Selahaddin Çakırgil

Selahaddin Çakırgil

‘Canavar’ın pençeleri her yerde..

‘Canavar’ın pençeleri her yerde..

‘Ergenekon Dosyası’ ile ilgili ‘iddianâme’nin mahkeme tarafından tedkik edilecek ciddîyette görülüp kabul edildiğinin açıklanması üzerine.. Herkes, durduğu ve baktığı yere göre bir değerlendirme yapıyor.. Kimileri de, kasden, bir şeyleri gizleyip sulandırmaya, önemsiz göstermeye çalışıyor.. Onlar gerçekte, ‘İtalyan Ergenekonu’ sayılabilecek ‘Gladio’ yapılanmasını çökerten ünlü savcı Felice Casson’un kendi çalışmalarından edindiği tecrübeleri aktarırken işaret ettiği durumu yansıtıyor: ‘İlk başladığında bazı kesimlerce pek önemsenmediğini, ucu birilerine değmeye başladığında bazılarının şiddetli eleştiri yaptığını, bir zaman sonra bu şiddetli eleştiriyi yapan çevrelerden bazılarının da şüpheliler arasında olduğunu anlarsınız. İşte o zaman işler daha da karışır.. Hedef aldığınız kesim öyle bir kulis yapar ki savcının çalışmalarının yasadışı olduğu bile imâ edilir.’ (Y. Şafak, 25 Temmuz 08)
Bizde de aynen öyle olmuyor mu?
Başta Baykal, kemalist/laik cenah, geçmişte, ‘Susurluk Dosyası aydınlanmalıdır’ diye ısrarlı kampanyalar yürütenlerin çoğu da, şimdi, ‘Susurluk’daki ilişkilerden de ipuçlarını veren ‘Ergenekon İddianâmesi’ karşısında, ‘Dağ fare doğurdu..’ demeye başladılar..
Onlar, ya dağ görmemişler; ya, fare..
Gerçekte ise, ‘dağ zannedilen görüntünün gerçekte bir canavar olduğu’ anlaşılmak üzere..
Hani, Mesnevî’de bir hikaye vardır: Bir öğretmen, öğrencilerine selin nasıl bir şey olduğunu göstermek için, onları bir ırmak kenarına götürür, sel ânında.. O sırada, suyun içinde bir kürk de sürüklenmektedir.. çocuklar derler ki: ‘Hocam, orada bir kürk var, onu çıkarırsan, kendine bir güzel palto yaparsın..’
Ve, muallim, atlar suya.. Ancak onu kenara çekemediği bir yana, o kürkle sürüklenmektedir.
öğrenciler kıyıdan feryad ederler: ‘Hocam, getiremiyorsan, bırak da gel!’
Muallim der ki: ‘çocuklar, ben onu çoktaan bıraktım da, o beni bırakmıyor..’
çünkü, kürk zannettiği o nesne, gerçekte bir ‘canavar’mış..
Dileyelim ki, ortaya çıkan bu ‘Ergenekon Canavarı’ da, kendisiyle birilerini sürüklemesin..
Evet, ortaya çıkan, bir ‘cumûdiye’/ buzdağıdır ki, gözüken kısmı ana gövdenin zerreciğidir.
* ‘Gladio’ gibi, ‘Ergenekon’un da uluslararası bağlantılarının olmasına şaşmamalıdır.. Unutmayalım ki, bu iddianâmede kilit isimlerden olan ve ömrü, ‘kemalist/marksist /laik’ darbeci hareketlerin ideolojik yönlendirisi olarak anılmakla geçen İ. Selçuk ve çevresinin, diplomatik usûllere göre izah edilemeyecek şekilde, Amerikan Başk. Yard. Dick Cheney’le bile görüşmelerde bulunduğu, bu iddianamede belgelenmiş bulunuyor..
Esasen, Türkiye gibi, jeo-politik açıdan bu kadar önemli bir noktada bulunan ve tarihî arka planı açısından da, müslüman toplumları derinden etkileme gücüne, yine de sahib olan bir ülkeye, emperyalist dünyanın ilgi duymaması düşünülemez..
Bununla, her şeyin emperyalizmce yönlendirildiği gibi, kişiyi paranoia’ya sürükleyecek vehimlere kaçmadan, şu kadarını belirtmeliyiz ki; emperyalizm, ilgi duyduğu bir ülkedeki her türlü güç odağı ve siyasî şekillenmelerle ilgilenir, irtibatlar kurmaya çalışır..
Ama, her şeyden önce, bizim kendi iç bünyemizdeki durumu kavramamız gerekir..
*‘İTTİHAD-TERAKKİ’ ENTRİKACILIĞININ DEVAMIDIR, BU!
‘Taraf’, ‘1923’te kuruldu, 2008’de arınıyor.’. diye duyuruyordu, son gelişmeleri..
Benim de öteden beri, hep anlatmaya çalıştığım bu.. Hattâ, 1908’den, ‘İttihad ve Terakkî Cemiyeti’nin kurulduğu 1898’lerden, ‘Jön Türkler’ (Jeunes Turcs)’den başlatmak gerekir.. Model hep aynıdır.. ‘Kaoslar oluşturarak, ülkenin yönetilemez olduğu’ intibaını kamuoyuna yaymak ve sonra, sahneye ‘kurtarıcı’ olarak fırlamak.. Topluma da ‘ölümlerden ölüm beğendirmek’ özgürlüğünü tanımak! Ve kendi ideolojileri olmazsa, toplumun birbirleriyle boğuşacağı kanaatini yaymak.. (Altay Tokat isimli bir korg. Güneydoğu’da insan hakları ihlallerini araştırmaya gelenlerin kaldığı lojman veya otellerin etrafında bir iki bomba patlattırınca, onların kuzu kuzu olduklarını itiraf etmemiş miydi?)
‘Taraf’ın sözü ettiği 1923 lafı boş bir laf değildir.. M. Kemal de bir ‘İttihadçı’ idi.. Ve, İttihad –Terakkî’nin 1909 Kongresi’ne, bir muvazzaf subay olduğu halde, sahte kimlikle ‘Trablusgarb delegesi’ olarak katılmıştı.. Ama, 1920’lerden sonra ise, dünkü üstlerinin ve emsali olan zevatın kendisine kolayca itaat etmeyeceğini gördüğünden; ‘İttihadçılık’ ideolojisinin ve örgütlenmesinin özünü koruyarak, sadece şahıslar planında bir temizlik yapmak zorunda kalmış ve bilinen usûllere başvurmaktan çekinmemişti..
1923’den sonra ise, zâten, millet, askerlerin alışık olduğu ‘savaş oyunları’nın bir figuranı sayılmış ve millete karşı her türlü entrika tezgahlanmıştı.. ‘Serbest Fırka’ denemesinin ve ‘Menemen Hadisesi’nin belli hedeflere varmak için nasıl tertiblendiği de hatırlanmalıdır..
Bunlar, ‘Bizans’ta entrika bitmez..’ sözünün modern bir versiyonunu hatırlatmıyor mu?
‘28 Şubat’ zorbalık günlerinin ele avuca sığmaz org.larından (müteveffâ) Doğu Aktolga, ‘laiklik üç bin yıl sonrasının ihtiyaçlarını da karşılayacaktır..’ derken; dönemin Gen. Kur. Başk. Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, ‘28 Şubat, 1923’den beri hep vardı, bundan sonra da, hep var olacaktır. Gerekirse bin yıl..’ dememiş miydi?
Bu vesileyle hatırlayalım ki, hiçbir gerçek dinî cemaate dayanmadığı halde, sırf, oyun gereği oluşturulan bir ‘Türk Ortodoksları Kilisesi’ denilen ilginç kuruluşun bünyesinde vazifeli olan (şimdi sanık) Sevgi Erenerol’dan ele geçirilen ‘Derin Ergenekon’ adlı bir belgeye ‘İddianâme’de işaret olunurken dile getirilen şu görüşler ilginçtir: ‘örgütsel konumda kişilerin Türk ordusuna sızmaya çalıştıkları ve gizlilik gereği olan bazı şeylerin açıklanmaması gerektiği, özel Kuvvetler Komutanlığı’nın Ergenekon’un gözbebeği olduğu, (...) Mustafa Kemal Atatürk’ün dahi kendi örgütlerinin tarikatvarî ve dinî yapısının içerisinde olduğu, ancak bunun henüz açıklanmasının zamanı gelmediğinden, açıklanmaması gerektiği şeklinde ibarelerin bulunduğu görülmüştür.’
Ortodoks Patriği Barthalemeos’u, Ermeni Patriği Mutafyan’ı, ünlü yahudi işadamı İzak Alaton’u, Tayyîb Erdoğan ve Büyükanıt’ı vs. öldürme planları.. Suikasd yap, ‘Şeriatçiler yaptı’ diye, laikleri sokağa dök!.. Bu manipulasyonları geçmişte az mı gördük..
‘Danıştay Saldırısı’ en tazesiydi ki, şimdi canavarın pençeleri orada da görülüyor..
Bütün bunlar niye mi?
AK Parti’nin kapatılması davasının açıldığı 14 Mart’tan iki ay kadar öncelerde, Başsavcı’yı, kapatma davası açmazsa, başına gelecekleri düşünmeli diye tehdid eden, İ. Selçuk, bir telefon görüşmesinde de, oyunu (özetle) şöyle açıklıyor: ‘Kapatma davası açılınca, ekonomik kriz olur.. İç düzen bozulur.. Birkaç manipulasyonla, kaos meydana gelir.. Ve sonra gelsin müdahale... Bunlardan, başka türlü kurtulmanın yolu yok..’

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Selahaddin Çakırgil Arşivi