AK Parti kapatılırsa ne olur?

AK Parti kapatılırsa ne olur?

Demokrasinin Ruhu İçin Acımasız Bir Güç Mücadelesi

Türkiye’yi saran mevcut krizin ne kadar önemli olduğu ya da Anayasa Mahkemesi’nde görülen davanın sonuçlarının ne kadar ciddi olduğunu söylemek için abartı yapmak imkansız. Bir hafta içerisinde ya da kesinlikle gelecek ay sonunda, Türkiye, başbakanından, cumhurbaşkanından ve hükümet partisinden yoksun olabilir. Hatta işleyen bir hükümetten yoksun olabilir. Dünkü sorumluları bilinmeyen teröristler tarafından gerçekleştirilen bombalama olayları, devamı gelebilecek olan şiddetin en son işaretleriydi.

Şimdiye kadar Türkiye ile ilgili haber başlıkları başörtüsüne konsantre olmuş. İslami kökenli AK Parti hükümeti, altı yıllık iktidarında, muhalefet partileri, ordu ve yargı tarafından acımasız bir şekilde saldırıldı. Bu kesimler, bunu (başörtüsünü) General Kemal Atatürk tarafından kurulan laik Türk devleti Anayasası’na karşı direk bir saldırı olarak görüyorlar.

Kuşkusuz, başörtüsü önemli bir konu. AK Parti’nin İslam’ın ılımlı yüzünün bir delili olarak görenler, ifade özgürlüğü, serbest pazar ekonomisine olan bağlılık, Kürtlere daha adil davranma ve Avrupa Birliği üyeliği konularını örnek gösterirken, aynı şekilde başörtüsünü bir başlangıç olarak görenler, başörtüsünü ülkeyi İslami bir devlete dönüştürme adımı olarak görüyor.

Bu, gerçekten basit ve akılcı bir durum mu? Gerçekte, laiklik ve din çatışması, daha büyük ve karanlık bir güç mücadelesinin göstergesidir; ordu, bürokrasi ve yargı gibi geleneksel güçler ile, yeni kentli zenginler, Anadolu platosunda yaşayan köylü halk ile Batı eğilimli teknik sınıflar arasındaki mücadeledir. 

Bu mücadele şimdi mahkemelerde. Savaş, iktidar partisinin kendi partisinden birini Cumhurbaşkanı seçmesiyle başladı. Normalde Cumhurbaşkanlığı asker ve yargının elinde. AK Parti, yerini sağlamlaştırmak için erken seçime gitti ve büyük zafer elde etti. Ancak böyle yaptığı için, savaş siyasetten hukuka taşındı.

Bir tarafta, dün Anayasa Mahkemesi’nde görüşülmeye başlanan dava, ki Anayasa Mahkemesi 1960 darbesinden sonra ordu tarafından kuruldu. Yargıtay Başsavcısı, Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan dahil AK Parti’nin ileri gelenleri ile Parti’nin laiklik karşıtı eylemler yaptığı gerçeksiyle yasaklanmasını talep etti.

Diğer tarafta ise, İstanbul Savcısı, Ergenekon ismi verilen, emekli generaller, gazeteciler, akademisyenlerden oluşan ve ‘devlet düşmanları’na karşı suikast düzenledikleri, (yazarlara, Kürtlere ve siyasetçilere) ve mevcut hükümete karşı bir darbe hazırlığı içerisinde olmakla suçlananlar için dava açtı.
Riskler daha büyük olamaz. Devletin geleceğinden endişeliler. Bu yüzden sıradan Türklerin çoğunluğu Anayasa Mahkemesi’nin kapatma davasından vazgeçmesi ve karşılığında Ergenekon davasının düşmesi gibi bir uzlaşma umudu taşıyor (Sadece naif düşünenler, yargının siyasileşmediğine inanabilir), ya da en azından Anayasa Mahkemesi’nin AK Parti’yi sadece devlet yardımından mahrum bırakarak kendisini sınırlaması umudu taşıyor. 

Can sıkıcı şey şu ki, bu oyun içerisinde şiddet yanlısı çok güçlü gruplar bulunuyor. Kaos en iyi olarak da silahlı kuvvetlerine yarıyor (Bu yüzden, birçokları, son bombalama olaylarında onların eli olduğundan şüpheleniyor). Ordu, 1960’tan beri üç kez müdahalede bulundu ve seçilmiş hükümetleri iktidardan indirdi. Bugün de yine aynısını tekrar mutlu bir şekilde yapardı. Mevcut güçleri göz önünde bulundurulduğunda, ordu, muhalefet susturur ve fikir özgürlüğünü kısıtlardı. Aynı şekilde Kürtlere karşı topyekün bir savaş açardı.

Ancak o zamanki Türk toplumu, daha önce sessizce kabul ettiği askeri yönetimi bugün istemeyecek kadar ilerledi. Burada, bazı Müslüman fundamentalistlerin, ordunun müdahalesine karşı kendi kampanyalarını başlatması endişesi yatıyor. (Bu yüzden, birçok gözlemci İstanbul’daki bombalama olaylarının arkasında onlar olduğundan şüpheleniyor.)

Hatta birkaç yıl önce, dış dünya her iki tarafı da kısıtlamak için müdahalede bulunabilirdi. Ancak, Avrupa Türkiye’nin AB’ye giriş başvurusunu geciktirerek, nüfuzunu azalttı. Daha Soğuk Savaş sonrası Türk ordusunu destekleyen ABD, Irak işgalinden sonra nüfuzunu kaybetti.

Ne var ki, dış dünyanın, bu konuda duruş sergilemesi bir gereklilik. Başörtüsü ve din tartışmalarının hepsini unutun. İslam ve Batı ile ilgili tartışmaların hepsini bir tarafa bırakın. Bu savaş, demokrasiyle ilgili ve eğer seçilmiş Türk hükümeti kaybederse, biz hepimiz, bunun sonuçlarının kurbanı olacağız.

çev: habervaktim.com

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi