Faruk Köse

Faruk Köse

Olgu Yönetiminden Algı Yönetimine

Olgu Yönetiminden Algı Yönetimine

İnsanları ve toplumları “kontrol etme”nin, “yönetip yönlendirme”nin, “biçimlendirip istenildiği gibi kullanma”nın biçimi değişti.

Artık bu işler daha bilimsel, daha gizli ve çaktırmadan, ama daha etkin olarak yapılabiliyor. Çünkü artık “olgu”lar değil, “algı”lar yönetiliyor. Algıları ele geçirilip kanalize edilen insanlar ve toplumlar, sevk ve idare edildiklerinin farkına bile varamıyor; kerameti kendinden sanabiliyorlar. Emperyalist güçler ya da iktidarı elinde tutan odaklar, önceleri “olgu”ları yönetiyordu.

Olguları yönetmek çok zordu. Çünkü olgular yönetilirken, aslında taraflı da olunsa, “tarafsız”mış gibi bir izlenim uyandırmak zorunluydu. Olgular “nesnel” olduğundan, hep somut şeyleri vitrine çekmek gerekiyor; bu da “sömürü”yü, “yönetme”yi, “kontrol”ü bütün derinliğine indirmeye mani oluyordu. Üstelik olgular “yoruma açık değil”lerdi; somut olgular orada dururken, istediğiniz yorumu yaparak insanların onu “sizin istediğiniz biçimde algılama”sını sağlamanız zordu.

Bunun için yaptığınız çarpıtmalar ortaya çıkınca, durum tamamen aleyhinize dönebiliyordu. Olgular daha çok “irade dışı” olduklarından, “iradeleri yönlendirmek”le de “olgu yönetimi” istenildiği gibi yapılamıyordu. “Herkes tarafından kabul edilmiş” olguları öyle istenildiği zaman istenildiği gibi değiştirip kitleleri yönlendirmek kolay da değildi.

Üstelik bütün bunlar “süreç” gerektirdiğinden, zamanı tam olarak kontrol etmek ve belirlemek, istenildiği zaman istenileni elde etmek mümkün olmayabiliyordu. Olguların her birini belirli “vakalar”la ilişkilendirmeliydiniz. Olguları yönetirken, çoğu iradenin dışında gelişen “vakaları da yönetmek”; bunun için ya “vaka tertip etmek”, ya da olmuş vakaları çarpıtmak gibi riskli ve tehlikeli bir çalışmaya girişmek lazım geliyordu. Bütün bunlardan ötürü, “olgu yönetimi” için “maddi güç” çok önemliydi. Kesenin ağzı açılmalıydı. Çünkü olgu yönetimi “masraflı ve riskli işler”di. İşleri “bizzat kendin” yapman gerekiyordu. Her alanda “pek çok eleman istihdam etmek”, bunları “belli bir strateji” dahilinde tutmak, “aynı hedefe yönlendirmek” ve bu yönelişte “bir arada tutabilmek” lazımdı. Bu esnada “sırların açığa çıkmaması, çekişmelerin ve hoşnutsuzlukların stratejiyi bozmaması” için büyük çabalar gerekiyordu.

İşte bunun için, “Küresel Egemen Güçler” ve onların güdümündeki “Yerel Güç Unsurları”, dünyayı, toplumları, sosyal kümeleri ve bireyleri sevk ve idare etmek için “olgu yönetimi”nden vazgeçtiler. “Algı”ları yöneterek daha kesin sonuçlara ulaşabiliyorlar. Yani artık “algı”lar yönetiliyor. Bunun için “psikoloji”, “sosyoloji”, “beyin kontrolü”, “strateji”, “parapsikoloji” vb. ilimlerdeki gelişmeler, “stratejik-politik hesaplar”, “dini duygular”, “efsaneler”, “örf ve âdetler”, “yerel ve küresel duyarlılıklar” vb. büyük önem arz ediyor. “İletişim araçları”, “eğitim”, ve hatta “beslenme” gibi alanlarda bile “algı yönetimi” için çalışmalar yapılıyor.

“Gen teknolojisi”nin bile ana işlevlerinden biri, “egemen güçler”in “algı yönetimi”ni sağlamalarına yönelik. Bireyleri, sosyal kümeleri, toplumları ve uluslararası camiayı kontrol altında tutmak, sevk ve idare etmek için başvurulan “algı yönetimi” hem “daha kesin sonuçlar” veriyor, hem daha “gizli ve fark ettirmeden” yapılabiliyor, hem de algı yönetiminde “risk” yok, “maddi kayıp” yok, “yoğun personel istihdamı” ve “personel yönetiminin riskleri ve sıkıntıları” yok. Algıları yönetmeye başladığın andan itibaren, “bilgi”yi de, “bilginin yorumlanması”nı da, “duygular”ı da dilediğin gibi yönlendirebiliyorsun.

Üstelik bunları, insanların her zaman kullanıp savunageldikleri “kavramlar”la, onların “düşünce ve inanç değerleri” ile yapıyorsun. Sana düşen, sadece çaktırmadan, zaman içinde ve ustalıkla “kavramların içeriği”ni değiştirmek, “inanç ve düşüncelerin mahiyeti”ni yeniden tanımlamak. Yani kavramları iptal etmiyor, “tanım”ını değiştiriyorsun. “Algı yönetimi”nde, kişinin “iman algısı”nı da, “amel algısı”nı da değiştirip nasıl istiyorsan o hale dönüştürebilirsin. Örneğin “olgu yönetimi”nde “din”i yasaklar ve insanları senin gibi inanıp düşünmeye zorlarsın. Süreç içinde bunda belli bir başarı da elde edebilirsin. Ama daima “rakip”sindir, “düşman”sındır ve fırsatını bulduklarında seni alaşağı edecek “potansiyel bir rakip kitle”ye hükmediyorsundur. Ancak “algı yönetimi”nden “din”i yasaklamaz, hatta serbest bırakırsın. Ancak kişilerin kafasındaki “din algısı”nı değiştirir, “dini yeniden tanımlar”sın.

Bir müddet sonra kişiler ve toplumlar, kendi inandıkları değerleri savunduklarını zannederek, aslında senin onların algısına yerleştirdiğin değerleri savunurlar. Böylece “kontrol ve denetim” sendeyken, potansiyel bir rakip ya da düşman tehlikesini de bertaraf etmiş olursun. Yani algı yönetiminde işi başkasına yaptırıyorsun, ama sen kazanıyorsun. Çünkü insanların algılarına müdahale edip onları değiştirdiğinde, o insanlar artık senin “gönüllü militanlar”ın oluyor. Hem “fikir işçileri”n, hem “eylem adamları”n haline geliyor. Algılarımızı kontrol edelim, bakalım ne durumdayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
8 Yorum
Faruk Köse Arşivi