Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Said Nursî Hz.lerinin Türk’e Bakışı Türkçülerden Evlâdır

Said Nursî Hz.lerinin Türk’e Bakışı Türkçülerden Evlâdır

Said Nursi Hazretleri’nin Türk’e bakışı, Türkçülerden evlâdır. Millî, yani İslâmîdir: “Çünkü, Cenâb-ı hak, bin seneden beri Kur'ân'ın hizmetinde istihdam ettiği ve ona bayraktar tâyin ettiği bu vatandaşların (Türklerin) muhteşem ordusunu ve muazzam cemaatini, muvakkat ârızalarla inşallah perişan etmez. Yine o nûru ışıklandırır ve vazifesini idâme ettirir.”                                                                                                                                                                                                                                         
      
Meşrutiyet’te ve Cumhuriyetin başında olduğu gibi günümüzde de İslâm millet anlayışını temel almayan Türkçü / milliyetçilerin laik bir fonksiyon yükledikleri İslâm, modern-ulus Türklüğü bütün şartlarıyla belirleyen bir âmil değildir. Bundan dolayıdır ki, Türk’ün İslâmî millet vasıflarını Batılı seküler bir formasyona sokan Türkçülere Said Nursi Hazretleri haklı tarizlerde bulunur ve nasihat eder. Türklerin ancak İslâmiyet zemininde millet hüviyetiyle var olabileceğini anlatan yazılarına devrin Türkçüleri karşı propaganda yaparlar. Bunun üzerine sitemkarâne bir şekilde Türkçülere cevap verir:                                                                            
      
“Şeytanın telkini ile ve ehl-i dalâletin ilkaâtıyla, bana karşı propaganda ile hücum eden ve mühim mevkîleri işgal eden bâzıları..., kardeşlerimi (Türkleri) aldatmak ve asabiyet-i milliyeleri tahrik etmek için diyorlar ki: ‘Siz Türksünüz. Mâşâallah, Türklerde her nevî ulemâ ve ehl-i kemâl vardır; Said bir Kürddür. Milliyetinizden olmayan birsiyle teşrik-i mesâil etmek, hamiyet-i milliyeye münâfîdir?”                                                                                        

Doksan yıldır Türk isminin zarf ve mazrufunu sûistimâl ve iğfal eden arızalı Atatürkçü Cumhuriyetin kurbanı, bu ülkenin hâmi ve bânisi Türklerin hâkim millet otoritesinin sarsıldığı (üzülerek ifade ediyorum) bugün, Said Nursi’nin Türkçülere verdiği cevaplardan ders çıkarmanın zamanıdır.                         

Türkiye’nin Müslüman Türkleri olanlar, Türk-î Osmanî zamanlarındaki gibi Türkleri İslâmî millet karizmasıyla Kürtler nazarında salahiyattar kılmak isteyenler, Türklüğü ulus çukuruna düşüren Atatürk milliyetçilerinin ve aynı zeminde duran Türkçü / ulusalcıların yanlışlarından meydana gelen faturanın bugün Türklere çıktığını kavrayanlar, Mektubat’ın 29. kısmını yüreğiniz yanarak, fakat azimle okumanız gerek:                                                                                       

“Senin gibi ahmaklar lâzım ki, Macar kâfirleri veyahut dinsiz olmuş ve frenkleşmiş birkaç Türkleri, muvakkaten dünyaca dahi faidesiz uhuvvetinini kazanmak için, üç yüz elli milyon hakîki, nûrânî menfaattar bir cemâatin (Türklerin) bâkî uhuvvetlerini terk etsin. (…) Delilleriyle menfî milliyetin mâhiyetini ve zararlarını gösterdiğimizden, ona havale edip, yalnız o Üçüncü Meselenin âhirinde icmâl edilen bir hakîkati burada bir derece izah edeceğiz. Şöyle ki: O Türkçülük perdesi altına giren ve hakîkaten Türk düşmanı olan hamiyetfüruş mülhidlere derim ki: ‘Din-i İslâmiyet milletiyle ebedî ve hakîki bir uhuvvet ile, Türk denilen bu vatan ehl-i îmânıyla şiddetli ve pek hakîki alâkadarım. Ve bin seneye yakın, Kur'ân'ın bayrağını cihânın cihât-ı sittesinin etrafında gâlibâne gezdiren bu vatan evlatlarına, İslâmiyet hesâbına, müftehirâne ve taraftarâne muhabbettarım. Sen ise ey hamiyetfüruş sahtekâr! Türkün mefâhir-i hakîkiye-i milliyesini unutturacak bir sûrette mecâzî ve unsurî ve muvakkat ve garazkârâne bir uhuvvetin var.”                                                                                               

“Senden soruyorum: Türk milleti, yalnız yirmi ile kırk yaşı ortasındaki gâfil ve heveskâr gençlerden ibâret midir? Hem, onların menfaati ve onların hakkında hamiyet-i milliyenin iktizâ ettiği hizmet, onların gafletini ziyâdeleştiren ve ahlâksızlıklara alıştıran ve menhiyâta teşcî eden frenkmeşrebâne terbiyede midir? (…)Hamiyet-i milliye bundan ibâret ise, ve terakkî ve saadet-i hayatiye bu ise; evet, sen böyle Türkçü isen ve böyle milliyetperver isen, ben o Türkçülükten kaçıyorum, sen de benden kaçabilirsin! Eğer zerre miktar hamiyet ve şuurun ve insafın varsa, şimdiki taksimâta bak, cevap ver. Şöyle ki: Türk Milleti denilen şu vatan evlâdı altı kasımdır: Birinci kısmı ehl-i salâhât ve takvâdır, ikinci kısmı musîbetzede ve hastalar tâifesidir, üçüncü kısmı ihtiyarlar sınıfıdır, dördüncü kısmı çocuklar tâifesidir, beşinci kısmı fakirler ve zaifler tâifesidir altıncı kısmı gençlerdir. Acaba bütün evvelki beş tâife Türk değiller mi? Hamiyet-i milliyeden hisseleri yok mu? Acaba altıncı tâifeye sarhoşçasına bir keyif vermek yolunda, o beş tâifeyi incitmek, keyfini kaçırmak, tesellîlerini kırmak hamiyet-i milliye midir, yoksa o millete düşmanlık mıdır? ‘El hükmülil ekser’ sırrınca, eksere zarar dokunduran düşmandır; dost değildir.”

“Eğer Türk milleti, yalnız altıncı tâife olan gençlerden ibâret olsa ve gençlikleri dâimî kalsa ve dünyadan başka yerleri bulunmasa, sizin Türkçülük perdesi altındaki firenkmeşrebâne harekâtınız, hamiyet-i milliyeden sayılabilirdi. Benim gibi hayat-ı dünyeviyeye az ehemmiyet veren ve unsuriyet fikrini, firengî illeti gibi bir maraz telâkkî eden ve gençleri nâmeşrû keyif ve hevesâttan men'e çalışan ve başka memlekette dünyaya gelen bir adama, ‘O Kürddür, arkasına düşmeyiniz’ diyebilirdiniz ve demeye bir hak kazanabilirdiniz. Fakat, mâdem ki Türk nâmı altında olan şu vatan evlâdı, sâbıkan beyân edildiği gibi altı kısımdır. Beş kısma zarar vermek ve keyiflerini kaçırmak, yalnız bir tek kısma muvakkat ve dünyevî ve âkıbeti meş'um bir keyif vermek, belki sarhoş etmek, elbette o Türk milletine dostluk değil, düşmanlıktır. Evet ben unsurca Türk sayılmıyorum; fakat Türklerin ehl-i takvâ tâifesine ve musîbetzedeler kısmına ve ihtiyarlar sınıfına ve çocuklar tâifesine ve zaifler ve fakirler zümresine bütün kuvvetimle ve kemâl-i iştiyakla müşfikâne ve uhuvvetkârâne çalışmışım ve çalışıyorum. Altıncı tâife olan gençler dahi, hayat-ı dünyeviyesini zehirlettirecek ve hayat-ı uhreviyesini mahvedecek ve bir saat gülmeye bedel bir sene ağlamayı netice veren harekât-ı nâmeşruâdan vazgeçirmek istiyorum.”

“İşte bu beş tâife ki, Türk milletinin altı kısmından beş kısmıdır; menfaatlerine çalışıyoruz. Altıncı kısım ki, gençlerdir. Onların iyiliklerine karşı ciddî uhuvvetimiz var. Senin gibi mülhidlere karşı hiçbir cihetle dostluğumuz yok! Çünkü, ilhâda giren ve Türkün hakîki bütün mefâhir-i milliyesini taşıyan İslâmiyet milliyesinden çıkmak isteyen adamları Türk bilmiyoruz. Türk perdesi altına girmiş frenk telâkkî ediyoruz! Çünkü, yüz bin defa Türkçüyüz deyip dâvâ etseler, ehl-i hakîkati kandıramazlar. Zîrâ, fiilleri, harekâtları onların dâvâlarını tekzib ediyor.”

“İşte ey frenkmeşrepler ve propagandanızla hakîki kardeşlerimi benden soğutmaya çalışan…! Bu millete menfaatiniz nedir? Birinci tâife olan ehl-i takvâ ve salâhâtın nûrunu söndürüyorsunuz. Merhamete ve timâr etmeye şâyan ikinci tâifesinin yaralarına zehir serpiyorsunuz. Ve hürmete çok lâyık olan üçüncü tâifenin tesellîsini kırıyorsunuz, ye's-i mutlaka atıyorsunuz. Ve şefkate çok muhtaç olan dördüncü tâifenin bütün bütün kuvve-i mâneviyesini kırıyorsunuz ve hakîki insâniyetini söndürüyorsunuz. Ve muâvenet ve yardıma ve tesellîye çok muhtaç olan beşinci tâifenin ümitlerini, istimdatlarını akîm bırakıp, onların nazarında hayatı mevtten daha ziyâde dehşetli bir sûrete çeviriyorsunuz. İkâza ve ayılmaya çok muhtaç olan altıncı tâifesine gençlik uykusu içinde öyle bir şarap içiriyorsunuz ki; o şarabın humarı pek elîm, pek dehşetlidir. Acaba bu mudur hamiyet-i milliyeniz ki, o hamiyet-i milliye uğrunda çok mukaddesâtı fedâ ediyorsunuz. O Türkçülük menfaati, Türklere bu sûretle midir? Yüz bin def'a el'iyâzü billâh (Allah korusun). Asabiyet-i câhiliye, birbirine tesânüd edip yardım eden gaflet, dalâlet, riyâ ve zulmetten mürekkep bir mâcundu.”

Şimdi anladınız mı, Türklerin İslâm millet vasfının zayıflatılarak, yanlışlar üzerine kurulu Cumhuriyet’le bünyesindeki Kürtleri dahi tutamamasının sebeplerini?

 ----------------------------------

İLÂVE YAZI: FİKİR DÜKKÂNI DİLİNDEN TÜRKLER

Türklerin makbul olanlarına tasavvuf mekteplerinde meydana gelen Osmanlı Türkleri, Semerkand Türkleri, Nizam-ı Âlem Türkleri ve Semavî Türkler denir. (Semavî Türkler ifadesi Savaş hocama aittir).    
    
Latin alfabesine Türk alfabesi, Latin harflerine Türk harfleri diyenler, Türkçe’nin ilmini ve irfanını Kur’ân-ı Kerim elifbasında değil, Cumhuriyet’in sekülerize ettiği ruhsuz Türkçe’de arayanlar Kemalist Türk’tür. Dolayısıyla Atatürkçü Türklük ehven Türklüktür.

M. Kemal’in, “Doğuşumdaki tek olağanüstülük, Türk olarak dünyaya gelmemdir” sözünde kastettiği Türklük, İslâm geçmişi “redd-i miras eden” pozitivist Türklüktür ki, Müslüman Türklükle uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.                                                                              

“Türkler (nasıl bir Türklükse) tarih boyunca gittikleri her yerde ve en son Arap alfabesini ve dinini kabul ederek hep asimile olmuşlardır” diyen şizofren Türkçü-milliyetçilerin Türklüğüne maazallah bulaşmayınız. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi