buralardan hareketle hakkınızda “hüküm” vermeye yeltenmedim.
Tâkip etmişseniz bilirsiniz;
AK Parti hakkında kapatma davası açmak suretiyle, ülkenin altını üstüne getiren ve “görevini yapmış olmasından dolayı” da suçlamayı aklımızın ucundan bile geçiremeyeceğimiz Başsavcı Abdurrahman Yalçınkaajya’nın da “soy ağacını” çıkarmıştık…
“Başörtüsüne özgürlük” çabasını, “kapatma sebebi” olarak gösterebilen Sayın Başsavcı’ya mukabil;
ömürlerini “Şeriat”a vakfetmiş muhterem zâtların ağırlığı dikkat çekiyordu orada!..
Dolayısıyla; kamuoyunun bilgisine sunmak üzere, soy sop araştırmaları yapıyorsam da… Buradan çıkarttığım sonuçları kişiler hakkında “hüküm” oluşturmakta kullanmıyorum…
Kullanılamaz da zaten…
Bilgidir; kamuoyunun gündemindeki zatların gelmişleri geçmişleri merak edilir.
Maziden bugüne neler getirdikleri, atalarının “hassasiyetlerine”, “tavırlarına”, “bakış açılarına” ne kadar sahip çıktıkları ya da benimsedikleri göz önüne gelir…
Tekrar edeyim; geçmişinize ait bilgiler beni herhangi bir yönde etkilemedi...
Sadece “şahsi tavır ve ilişkilerinizden hareketle” hakkınızda bir yargıya ulaşmaya çalıştım.
Ne yalan söyleyeyim; sizin de bilgi sahibi olduğunuz bazı araştırmalarım neticesinde “olumlu sayılabilecek” bazı bulgulara ulaştım.
Ve bunları; biraz da “özel alanı hariç tutma” hassasiyetimden dolayı…
-Bildiğiniz gibi-
Yazmayı uygun görmedim.
Efendim; sizin gibi bu ülkenin yetiştirip çok önemli bir makama getirdiği bir “dolaylı dostumuzun…”
“Sanıkların idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine” zihniyetinin yakınlarına düşebilecek tavırlar içine girmesi bizleri ziyadesiyle müteessir eder.
“Ne” mi demek istiyorum?
Okudunuz: Vakit, “Hâlâ kılıf arıyorlar” başlıklı haberinde, üniversitelerde “başörtüsü özgürlüğünü” hedefleyen anayasa değişikliklerini iptal kararınıza dair bir “ayrıntıya” (!) dikkat çekiyordu…
Evet; karar ilan tarihinin üzerinden birbuçuk ayı aşkın süre geçmesine rağmen gerekçenin hâlâ açıklanmamış ya da açıklanamamış olması…
Ne yaman bir ayrıntı!..
Hale bakınız; başörtüsüne serbestiyi iptal etmişsiniz; bir başka ifadeyle, gözleri “müjdeli haberde” olan yüzbinlerce öğrencinin üniversite mezunu olma hayallerini “idama” mahkûm etmişsiniz!..
üstelik bunu da “ivedi”likle yapmışsınız!..
Bu kararı hemen vermemeniz halinde “telafisi imkansız zararlar ortaya çıkabilir” demişsiniz…
Bir “yakın tehlikeye” (!) dikkat çekmişsiniz!..
Bu iş önemli, bu iş acele, ivedi...
öyle demişsiniz…
Lakin; aradan bir buçuk aydan fazla süre geçtiği halde, gerekçeli kararı -nedense- yazmamışsınız!..
Ya da… Yazamamışsınız!..
Hani mesele ivediydi, aceleniz vardı, önemliydi?!..
Anayasa’nın 153. maddesi, “iptal kararı gerekçesiz açıklanamaz” demiş; bu bir yana… Aklın yolu da bir değil mi?..
Gerekçesiz hüküm olur mu?..
-Sanığın idamına, şahitlerin bilahare dinlenmesine!..
-çalışanın işten atılmasına, gerekçenin bilahare hazırlanmasına!..
-Adamın dövülerek hastanelik edilmesine, ölmediği takdirde niçin dayak yediğinin uygun görülen bir zamanda tebliğ edilmesine!..
Böyle şey mi olur Allah aşkına?..
Bakın, Vakit’in görüş aldığı hukukçular; “Kılıf bulmakta mı zorlanıyorsunuz?” diye sormaktalar!..
Aramızdaki “dolaylı dostluk”tan dolayı, ben sormasam da… Birileri çıkar ve işte böyle sorar!..
Şimdi… Bunca Anayasa Mahkemesi üyesi varken, özellikle size hitap etmemin sebebini merak edenler olacaktır…
Siz biliyorsunuz da, bilmeyenler için izah edelim:
Efendim; Vakit’in “Hâlâ kılıf arıyorlar” haberi üzerine -eksik olmayın- aramışsınız…
Adliye muhabirimiz Ertuğrul Cesur’a, “Gerekçenin hâlâ ortada olmamasına ilişkin” açıklamalarda bulunmuşsunuz…
Bulunmuşsunuz da…
Kusuruma bakmazsanız, açıklamalarınızın hiç hoşuma gitmediğini ve de izah edici olmadığını belirtmek durumundayım.
“Teamül”den bahsediyorsunuz…
Ve…
“İş yoğunluğundan..”
“Yükünüz çok”muş…
“Kararları gerekçelendirmeden açıklamak gibi bir teamül (gelenek) var”mış!..
Yo, hayır… Anayasa hükmü varken, teamül olmaz!..
önce gerekçeyi hazırlamanız, sonra da “kapatma kararını” açıklamanız gerekiyordu. Bunu yapmadınız!..
Yüzbinlerce genç ve aileleriyle birlikte milyonlar…
“Yasaklandıklarını…”
Ya da “idama mahkûm edildiklerini” biliyorlar da… Başlarına gelenin gerekçesinden habersizler!..
Bu normal bir durum mu?.. Ortada Anayasa varken, teamülle hareket edilir mi?..
Sonra…
“İş yoğunluğu” ne demek!..
“Vakit sıkıntısı” ne demek!..
Yo hayır; “Mesai saatleri içinde tenis kulüplerinde muhabbet imkanı buluyorsunuz, ama” demeyeceğim…
“Ona buluyorsunuz da buna mı vakit bulamıyorsunuz?” diye eklemeyeceğim…
Ortadaki garipliği, “teamül”, “vakit sıkıntısı”, “iş yükü” gibi çürük kalıplarla izaha çalışmayı, sizin gibi ülkemizin yetiştirip bu önemli makama getirdiği “dolaylı dostumuza” yakıştıramadığımızı belirtmekle yetineceğim.
Ve, iptal kararına nasıl bir gerekçe “bulacağınızı” merak ettiğimi…
Hem de çok merak ettiğimi ifade ederek; size ve ailenize esenlik dileklerimi ileteceğim!..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Serdar Arseven Arşivi