Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Bunlar, ellerinden gelse, Apo’yu da öldürür!

Bunlar, ellerinden gelse, Apo’yu da öldürür!

Televizyonlardaki “tartışma programları”nı izledim, gazetelerdeki “haber” ve “köşe yazıları”nı dikkatle okudum... Birçok “ihtimal”, birçok “senaryo” dillendirilmiş ama “Mahir Kaynak’ın görüşü”ne rastlayamadım... Herhalde “rahatsız” olduğu için onu rahatsız etmemişler... Belki de onun görüşü vardı da, benim dikkatimden kaçtı.

Mahir Hoca, herhangi bir “suikast” veya “sabotaj” olduğunda derdi ki;
“Bu olay kimin işine yarıyor, ona bakmak lâzım!”
Bence de, bu “çıkış noktası”ndan hareket, insanı “doğru sonuca” götürecek ve “olayı çözecek” bir yöntemdir...
Evet, “kimin işine yarıyor?”
Paris’te 3 kadın öldürüldü...
Bunlar, “sıradan kadınlar” değil!..
Üçü de “PKK’nın lider kadrosu”ndan!..
O halde, “kim” öldürdü?..
Ve “niçin” öldürdü?..
Bu olay “örgüt içi infaz” olabilir mi?.. Yoksa, “istihbarat örgütleri”nin işi mi?..
Mahir Kaynak olsa, sorardı;
“Kimin işine yarıyor?”
SAKİNE’Yİ KİM ÇAĞIRDI?
Dedim ya; “televizyon”ları ve “gazete”leri dikkatle takip ettim... Ortalık “senaryo” kaynıyor ve gündeme “birçok ihtimal” getiriliyor.
Açık ve net söyleyeyim;
Paris’teki bu “üç infaz”la ilgili, “İmralı Süreci’ne Sabotaj” olmasının dışında hiçbir fikrim yok... Hâlâ şunu düşünüyorum: Birileri, “Kürt halkı”na şu mesajı verdi: “Eğer silahsız iseniz, hiçbir şeysiniz!”
Yani, demek istediler ki;
“PKK silah bırakmaz!”
Bunun için de “İmralı Süreci”ne katkı veren Sakine Cansız ile birlikte Fidan Doğan ve Leyla Söylemez’i öldürdüler.
Ama, nasıl?..
Bu soruya cevap verebilmek için, “olay günü”ne ve “olay yeri”ne gitmekte yarar var.
Gazetelerin yazdığına göre;
PKK’nın Avrupa Diplomasi Sorumlusu Sakine Cansız ile KCK üyesi Leyla Söylemez, Fransa’da oturmuyorlardı... Paris’teki Kürdistan Enformasyon Bürosu’na da “mektupla” çağrıldılar... Hem de, “Büro’ya çok önemli bir kişi gelecek” denilerek!.. Sonra, “telefonla” arandılar ve “randevuya katılacakları” teyid edildi.
Ardından Sakine Cansız, KCK üyesi Leyla Söylemez ile büroya gelerek Fidan Doğan ile buluştu. Onların ardından binaya 3 kişi daha girdi. Gece yarısı da üçünün cesedi bulundu.
Ölenlerden sadece Fidan Doğan Fransa’da yaşıyordu... Sakine Cansız ve Leyla Söylemez ise misafir olarak bu ülkeye gelmişlerdi...
3 MEKTUPTAN BİRİ
Sakine Cansız’ın “PKK’nın kurucularından” olması dışında bir önemli özelliği de şuydu:
Sakine Cansız, Bekaa Vadisi’nde Öcalan’ın en yakınında duran örgüt yöneticilerinden biriydi. Öcalan 1999’da yakalanınca önce Kandil’e gitti, oradan da Avrupa’ya gönderildi. Murat Karayılan onu daha sonra PKK’nın “Almanya sorumlusu” yaptı.
Onun “Avrupa’ya gönderilmesi”nde; Bahoz Erdal kod adlı Suriye asıllı Fehman Hüseyin arasında yaşanan “sürtüşme”nin de rol oynadığı ifade ediliyor.
Bir başka ayrıntı:
MİT’le görüşmelerde bulunan Abdullah Öcalan’ın, yürütülen “barış süreci”nde 3 yere mektup göndereceği bildiriliyordu...
Bunlardan biri BDP’lilere,
İkincisi Kandil’dekilere,
Üçüncüsü de Sakine Cansız’a!..
Anlayacağınız, Sakine Cansız, bu kadar önemli bir isimdi... Öcalan bile “İmralı’daki duruşmalar” esnasında, onun için; “İçine kapanık bir insandır... Ama duygu ve düşünceleriyle partiye bağlıdır” demiştir!..
Önemli konumdaki Sakine Cansız’ı “cansız” yere serenlerin amacı acaba “Apo’ya bir mesaj” mıydı?..
“T.C. ile işbirliği” yapan Öcalan’a, “3 infaz”la mesaj mı gönderilmek istendi?..
“TANIDIK” BİRİLERİ Mİ?
Gelelim “cinayetin işlendiği yer”e...
l Cinayetin işlendiği yer, La Fayette Caddesi’nin 147 numaralı apartmanıdır... Bu bina, “Gar edu Nord”a yani “tren garı”na çok yakındır... Bu istasyondan; genellikle Belçika, Hollanda ve kuzeydeki ülkelere giden trenler kalkar!..
Ertuğrul Özkök’ün yazdığı gibi;
Cinayetleri işleyenler, beş dakikada istasyona ulaşıp Fransa dışına çıkabilirler...
l Cinayetlerin işlendiği apartmanın girişinde Kürdistan Enformasyon Merkezi’ne ait bir tabela yok.
Demek ki gelen veya gelenler binayı biliyor.
l Apartmanın girişinde, Paris’teki binaların çoğunda olduğu gibi şifreli kilit var.
Bu kilitler şöyle çalışır:
Daire numarasının şifresi tuşlanır ve kapı açılır. Şifreyi bilmiyorsanız içeridekilere telefon edilir, onlar da yukarıdan açar.
Bu da gösteriyor ki, gelen kişi veya kişiler ya şifreyi biliyordu veya tanıdık birileriydi...
l Olayın mesai saatleri dışında meydana geldiği düşünülürse, o saatte kapının herhangi birine açılması ihtimali düşük.
l Kadınlar evlerine dönmekte gecikince, birinin erkek arkadaşı gelip bakmak istiyor. Ancak şifreyi bilmediği için binaya giremiyor. Bu da şifrenin arızalı olmadığını gösteriyor.
l Apartmanın içindeki daire kapısında da bir zorlama yok. Kapı cinayetten sonra da kilitlenmiş.
Bu da gelen kişilerin sürpriz insanlar olmadığını gösteriyor.
Tabiî, bunlar, akla ilk gelen ihtimaller... Bir de, dün de yazdığım gibi; Filistinli komutanlardan Mahmud el-Mabhuh’a 19 Ocak 2010’da Dubai’de düzenlenen “suikast” var... Orada da “otel odası”nın kapısı hiç “zorlanmamış” ama, “tanıdık birileri” tarafından değil, “4 MOSSAD ajanı” tarafından “elektronik cihaz”lar kullanılarak açılmış!..
Demem o ki;
Bu tür suikastlar, illa da “tanıdık birileri” tarafından işlenmez... Bu tür “profesyonel” cinayetler, MOSSAD gibi “istihbarat örgütleri” tarafından da “elektronik cihaz”lar kullanılarak işlenebilir!..
Bu ihtimali de,
Gözden ırak tutmamak gerekir.
FAİLLER KİMLER OLABİLİR?
“Maktûl”ler, “cinayet yeri” ve “faillerin metodları” ile ilgili bilgi ve tahminlerden sonra, gelelim “cinayetleri kimlerin işlemiş olabileceği” meselesine...
Burada da “birçok ihtimal” var.
Onlar da şöyle sıralanıyor:
l Bölgede “kaçakçılık”tan elde edilen milyarlarca dolarlık rantı paylaşanlar!..
l Şimdilik kabuğuna çekilmiş gibi görünse de pusuda bekleyen derin devlet yapılanması...
l PKK’nın dağda kalmasından maddi ve şahsi çıkar sağlayan örgüt içindeki irili ufaklı derin fraksiyonlar!..
l Ortadoğu’da üretilen “uyuşturucu”yu Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyan uluslararası uyuşturucu kartelleri!..
l Silah kaçakçıları!..
l Türkiye’de terörü ve derin devleti farklı projelerde ‘taşeron’ olarak kullanan yabancı istihbarat birimleri!..
Yani, bu cinayetlerde “hepsinin parmağı” olabilir... “Tetiği çeken” kim olursa olsun, bu cinayet, nihayetinde “hepsinin işine yarıyor!”
İMRALI KORUNAKLI OLMASA!
Gelelim, yazı başlığındaki iddiaya...
Başbakan Tayyip Erdoğan, Senegal’de iken açıklamada dedi ki;
“Öcalan’a ev hapsi diye bir olay sözkonusu değil. Bu konuda her şey kesinleşmiştir ve Öcalan’ın konumu, yeri her şey bellidir. Öcalan’ın kaldığı yer 12 metrekarelik bir odadır. Radyosu vardı, şimdi o radyoyu televizyon ile değiştirecekler. Ben talimatı vereli epey oldu. Bir televizyonu oraya koyun dedim.”
Ve ekledi:
“Öcalan’ın kaldığı İmralı Cezaevi dünya standartlarında bir cezaevidir!”
Mahir Kaynak’ın kızı Deniz Ülke Arıboğan da; İmralı Cezaevi ve Öcalan’la ilgili olarak, önceki gün şunları yazdı:
“Şurası kesin ki bu savaştan nemalananlar, müzakerelerin sürmesinden hoşnut değil. Bu sefer çok kararlı adımların atıldığını düşünüyor ve özellikle de Öcalan’ın devreye girmesinden endişe ediyorlar.
İmralı; Öcalan için sadece bir hapishane değil, aynı zamanda onu derin yapıların erişiminden koruyan bir koruyucu duvar da.
Onun devletle ilişkiye girmesi, dışarıdaki bazı PKK’lıların hiç de memnun olmadığı bir şey. Birden çok PKK’nın var olduğu artık herkesin bildiği ve konuşmaya başladığı bir gerçek.”
Peki; “Derin PKK”, niye memnun değil Öcalan’dan?.. Ona yakın isimleri niye ortadan kaldırdılar?..
APO’DAN 2 GARANTİ
Sorunun cevabı, Apo’da gizli... Abdülkadir Selvi’nin yazdığına göre; 16 Aralık’ta İmralı’ya giden MİT Müsteşarı Hakan Fidan, hem de “2 defa” soruyor Öcalan’a;
“Ayrı devlet talebiniz var mı?”
Öcalan iki defa kararlı cümlelerle, “ayrı devlet yok” güvencesini veriyor... Bu, bir anlamda Öcalan için görüşmelere başlanılıp başlanmayacağı konusunda test oluyor.
Bu diyalog olduğu gibi Başbakan’a aktarılıyor.
Onun onay vermesi üzerine Hakan Fidan, Öcalan’la ikinci defa bir araya gelip, diğer konuları görüşmeye başlıyor.
MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın Abdullah Öcalan’la yaptığı görüşmede, kritik konular ele alınıyor. Bunların arasında en önemlisi; belki de ayrı devlet kadar sürecin kilit konularından biri olan, “Demokratik Özerklik” konusu...
Öcalan, “Demokratik Özerklik”ten vazgeçtiğini açıklıyor.
Özetleyecek olursak;
Öcalan, yeni sürece damgasını vuracak kadar önemli olan iki konuda, yeni görüşlerini deklare ediyor.
1- Demokratik özerklik yok
2- Ayrı bir devlet yok.
Şimdi, söyleyin hele;
“Demokratik özerklik yok... Ayrı bir devlet yok” noktasına gelmiş bir Öcalan, hiç “Derin PKK”nın ve “silah baronları”nın işine gelir mi?.. Öyle ya, onlar, “savaş rantı” ile besleniyorlar!..
APO’YA TUZAK MI?
Hele sorun kendi kendinize;
“Eşeğini dövemeyen semerini dövermiş” misali, Paris’te “Apo yanlısı 3 kadını” öldürenler “ellerinden gelse”, devletle uzlaşmaya çalışan böyle bir Apo’yu öldürmezler mi?..
Hani, düşünmüyor değilim;
“Apo’ya tecrit kalksın!.. Apo’ya ev hapsi verilsin!” diyenlerin amacı, gerçekten de “Apo’nun iyiliğini” istediklerinden midir, yoksa amaç, Apo’ya “tuzak” kurup, onu “kolay hedef” haline getirmek midir?..
Bana öyle geliyor ki;
Deniz Ülke Arıboğan’ın da yazdığı gibi, İmralı Cezaevi; eğer “Bir hapishane olmasının yanı sıra, Öcalan’ı derin yapıların erişiminden koruyan bir koruyucu duvar” olmasaydı, katiller; herhalde Paris’te Kürdistan Enformasyon Bürosu’nu basıp, orada “Apo yanlısı 3 kadını” değil, herhalde İmralı Cezaevi’ni basıp, “Apo’nun kendisini” öldürürlerdi.
Çünkü bunların, “savaşın rantı”nı yemek için, işlemeyecekleri cinayet yok!..
“Apo’ya rağmen” cinayet işleyenler, ellerinden gelse Apo’yu da öldürürler!..
Zira, bu iş “Kürt meselesi” olmaktan çoktan çıkmış, “çete”lerin at koşturduğu bir “rant savaşı” haline dönüşmüştür!..
Bu kadar para;
Gözleri “kör” eder!..
Apo’yu bile görmezler!..
.....
NOT: Akit’e atılan “bomba” ile ilgili düşüncelerimi inşallah yarın yazmaya çalışacağım.




Senegal’in Utanç Adası’nda, utanç heykeli

Başbakan Tayyip Erdoğan, Senegal’e gittiğinde, ilk olarak “300 yıl boyunca” Afrika’dan Amerika’ya yapılan köle ticaretinin sembolü olan Goree Adası’nı ziyaret etmiş...
‘Utanç adası’nda kölelerin tutulduğu evleri gezen Erdoğan, Fransa’nın gönderdiği ve köle ticaretini simgeleyen heykeli görünce, Senegalli yetkililere, “Bu heykeli aslında Fransa’ya geri göndermek lazım” demiş!..
Malûm gazeteler, bu olayı “Erdoğan’dan ikinci ucube çıkışı” olarak vermişler!..
Gazetelerin tavrı, gerçekten de tam bir ucube!..
Çünkü Erdoğan, “heykel”e değil, “heykelin simgelediği zihniyet”e isyan etmiş ve gönderilmesini istemiş!..
Öyle ya, bu heykel; Senegal’e değil, Fransa’ya yakışır!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi