Hasan Karakaya

Hasan Karakaya

Sabancı cinayetinden, Danıştay cinayetine... Hep aynı tezgâh!

Sabancı cinayetinden, Danıştay cinayetine... Hep aynı tezgâh!

25 Temmuz'da açıklanan "2 Bin 455 sayfa" ve "441 klasör"den oluşan "iddianame"yi, şu ana kadar hiç kimsenin tam olarak okuduğunu sanmıyorum... Okuyanlar da, iddianameye "kendi penceresinden" bakıp, olumlu veya olumsuz bir şeyler söyleyip, yazıyor... Kimi "zırva" deyip iddianameyi küçümsemeye çalışıyor, kimi de "Anıtkabir'in piknik tüpleriyle havaya uçurulacağı" yalanına inandığı ve "tahta tüfeklerle Cumhuriyet rejiminin yıkılacağı"na milleti inandırmaya çalıştığı günleri unutup, "av tüfeği ile darbe yapacaklardı" diyerek "Ergenekon Terör örgütü'ne sözcülük" yapıyor...
Biliyorum, kimi "saflık"tan yazıyor/söylüyor, kimi de "ideolojik pencere"den bakıp, "pislik"lerin ortaya çıkmasını, "irinlerin patlamasını" engellemeye çalışıyor... Sizin anlayacağınız; kimi "bizden yana" kimi de "domuzdan yana" bir tavır içinde!..
Ama, ne yalan söyleyeyim; "iddianame"yi okudukça, tüylerim diken diken oluyor...
"Meğer" diyorum; "Ne büyük bir belâ atlatmışız!"
Atlattık mı, o da tartışılır!..
Zira, "Güngören'deki patlama" da gösteriyor ki; PKK'yı "taşeron" olarak kullanan Ergenekon'cular; bir yandan "çıkış yolu" arıyorlar, bir yandan da örgüt mensuplarına, "ayaktayız" mesajı vermeye çalışıyor!..

üLKüCü VE SOLCUDA AYNI SİLAH!
Hayır; beni korkutan, tüylerimi diken diken eden; "patlama"lar, "cinayet"ler ve "sabotaj"lar değil...
Beni asıl korkutan, örgütün uyguladığı "taktik"ler!
Evet, uyguladığı "taktik"ler ve "kullandığı" kişiler!.. Daha doğrusu kişileri ve örgütleri "kullanma metodları" korkutuyor beni!..
Hele hatırlayın "12 Eylül İhtilâlinin öncesi" günleri... "İhtilâle zemin hazırlamak" isteyen "cuntacı"lar; hem "solcu"ları kullanmışlardı, hem de "ülkücü"leri!..
Böylece, koskoca ülke, günde 30-35 kişinin öldüğü "ceset tarlası"na dönmüştü!..
İşin tuhaf tarafı;
"ülkücü"nün elindeki silah da aynıydı, "solcu"nun elindeki silah da!.. Kimi "devrim" peşindeydi, kimi de "vatanı kurtarıyor"du!..
"Silah aynı"ydı ama, "tetiği çeken el"ler kâh "solcu" oluyordu, kâh "ülkücü!"
"Aynı silâh"la, hem "ülkücü" bir genç öldürülüyordu, hem de "solcu" bir genç!..
Dün "solcu"ları ve "ülkücü"leri kullanan, onları "birbirlerine kırdıran" karanlık odak ve mahfiller, bugün de "çeşitli örgüt ve kişileri kullanıyor!"
Ve onlara "sabotaj"lar yaptırıp, "cinayet"ler işletiyor!..
Dün de yazdığım gibi;
"Alparslan Arslan ve bar arkadaşları"na, önce Cumhuriyet gazetesinin bahçesine "bomba" attırıyorlar, sonra da "Danıştay" binasını bastırtıp, "cinayet" işlettiriyorlar!..
Ne gariptir ki;
12 Eylül öncesinde, nasıl ki, "vuran"da, "vurulan"ın da ellerinde "aynı silah" var ve o silahı ellerine tutuşturanın da "aynı karanlık odak" olduğu ortaya çıkmışsa, Ergenekon Terör örgütü'nün de "aynı taktikleri" kullandığı, yeni yeni ortaya çıkıyor!..
"Bombalanan Cumhuriyet gazetesi" sahibi İ.Selçuk ile "Cumhuriyet'e bomba atan" Alparslan Arslan'ın "aynı örgüt mensubu" olduklarının ileri sürülmesi gibi!..
Demek oluyor ki;
Ergenekon için "kırmızı çizgi" yok!..
Belirli bir "ideoloji" ve "fikir"leri de yok!..
Ergenekon için önemli olan "kişilerin ismi" veya "bağlı olduğu örgüt" değil!.. Onlar için önemli olan, "kullanıma müsait" olup, olmamaları!..
Yani, kişinin PKK'lı veya DHKP-C'li olmasının, ya da "mafyadan" olup-olmamasının hiçbir önemi yok!..
önemli olan, "iş bitirici" olması!..
Dün, "iş"leri düştü, "DHKP-C'li Mustafa Duyar"ı kullandılar, sonra onu "öldürtmek" için "Nuriş Kardeşleri" kullandılar!.. Bugün de "Alparslan Arslan ve bar arkadaşları"nı sahneye sürdüler!..

SABANCI CİNAYETİ AYDINLIK AJANDASI'NDA!..
Dedim ya; Ergenekon Savcısı Zekeriya öz tarafından hazırlanan iddianameyi okudukça, tüylerim diken diken oluyor; "Vay anasını sayın seyirciler" demekten kendimi alamıyorum.
İddianamede Mustafa Duyar ismini görüp, "Sabancı suikastı"nı okuyunca dehşete kapıldım...
Hayır, olayı bilmediğimden değil... "örgütün kullandığı yöntem"den dolayı dehşete kapıldım.

SABANCI CİNAYETİ VE VAKİT’İN TAVRI
Biliyorsunuz... "özdemir Sabancı cinayet"i konusunda, gerek gazetem Vakit ve gerek ben, son derece duyarlı davrandık!..
Daha o günlerde, bu işin "bir örgüt işi" değil, "ticari rekabet cinayeti" olduğunu söyledik...
Hatta, "azmettirici" olduğu iddia edilen bir "holding"in ismini bile verdik!..
Ki, o holdingle "mahkemelik" bile olduk!..
O günden bu yanadır ki;
"Sabancı cinayeti"ne, hep duyarlı olduk!..
Ne var ki;
"Tetikçi"yi bilsek de, "onu kimin kiraladığını" ve niye kiraladığını bir türlü öğrenemedik!..
Bu olay, hâlâ bir "sır"dır!..
Ama, bu cinayet "iddianame"ye konu olduğuna göre, inşallah "cinayetin perde arkası" da aralanır ve inşallah "Mustafa Duyar'ı cinayete azmettiren kişi" de yakalanır ve ona da hesap sorulur.
Olayı biliyorsunuz:
"çaycı Fehriye Erdal" olarak bildiğimiz DHKP-C militanının yer göstermesi, yine DHKP-C militanı Mustafa Duyar'ın da tetiği çekmesi sonucu, Sabancı Center İş Merkezi'nde 3 kişi öldürülmüştü!..
Peki, bu kanlı olayın, 12 yıl sonra hazırlanan "Ergenekon İddianamesi"nde işi ne?..
öyle ya; 9 Ocak 1996'da işlenen bir cinayet, iddianamede niye yer alsın ki?..
Yer almış, çünkü;
İşçi Partisi'nin yayın organı Aydınlık Dergisi'nde bu yılın Mart ayında yapılan aramalarda ele geçirilen bir "ajanda"nın 1 Ocak 1996 tarihli sayfasında cinayeti gerçekleştiren zanlılar Fehriye Erdal, İsmail Akkol ve Mustafa Duyar'ın ismi yer alıyordu.
Ne enteresandır ki;
Kanlı eylem, ajandadaki tarihten tam 8 gün sonra, yani 9 Ocak'ta gerçekleştirildi.
İddianamede şöyle deniliyor:
"Adı geçen şahısların isimlerinin not alındığı tarihten tam 8 gün sonra yani ajandada isimleri bulunan şahısların Sabancı Center İş Merkezi'ndeki Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi özdemir Sabancı, Toyota-SA Genel Müdürü Haluk Görgün ve sekreter Nilgün Hasefe'nin öldürülmesi olayını gerçekleştirdikleri bilinmektedir. Sabancı suikastı eyleminden sekiz gün önceki bir tarihte, eyleme katıldıkları tespit edilecek şahısların isimlerinin yazılmış olmasının, örgütsel bağlantı dışında hiçbir şekilde izah edilmesi mümkün değildir."
Savcı beyin bu tesbiti, sizce de doğru değil mi?..
Söyleyin Allah aşkına;
“9 Ocak’ta işlenecek bir cinayet”in, “1 Ocak tarihli ajanda”da ne işi var?!?
Hem de, “tetikçi”lerin isimleriyle?!?
Sadece bu bile, olayın “örgüt işi” değil, “organize bir iş” olduğunu ortaya koymaya herhalde yeterlidir!..

öNCE TEHDİT, SONRA İNFAZ!
Ama, “cinayetteki ilişkiler ağı” sadece bununla sınırlı değil!..
Saldırıdan sonra kendiliğinden teslim olan Mustafa Duyar'ın “konuşacağını” söylemesi örgüt içinde rahatsızlığa sebep oluyor.
Harekete geçen örgüt, Nuri ve Vedat Ergin (Nuriş kardeşler) ile temasa geçerek, cezaevinde bulunan Duyar'ın öldürülmesini istiyor. Kırklareli Cezaevi'nde bulunduğu sırada Adil Yanık isimli bir kişi; Mustafa Duyar'ın Nuriş kardeşlerin adamları tarafından öldürüleceğini, bu eylem için üç yüzbin dolar gibi bir paranın döndüğünü ihbar ediyor.
İddianamede, tanık 'Yüksel'in ifadesine göre, Duyar, cezaevinde bulunduğu dönemde hastane sevki sonrası odasına geldiğinde yatağının üzerinde “sana senden olur her ne olursa, başın rahat olur dilin durursa” şeklinde bir not buluyor.
Kırklareli Cezaevi'nde bulunan Duyar, tehditler üzerine Muğla Cezaevi'ne sevkini istiyor.
Ancak Afyonkarahisar'a gönderiliyor.
Bu arada, Kırklareli'nde Mustafa Duyar'ın öldürüleceğini ihbar eden Adil Yanık'ın gözü, Nuriş kardeşlerin adamları Sami Tokur ve Ahmet Yargüder tarafından kör ediliyor.
Durun, daha bitmedi!..
“İlginçlik”ler, “tesadüf”(!)ler ve “esrarengizlik”ler, bundan sonra da devam ediyor!..
“İhbarcı Adil Yanık’ın gözleri”ni kör eden Sami Tokur ve Ahmet Yargüder; her nasıl oluyorsa oluyor, “Mustafa Duyar’ın Afyon’a sevki”nden 3-5 ay sonra, Afyonkarahisar Cezaevi’ne sevk ediliyor!..
Ve!.. Bildiğiniz gibi;
DHKP-C militanı Mustafa Duyar, Nurişlerin adamı olan bu iki kişi tarafından ortadan kaldırılıyor!..
Evet, “dilinin cezası”nı çekiyor!..
“Konuşacağım” demeseydi, herhalde öldürülmez ve cinayet de sırrını korumaya devam ederdi!..

“VELİ KüçüK’E SELAM SöYLEYİN!”
Ama, bu iş “iddianame”ye yansıdığına göre, inşaallah “esrar perdesi” aralanır!..
Kim bilir, belki “Nuriş kardeşler” konuşur!..
Hele de bu “görüntü”lerden sonra!..
Efendim, olay şu:
Başsavcılık, gelen bir ihbar içerisindeki CD'nin incelemesinde ilginç görüntülere rastlıyor. 2000 yılında Uşak Cezaevi isyanı sırasında Nuri Ergin'in binanın penceresinden çıkarak, "Bu devlet bana Mustafa Duyar'ı öldürttü. Şimdi canlı söylüyorum" diyor.
Vedat Ergin ise şu anda Ergenekon terör örgütü tutuklusu olan Veli Küçük'e selam söylüyor:
"Biz bu devlet için mermi sıktık. Bak bak. Veli Küçük'ü ara, bizi sor. Başka bir şey söylemiyorum."
Olayda asıl azmettiricinin Veli Küçük olduğu aktarılan iddianamenin değerlendirme bölümünde, “Veli Küçük'ün DHKP/C ve Nurişler çetesiyle koordinasyonu sağlayarak” cinayetleri işlettirdiği belirtiliyor.
Sizin anlayacağınız;
önce DHKP-C’li Mustafa Duyar ve Fehriye Erdal ayarlanıp, özdemir Sabancı öldürtülüyor!..
Sonra, “Nuriş çetesi” devreye sokulup, onların da Mustafa Duyar’ı ortadan kaldırması sağlanıyor!..

VELİ KüçüK’E TALİMAT KİMDEN?

İyi de, “azmettirici” olduğu iddia edilen Veli Küçük’ün, özdemir Sabancı gibi “yerli” ve “vatansever” biriyle derdi ne?..
Yoksa, “Veli Küçük’ün de üzerinde” olan “birileri” mi var ve Küçük’e talimat verenler kimler?!?
20 Ekim’de başlayacak “duruşma”lar, “azmettiricinin de üzerindeki kişileri” acaba ortaya çıkartacak mı?..
önceleri “konuşacağım” diyen Alparslan Arslan, daha sonra niye “dut yemiş bülbül” suskunluğuna gömüldü?!? Acaba, “Mustafa Duyar’ın akıbeti”ne uğramaktan mı korktu?..
Dedim ya; “iddianame”yi okudukça, tüylerim diken diken oluyor!.. Okudukça, bakalım daha nice “esrar perdesi” aralanacak?..
Şurası bir gerçek:
İddianame için “zırva”, Ergenekon için “her yere kon” ve savcı için “tesbih illüzyonu” yapıp, olayı küçümsemeye çalışanlar olsa da; “organizatör”lerin, “taşeron”ların, “piyon”ların ve “Ergenekon avukatları”nın maskesini düşüren “ciddi bir iddianame” ile karşı karşıyayız!..
Ben, iddianameyi okumaya devam ediyorum...
Hem de, “sulandırıcılar”a hiç aldırış etmeden!..
===============
Yalçınkaya doğru(!) söylüyor!
Malûm, Ergenekon Terör örgütü'nün yöneticisi olmakla suçlanan "sanık İlhan Selçuk"un, 23 Ocak 2008 tarihli Cumhuriyet'teki yazısında şu ifadeler yer almıştı:
"Savcı; kırmızı çizgiyi çiğneyip bölücülük ya da dincilik yapan siyasi partiye hele bir dâvâ açmasın!.. O zaman, görür gününü!"
İşte bu tehditler, "Ergenekon terör örgütü iddianamesi"nde yer alınca; "İlhan Selçuk'un yazısı"ndan sadece 49 gün sonra AK Parti hakkında kapatma dâvâsı açan Yargıtay Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, bir açıklama yapıp, demiş ki;
"Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı hiçbir organ, makam, merci veya kişiden emir veya talimat almayan, tavsiye ve telkinlerle hareket etmeyen bağımsız bir kurumdur."
Bence, sayın Başsavcı "doğru" söylüyor!..
İ.Selçuk'un yazısında; gerçekten de ne "tavsiye" var, ne de "telkin!"
"Görür gününü!" demek; "telkin"e de girmez, "tavsiye"ye de!..
çünkü burada, düpedüz "tehdit" var!..
Evet, evet; "telkin" ve "tavsiye" değil, "açık bir tehdit" var!..
Dolayısıyla; "tavsiye, telkin, emir ve talimat yok" diyen Başsavcı'nın söyledikleri doğrudur!.. “Tehdit” varken, “telkin”in lâfı mı olur!?!


Önceki ve Sonraki Yazılar
Hasan Karakaya Arşivi