Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Prof. Dr. Namık Açıkgöz

Kürd'ün Kürd'e Ettiği

Kürd'ün Kürd'e Ettiği

 Cumartesi günü AkiT’te, “Barış En Çok Kürtleri Rahatlatır” başlıklı yazım yayınlanmıştı. O yazımda, yıllardan beri terörden en fazla etkilenen kitlenin Kürt halkı olduğunu belirtmiş; barışın sağlanmasıyla en fazla kürtlerin rahatlayacağını söylemiştim.

            Öyle ya!... 30 yıldır dağa kaldırılıp çatışmada ölenler kürtlerdi... Örgüt içi infazlarda ölenler Kürtlerdi... Köyleri basılıp çocukları dağa kaldırılanlar, her gün eyleme zorlananlar, her gün kepenkleri kapattırılanlar, her gün polis ve jandarmayla çatışanlar Kürtlerdi... 30 yıldan beri yörede huzur ve güven kalmamıştı. Bu yüzden yöre halkının ekonomik gücü zayıflamış; yöreye yapılan yatırımlar azalmış; çocuklarının hangi gece dağa kaldırılacağı endişesi, yöre halkında moral bırakmamıştı.

            Yazımda, ağacı kesen baltanın sapının ağaçtan yapıldığını  söyleyerek, terör belasından dolayı en çok acı aşayan kitlenin Kürt halkı olduğunu söylemiştim. Okuyucularımdan bu yazımla ilgili pek çok mail geldi. Demek ki yöre halkı da yaşanan acının farkında ve bir an önce terörün bitmesi için irade sergiliyorlar.

            Bir Kürt okuyucumun mailini, bir kaç imla ve noktalama işareti düzeltmesi yaparak sizlerle paylaşıyorum.

            Sevgili okuyucumun maili şöyle

BİRİ BARIŞ MI DEDİ?...

            “Çocuklar donmamış beton gibidir. Üzerlerine ne düşse iz yapar.’’ demişler ya...  Ne kadar da doğru!..

            Hiç unutamıyorum. Henüz 4-5 yaşlarındaydım. Köye her gece birileri gelir; tüm köylüyü bir yerde toplar (Genelde burası câmi olurdu.); bir şeyler anlatır, bir şeyler konuşurlardı ama çocuktum; tam anlamıyla idrak edemiyordum. İdrak ettiğim ve unutamadığım tek şey çok korktuğumdu.

Gelenler kimi zaman erzak toplar kimi zaman da eleman; yani belli bir yaşa gelen gençleri/çocukları alırlardı. Belli bir zaman geçerdi. Komşulardan ya da köyden arkadaşlarımdan ya da tanıdıklardan birilerini görmezdim ve merak eder, anneme sorardım: “Falanın oğlu filan kişi nerde anne?... Göremiyorum artık...  Nereye gitti?...”   Ve işte annem beynime mıh gibi çakılan o cevabı yapıştırırdı: “PKK aldı onu... Dağa götürdü…” (Bunu Kürtçe dile getirirdi.)

Çocukluğum bu korkular bu hisler içinde geçti. Annem ve babam da aynı şekilde... Kimi zaman saklarlardı beni, kimi zaman da merkezdeki akrabalarımıza gönderırlerdi. Kolay değil tabii çocuğunu alıp götürecekler dönüşü olmayan bir gidişe... Hangi anne-baba buna dayanır ki benimkiler dayansın?...  Onun için yaptıkları her şeyi mübah buluyorum.

Ne zaman gelecekleri ne yapacakları belli olmuyordu gelenlerin.

Ve bir gece ansızın kapı calındı... Babam da yok...  Annem “Kim o?...”  dedi ve kapıyı açtı. Gelenlerin onlar olduğunu bildiği halde açtı. Çünkü açmaktan başka seçeneği yoktu. Bunu en iyi o bilirdi... Çünkü en iyi o tanırdı... Zira daha önce sayısız vakalarına şahit olmuştu.

Velhasıl girdiler içeri... Ben yatağın içinde tir tir titriyorum. Çünkü biliyorum... Benim için gelmişler... Yorganımı kaldırdılar, baktılar. Ben uyumamıştım ama korkudan gözlerim mi açılırdı? Gözlerimi kapatmış uyuyor numarası yapmıştım çocuk aklıyla. Kendi çapımda kandırıyordum. Bilmiyordum ki isteseler her halükarda alırlar.

Yorganı kaldıran PKK’lının şu sözünü hiç unutamıyorum: “Bu daha çok küçük... Biraz daha büyüsün.”  Allah bu sözden önceki korkuyu düşmanıma yaşatmasın; bu sözden sonraki sevinci de tüm çocuklara, annelere yaşatsın.

Allah’ım!... Nasıl bir korkuydu o?...

 Neyse ki ben atlattım ama herkes benim kadar şanslı olamıyordu.

Bu böyle devam etti sonra okul çağına geldim ve babam beni merkezde bir okula yazdırdı. Oradaki akrabalarda kaldım; belli bir zamana kadar bir daha köye gitmedim. Aslında amaç belliydi, okul bahaneydi... Maksat beni yem etmemekti.

Velhasıl anlatılacak gibi değil...

Bu işin bir de asker boyutu da var. (Gerçi asker demek ne kadar doğru olur orası da tartışılır...)

Gündüz de asker gelir bu sefer onlar da meydanda toplar ve …

Ve son çare korucu oldu... Sonra da...

Başta dedik ya “çocuk aklı donmamış beton gibidir” diye... İşte bunların izi kaldı beynimde. Böyle büyüdük.

Ah hocam ah!... Keşke anlatabilsem!...  Keşke tam istediklerimi kağıda dökebilsem!...

İşin hangi tarafından baksanız, hep Kürtler için çile, dert, ıztırap! …

Dediniz ya hocam,  “Bu barışa en çok Kürtlerin ihtiyacı var.”  diye... Evet bir kürt olarak diyorum “Çoook ihtiyacımız var.”

 Saygılar hocam. Yazdıklarınızı okuyunca sizinle kısa bir anımı paylaşmak istedim.

***

Yörede yaşanan travmadan bir kesit sunuyor sevgili okuyucum.  Görülüyor ki, Kürd’ün Kürd’e ettiğini, kimse etmiyor.

Bir yandan terörist, öbür yandan yasa dışına çıkan devlet görevlileri... Yazık bu halka!...

Halkın yaşadığı korkuları travmaları derleyip toplasak bir kitap dolduracak hikâye çıkar.

Yöre halkının yavaş yavaş teröristlerden uzaklaşmaya başladığı şu günlerde, iktidarın bu fırsatı değerlendirmesi ve halka güven veren konuşmalarla onların moralllerini yükseltmesi gerekiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Prof. Dr. Namık Açıkgöz Arşivi