Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu

Edep, nezaket, tevazu, kadın, yazar

Edep, nezaket, tevazu, kadın, yazar

 

Comte de Bonneval yazıyor: “Osmanlılar’ın edep, nezâket ve terbiyesi başka hiçbir millette yoktur. Onların âdâb-ı muâşeret anlayışı, görülmemiş bir mükemmellik ve inceliktedir.”
 
Edmondo de Amicis yazıyor: “Tetkîk ve tesbîtlerime göre İstanbul’un Türk halkı, Avrupa’nın en nâzik ve en kibar topluluğudur.”
Eskiden edepsizlik, nezaketsizlik ve gurur bilmezdik. Bunlar bir “Avrupalı hastalığı”ydı ve ölesiye sakınırdık.
 
Ne edepsizlik bilirdik, ne kabalık, ne gösteriş, ne gurur, ne tepeden bakma...
Koskoca sadrazamlar bile mütevazı konaklarda otururlardı. Hiyerarşik açıdan Avrupalı krallarla eşit sayılan Osmanlı sadrazamlarının konakları Avrupalı kralların saraylarıyla boy ölçüşmeli iken, sıradan aristokratların oturdukları şatolarla dahi boy ölçüşemezlerdi: Onların yanında “müştemilat” gibi kalırlardı. Bu yüzden pek az sadrazam konağı günümüze gelebilmiştir.
 
Çünkü Osmanlı “görüntü”nün değil, “muhteva”nın peşinde idi. Biz muhtevayı saf dışı ettik, görüntüyü kurtarmaya kilitlendik…
 
Giyim-kuşam, hal-tavır, eda-gurur!
 
Kulakları duymayan biri ekrandaki görüntülerimizi seyretse, hangi dinden, hangi milliyetten olduğumuzu kestiremez.
 
“Bazı kadın yazarlarımız en azından başörtülü!” diyeceksiniz.
 
Evet öyle, ama o da iğreti: En azından ekrandaki bazı kadın yazarlarımızın başında, “Önemli değil, öylesine başıma attım” der gibi duruyor!
 
Savruk tavırlarıyla, bazı kadın yazarımız tam bir Batılı: Biraz havai, biraz bilgiç, biraz edalı, oldukça gururlu, fevkalâde saldırgan, biraz tenezzülsüz, biraz da “küçük dağlar benden sorulur” havasında…
 
“İlginç” görünüp “şöhret” olma çabası sırıtıyor!
 
Biraz dikkatli bakanlar, fıtratlarındaki “Müslüman kadın” kimliğiyle, sonradan eklemlenen “Batılı kadın” kimliğinin, bünyesinde kıran kırana savaştığını görebilirler...
Batılılaşma konusunda daha istekli olan hemcinslerimden çoktan umut kesmiş, fıtratının gereği olan sevgisinden, şefkatinden, merhametinden, inceliğinden ve hayatı derinden kavrama kabiliyetinden dolayı kadın yazarlarımızı umutlaştırmıştım (yazdıklarım şahit), fakat o konuda da hüsrana uğramış bulunuyorum.
 
Son yıllarda kadın yazarlarımıza da bir haller oldu; kadınlaştıkça güçleneceklerini unutup “erkeksi”leştiler. O kadar ki, “Batılı kadın” görüntüsünü artık başörtüsü de kurtaramıyor. Baş örtme stillerinde bile “entel” bir “büyüklenme” saklı gibi…
Şöyle de söylemek mümkün: Gururu başörtüsü bile örtemiyor! Sanırım bunu “modern Müslüman”lık sanıyorlar.
 
İslâm ebediyetin adı ise, “modern olmayan Müslüman” olur mu?
 
Elbette “çağın idrakine” sesleneceğiz! Tabii “modernite”nin tuzağına düşmeden…
Kadınımızla, erkeğimizle bu tuzağa düştük gibi. Bekleyin biraz, bu gidişle “Çağdaş Müslüman” kavramının “bizim mahalle”de de benimsenmesi yakındır.
 
Merak ediyorum: Acaba hem “yazar” olmak, hem de “kadın” kalmak mümkün değil mi?.. Bazıları bunu nasıl başarıyor?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yavuz Bahadıroğlu Arşivi