Turgay Yener

Turgay Yener

Sen misin felaha çağıran

Sen misin felaha çağıran

Bu gece yine uyku tutmadı.

Gün içerisinde Nakkaştepe’de kafa patlatmışlardı.

Günlerdir beyninin içini kemiren o düşünceyi bir türlü kafasından atamıyordu.

Eli, masasının üzerinde, dün geceden kalmış viski bardağına uzandı.

Tam ağzına götürüyordu ki, karanlığı aydınlatan o ulvi sesle vurulmuşa döndü.

Felaha çağrılıyordu.

Öyle bir çıldırdı ki, uykusuzluktan kan dolmuş gözlerini, bu sefer hırs bürüdü.

Ağzına götüremediği viski bardağını duvara fırlattı, küfürler savurdu.

Öfkesinin sebep olduğu ter, ağzındaki köpükle karıştı.

Gürültü olarak nitelendirdiği ezan bitmişti. Sandalyeye oturdu, başını iki elinin arasına aldı. Yeniden beynini kemiren o düşünceye daldı. ‘Acaba’ diye sordu kendi kendine: “Acaba yolun sonuna mı geldim? Acaba bu kez tepelenecek miyim?”

Devrimler uzak, bombalar tuzak mı olacak bana?

Gecenin gündüze geçişine henüz dakikalar varken, ansızın bir sabah evinden alınmıştı ne de olsa.

Gerçi, kendisine “Abi” diye hitap edenlerin ‘İhtiyar bir adama da bu yapılır mı’ baskısıyla serbest bırakıldı ama yine de fiyaka bozulmuştu bir kere.

“Acaba, sonun başlangıcına mı geliniyor? Hayır hayır. Ben ki, sağın da, solun da, kapitalist işverenin de, solcu işçinin de, lümpen faşistin de, anarşist komünistin de ‘Abisi’siyim, bana dokunamazlar.

En azından biraderlerim izin vermez, vermemeli, ben bir devrimciyim” diye mırıldandı teselli bulmak için.

Ama yine de vücudunda yukarıdan aşağıya doğru giden anlık titremelere mani olamıyordu.

Sonra, gözlerinin önüne tek tek resimleri bir film şeridi gibi geçti gözünün önünden. Anlık titremelerle gözünün önünden geçen resimler, sinematografideki geriye dönüşleri tanımlayan flashbacklere benziyordu.

Bahriye’nin, Muammer’in, Uğur’un, Ahmet Taner’in, Necip’in. Daha dün gibi hatırlıyordu öldürülmeden önceki günlerini ve öldürüldükten sonra düzenlettirdiği “Kahrolsun”lu mitingleri.

Büyük yankı uyandırmıştı o “Kahrolsun”lu mitingler. Ne de olsa, her mitingden sonra “Cumhuriyet bir kez daha kurtulmuştu gericilerden.”

İşte tüm tesellisi buydu. “Neden bunları söylemiyorlar. ‘Kim öldürdü’ diyenler, neden benim cumhuriyeti nasıl kurtardığımı dillendirmiyorlar. Cumhuriyetin korunması lazım” diye mırıldandı tekrar.

Kendi vicdanında bir türlü beraat edemeyince, çareyi tesellilerde aramaya başlamıştı. Vicdanını kemiren o düşünceye bir panzehir olmasını istiyordu tesellinin.

Sonra yine, kendisine “Abi” diyenlerin bile “Acaba” diye şüphe etmelerini düşündü. “Acaba Uğur’dan, Bahriye’den, Muammer’den, Ahmet’ten, Necip’ten haberdar mıydı? Ya da bahçeye atılan bombalardan?”

İşte en yakınlarının bile bu kuşkuya kapıldıklarını seziyor ve nefret ediyordu.
“Aptal mısınız?” diye mırıldandı birden bire. “Hepiniz tepeleneceksiniz.”

“Haberdardım ya da değildim, ne fark eder? Dinciler hepinizi tepeleyecek. Her devrim, kendini korumak için kan da döker. Kendisinden olanın kanını da döker. Neden şaşırıyorsunuz. Aptallar, aptallar, aptallar” diye devam etti.

Bitkin düşmüştü, sessizce yatağına uzandı yeniden. Bir an önce uyumak istiyordu. “Ne olurdu tüm bunlar rüya olsaydı” diye düşündü.

Sonra o hep dillendirdiği, her kurbandan sonra dillendirttiği o üç kelimeyi, “Yarınlar aydınlık olacak” sloganını “Yarınlar karanlık olacak” diye mırıldandı.

‘Karanlık’ dediği ise, Başsavcı’yı tehdit ederek hakkında dava açtırdığı Parti’nin kapatılmamasıydı. İşte O’nu en çok endişelendiren de bu durumdu.

Güneşin henüz açmadığı, gözlerinin kan bürüdüğü, beynini kemiren virüsün sebep olduğu acının daha da şiddetlendiği karanlık bir geceydi.

Biraz sonra güneş doğacak. Aydınlık yarınlar bekleyen milyonlarca insan için
güneş doğacak. O ise karanlıkta kaybolacaktı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Turgay Yener Arşivi