Faruk Köse

Faruk Köse

Silahlanıp dağa mı çıksınlar?

Silahlanıp dağa mı çıksınlar?

 

Çoğu üniversitede “yasal olarak” değil de rektörler göz yumduğundan, “fiili uygulama” şeklinde, “sadece öğrenciler için” serbest olduğuna bakmayın. Ya da yine “fiili durum” olarak İmam-Hatip okullarında sadece “öğrenciler için” göz yumulması sizi aldatmasın.
 
 
Okullarda yasak!...
Meslek odalarında yasak!...
Kamu kurum ve kuruluşlarında, kamusal alanda yasak!...
Pek çok özel şirkette/kurumda yasak!...
Öğrenci olmayanlara yasak!...
Mevzuat gereği zaten yasak!...
Anladınız... “Başörtüsü yasağı”ndan söz ediyorum.
Başörtülüler için “hak-hukuk” yok, “yasa-kural” yok, “adalet” zaten yok. Öyle ki, kimi üniversitelerde ve İmam-Hatip Okullarında verilen fiili hak bile “yasasız.” Bu kurumların idarecilerinin insafına bağlı. Dilerlerse serbest bırakıyorlar, dilemezlerse yasak zaten mevzuat gereği devam ediyor. Yani anlayacağınız, bu en tabiî hak, birilerinin lûtfuna bağlı kılınmış. İnsafa gelirlerse, insafları ölçüsünce, insaf gösterdikleri yerlerde serbest olacak; kalanında yasak!...
 
Bu ne demek biliyor musunuz?
Başörtüsü ve başörtülü, “Laik-Kemalist rejim için seçilmiş hedef tahtasıdır” demek. Rejimin mekanizması içinde “iktidar nimetlerine nail olabilmek için, ilahlara adanan kurbandır” demek. İktidar nimetlerinden yararlanmayı sürdürmek için, “politika arenasında oynanan oyun denkleminde kullanılan jokerdir” demek.
Bu, gerçekten büyük bir çirkinliktir!
 
Artık inanan insan; bedeni üzerinden, inancı üzerinden, duyguları üzerinden, başörtüsü üzerinden oynanan oyunlardan, yapılan haksızlıklardan, zulümden bıkıp usanmıştır.
 
Bu “usanç” öyle dayanılmaz bir boyuta varmıştır ki, “öfke”ye dönüşmek üzeredir. Öfkenin ise nereye varacağı, nerede duracağı belli olmaz. Çünkü “Laik-Kemalist rejimin hak ihlalleri”nden kurtulmanın yolu olarak, artık “akl-ı selim”in, “mülayelet”in iş görmediğine dair kanaatler oluşmaya başlamıştır. Şimdi, güncel “terör süreci” vesilesiyle bu kanaat pekişirse, bunun önünde kim, nasıl durabilecek; oluşabilecek hasarı kim, nasıl karşılayabilecektir?
 
“Olmaz” demeyin; “zulüm yanımıza kâr kalır” hiç demeyin. Çünkü bu ülke ne olmazlar gördü, biliyorsunuz.
 
Hani, farz-ı muhal; yıllardır “kanayan yara” haline gelen “hak ve inanç ihlalleri”nden ötürü artık frenleri boşalan başörtüsü mağdurları “silahlı örgüt” kursalar... “Dağ”a çıksalar... Kanlı bir “kavga ve çatışma süreci” başlasa... “Ülkenin her yerinde çatışma”lar yaşansa, binlerce insan ölse!... Dağa çıkan başörtüsü mağdurları “şehir yapılanmaları” ve “siyasal parti”ler kursalar, politik arenada boy göstermeye, “paralel devlet yapılanması” kurmaya ve işletmeye, sürekli olarak çatışma ortamını kızıştırmaya yönelik örgütlenmelere gitseler, calışmalar yürütseler... Öyle ki, artık “Devlet bununla başedemez” hale gelse... Artık “akan kanın ağırlığı” taşınamaz olsa... Artık yaşananlar insanlarda “bıkkınlık” oluştursa... Artık sırf “Laik-Kemalist Devletin başörtüsü inadı” yüzünden bunca “ölüm ve zulüm” de yetmese ve ülke “parçalanmanın eşiği”ne gelse... İnsanların gönlünde ayrılık zaten yer etmiş olsa...
 
Bunlar iyi şeyler değil, ama farz-ı muhal, bütün bunlar olsa; söyleyin, “başörtüsü sorunu” çözülür mü, çözülmez mi? “Çözülmez” diyene bir çift sözüm var. Şöyle ki:
Laik-Kemalist Devlet, ülkede yaşayan insanlar arasındaki “ortak kimlik” olan “İslam”ı hayattan söküp atarak fert, aile, toplum ve devlet hayatını siyasi, sosyal, hukuki, iktisadi, kültürel vb. açılardan “Türk ırkçılığı” ve “dinsizlik” üzerine kurunca, Türklerle “İslam ortak bağı” koparılan Kürtler yıllardır zulüm altında kaldı. Önce “gönüllerin bağlılığı” koparıldı; ardından Kürtler silahlanıp dağa çıktılar. Olanları biliyorsunuz, tekrara gerek yok.
 
Gelinen noktada “Devlet aklı”, bu sorunun çözülmesi gerektiğine -nihayet- karar verdi ve “terörist” ile kuzu kuzu “masaya” oturuldu.
Peki, bu noktaya gelinmesi mi gerekiyordu? Onbinlerce insanın ölmesi, yüzmilyarlarca maddi kaybın olması, gönül bağlarının ve “birlikte yaşama arzusu”nun koparılması mı gerekiyordu bu noktaya gelebilmek için?
 
Aslında hayır! Daha başta Kürtlerin “dil”, din”, “kültür” ve “kimlik” hakları çiğnenmeseydi, bugün başımızda bir “Kürt sorunu” da, ayrılıkçı-silahlı Kürt örgütleri de olmayacaktı. 40 bin insan ölmeyecek, yüzmilyarları bulan kaynak heba olmayacak, ülke çok çok ileri bir kalkınma düzeyine ulaşacaktı.
 
Gelelim başörtüsü meselesine... Devlet başörtüsü konusunda da aynı “katı tutum”u ve inadı sürdürüyor. Eğer bu inat devam ettirilirse neler olabilir?
 
Kürt sorununun, Kürtlere istedikleri hakların “silahlı mücadelenin akabinde” verildiğini gören başörtüsü mağdurları, bu süreçten “demek ki hak aramanın yolu-yordamı buymuş” şeklinde bir ders çıkarır, silahlanıp dağa çıkarlarsa, haklarını böyle elde etmeye kalkışırlarsa, Devlet bunun sonuçlarına nasıl katlanacak?
“Hak aramanın yolu silah, hak almanın yolu da çatışma” kanaatinin belleklere yerleşmemesi için, “Devlet aklı”nın “başörtüsü sorunu”na acilen çözüm bulması, “yasağı tüm alanlarda kaldırması” gerekmez mi?
 
Hemen şimdi, ivedilikle...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
28 Yorum
Faruk Köse Arşivi