Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Aydın Doğan: Emir büyük yerden!

Aydın Doğan: Emir büyük yerden!

 

“Biz sizi umacı gibi görürüz, siz de bizi ne idüğü belirsiz canlılar gibi görürdünüz, ama şimdi karşılıklı konuşmaya başlayınca böyle olmadığı anlaşılıyor.”
Bu sözleri ebediyete uğurladığımız ünlü gazeteci ve TV programcısı Mehmet Ali Birand söylüyordu Bugün TV’deki konuk olduğu programda.
 
Şimdi ünlü gazetecinin çocukluğuna dönüyoruz. İstanbul Erenköy’de 3 katlı ahşap bir konakta başlayan çocukluk yılları, sıkıntılı bir hayat, bir de geçirdiği talihsiz bir kaza ile birleşince daha da çekilmez olur. Tanınmış büyükelçilerimizden Mahmut Dikerdem’in yeğeni olan bu çocuk her şeye rağmen şanslıdır ve Vehbi Koç’un yardımı ile Londra’da bir hastanede ameliyat olur. O okulda küçük, şişman ve topal bir çocuk olarak anılmanın handikaplarını aşmaya azimlidir. 6 ameliyat daha geçirir. 9 Temmuz 1963’te o hastane odasından 50 yıl sonraya bir mektup yazar. Buradan anlaşıldığına göre hayatında 50 yıllık bir plan yapmayı bile rahatça hayal edebilecek bir düş dünyasına sahiptir. Dayısının desteği ile de Galatasaray Lisesi’ne girer. Her devirde Galatasaraylı olmak bir avantajdır ve o da bunu iyi kullanır.
 
Ayağındaki aksaklık belki de ona hayat boyu yarış hissi verecek bir noter görevi görecektir. Bu yönü son aylarda ortaya çıktığında küçüklüğünde çocuk felci geçirerek bir başka şekilde aynı kaderi paylaşan ben onu bir kader arkadaşı olarak görüp tanışmayı düşünürken, kader bize bu buluşmayı yaptırmıyor. Demek ki böylesi mukaddermiş.
Sonra gazetecilik macerası başlar Birand’ın. Milliyet’te Abdi İpekçi’nin yanında bu havayı soluyacak ve bir daha da iflah olmayacaktır. Başarılı bir gazetecilik, ardından TRT’de televizyon ve radyoculukla zirveye çıkar.
 
1983’te TRT’de yaptığı 32. Gün programı bir habercilik klasiği olur. Yanında bugün hâlâ pek çok kanaldan yakından tanıdığımız ünlü haberciler yetiştirir. Ali Kırca, Reha Muhtar, Mithat Bereket, Musa Çözen, Çiğdem Anad, Coşkun Aral, Can Dündar, Savaş Ay, Deniz Arman bu programda yetişen habercilerdir.
 
Yetiştirdiği bugün hâlâ marka olan isimlere bakınca, Birand’ın işini çok iyi ve sevecen bir şekilde yapmasının yanında fikriyatını da göz ardı etmeden bunu makul bir şekilde işine enjekte ettiğini görürüz. Doğrusu beni burası ilgilendiriyor. Herkes şu beylik lafı ediyor: “İyi bir insandı.”
 
Bense başka bir cevap da arıyorum. Onu değerlendirirken suyun bu tarafında olup da riyakârlık yapanlardan olmak istemiyorum. İnanın o da istemezdi. Onunla yapılan tüm söyleşileri ikişer-üçer kere izledim. Ondaki açık sözlülük ve dürüstlük keşke seven sevmeyen herkeste olsa. “Benim için Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, Budist fark etmez, ayırmam” demesi bile onun ne kadar dürüst olduğunun göstergesidir.
Yıl 1986, askerlerimiz dışa açılmanın ilk provasını yapıyor. Birand, bu projenin bir parçası olarak “Emret Komutanım” kitabını kaleme alır. Askeri okullar, kışlalar Birand’a gezdirilir. Genelkurmay’ın arşivleri kendisine açılır. Ama yazılan kitap hiç beğenilmemiştir. Orada subay eşlerinin subaylar üzerinde ağırlığı olduğu tezi savunmaktadır. Araştırmadan bu sonuç çıkmıştır. Genelkurmay zehir zemberek bir açıklama yaparak Birand’ı hedef tahtasına koyar. Birand da bu işe şaşırmıştır. Zira Genelkurmay subay eşlerinin küçük düşürüldüğünü söylemektedir.
 
Birand, Genelkurmay’dan ikinci darbeyi 28 Şubat döneminde yedi. Andıçlandı ve işini kaybetti. Suçlama ağırdı; o PKK’dan para alarak onları savunan yazılar yazıyordu. Şemdin Sakık cezaevinden açıklama yaparak bu suçlamaların asılsız olduğunu bildirdi. Birand da bu iftiradan kurtuldu. Ama kendi ifadesi ile Yeşil, kendisini öldürmek için evine kadar gelmiş, sonradan bu ölüm kararı kaldırılmıştı.
 
Bugün TV’de Erkam Tufan’a Doğan Holding için “Biz de sütten çıkmış ak kaşık değiliz” diyecek kadar samimi ve içten konuşabilen Birand’ın ölümüne en iyi yorumu patron Aydın Doğan yapmış: “Emir büyük yerden.” 
 
Mehmet Ali Birand’ın yaz başında tatile girerken Kanal D’de bir veda konuşması vardı. Bu konuşma her yıl yaptığı “Sonbaharda tekrar görüşürüz, nasıl olsa görüşeceğiz” konuşmalarına hiç benzemiyordu. “Gidip de gelmemek var” anlamına gelecek mimiklerini içinde saklayan, yani buruk bir veda idi. “Şimdi veda zamanı geldi, ameliyat olacağım, beni sevenlerden, sevmeyenlerden dua bekliyorum.”
 
Bugün de suyun öbür tarafında onun için “Kaybettik” başlığı atılıyor devamlı. Oysa ölüler kaybettiklerimiz değil, kazandıklarımızdır. Artık onların gözlerindeki perde kalkmıştır, gerçeklere bizatihi ulaşmışlardır onlar; “cezanın da bir tür mükâfat olduğu” bir hakikatin geçer akçe olduğu bir dünyaya yelken açmışlardır. Şimdi yapılacak tek şey, onun ölümünden ibret alarak dünyamızı aydınlatacak bir ışık yakalayabilmek. O kendi dünyası içinde samimi idi, günahları ile de yüzleşebilen bir adamdı. “Hiç namaz kılmadım” diyebilecek kadar dürüsttü. Şüphesiz hepimiz heybesinde bir sürü günah taşıyoruz. Kimseyi yargılama hakkımız da yok; ama arkadan gelenlerin de “Bu dinin Allah’ı benden nasıl bir kulluk istiyor?” sorusunu kendisine sorması lazım. Bu anlamda her ölüm gibi, onun ölümü de bize bir ibret levhası olmalı. Bu dinin savunulmasını, korunmasını istediği her değeri korumak, sahiplenmek bir zarurettir. Buradan bakınca sayın Birand için de şöyle dua etmek geliyor içimden:
“Allah’ım, onu rahmetinle yargıla, taksiratını affet!” 
 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi