Fatih Uğurlu

Fatih Uğurlu

Taksim’i ve cami duvarını kirletenlere kim dur diyecek?

Taksim’i ve cami duvarını kirletenlere kim dur diyecek?

Taksim Gezi Parkı olaylarının tahliline girmeden bir anekdotu paylaşmak isterim. Süleyman Demirel’in bir söyleşisinde okumuştum. Hazret olayı şöyle resmediyordu:

- Dost bir ülke ile (Amerika olduğunu zannediyorum. F.U) aramızda bir maden antlaşması imzalanacaktı. Heyetler uzun süre görüştüler, sonunda antlaşma benim önüme geldi, baktım aleyhimize maddeler içeriyor imzalamadım. Birkaç gün sonra Türkiye’deki birçok sendika sokağa döküldü. Görünüşte bazı haklı istekleri vardı. Ardından aynı gün üniversiteler sokağa döküldüler, onların da görünüşte haklı talepleri vardı, ben de mesajı aldım, maden antlaşmasını imzaladım ve bir gün içinde işçiler fabrikalarına, üniversite öğrencileri de üniversitelerine döndüler. O haklı gibi görünen istekler bir günde unutulmuştu. Anladım ki o dost ülke sendikalarımıza ve üniversitelerimize onları bir günde sokağa dökecek ve geri çekebilecek şekilde hakimdi.”

Şimdi geliyoruz Taksim Gezi Parkı protestolarına. Olayları organize ettiklerinden hiç de şüphemiz olmayan Amerika, Yunanistan, İsrail, Alman kordiplomatik pasaportlu elemanları gözaltına alındılar. Hakeza İranlı bir yetkili de aynı görevi ifa ederken gözaltına alındı. Bunlar yakalananlar, daha orada kim bilir kaç ajan provokatör vardı. Millet olarak dolduruşa çabuk geliriz. Üç tane, on üç tane velev ki 33 tane ağaç kesiliyor. Hangi akıl 100’ün üzerinde belediye otobüsü, polis aracı, ambulansın ateşe verilmesini mazur gösterebilir. Taksim Gezi Parkı olayları bir anda 48 ile nasıl sıçrayabilir. Biz millet olarak sosyal olaylara bu kadar duyarlı isek Suriye’de kan gövdeyi götürürken, orada kardeşlerimiz diri diri boğazlanırken o duyarlılığımız tatile mi çıkmıştı? Yoksa bu işte milletçe kullanıldık mı? Hele bir Ulusal Kanal var ki, resmen isyan çağrısı yapıyor ve bir spikeri mikrofonu açık unutarak yayın arasında “Keşke birkaç ölüm olsaydı” demek alçaklığını gösteriyor.

Birkaç ölüm olsa, insanlar birbirini boğazlasa adam kına yakacak ellerine. Bu ihanet değil de nedir? Bedrettin Demirel Paşa da 12 Eylül darbesinin yapılmasını bir yıl uzatmıştı. Gerekçe “Daha çok insan ölsün ve halk haklılığımıza hükmetsin.”

Ergenekoncular da Fatih ve Beyazıt camilerini bombalayıp toplu katliamı bahane ederek darbe yapmayı planlamamışlar mıydı? Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir! Nasıl olsa analar bir yandan doğuruyordu. Onların iktidarı için 3-5 bin kişi ölse ne çıkardı. 12 Eylül 1980 darbesinden önce de hergün ölen 25-30 yoksul çocukları da yine onların iktidarı için kurban verilmemiş miydi? Şimdi Türkiye’de savcılar ve RTÜK denilen bir kurum var mı ne işe yarar göreceğiz.

Ulusal Kanal, ulusun mu diyecekler, yoksa bu isyan çağrılarının hukuk kitaplarında ve kanunlarımızda bir karşılığı var mı diyecekler. Şimdi o kanal yerine El-Kaide ya da Hizbullah ve bir başka İslamcı bir örgütün televizyon kanalını koyun ve halkı sokağa dökmek için yapılan o yayınlardan fütursuzca yapıldığını düşünün yer yerinden oynardı. Ben ilk adım olarak tüm STK’ların, vicdan ve hukuk sahibi baroların bu kanalın kapatılması için adeta bir seferberlik başlatmalarını bekliyorum.

RTÜK de uyuduğu kış uykusundan uyanabilirse onların da ellerindeki yetkileri kullanarak bu kanala gerekli yaptırımları uygulamasını istiyorum. Ey Adalet Bakanı Sadullah Ergin, bu isyan çağrılarına “aman çamur üstümüze sıçramasın” diye sessiz mi kalacaksınız? Unutmayın “Sahipsiz olan memleketin batması haktır. Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.”

Sayın Ergin, lütfen bakanlığınızın icabını yerine getirin. Ardından geliyoruz eylemcilerin değişik yerlerde yaptıkları başörtülülere yönelik tacizlere. Bakıyorum eylemciler içinde bazı başörtülüler var ve bazı başörtülüler de evlerinin penceresinde tencere tıngırdatarak ve zafer işareti yaparak bu eyleme destek veriyorlar. Allahım aklıma mukayyet ol. Bir insan bu kadar aptal olabilir mi? Aziz Nesin’i haklı çıkarmak zorunda mısınız? Sonra tekerlekli sandalye ile sokaklara dökülüp Erdoğan’ı protesto eden bedensel engellilere ne demeli? Bunları kendisi de bedensel engelli biri olarak söylüyorum.

Recep Tayyip Erdoğan belediye başkanlığı döneminden başlayarak, başbakanlığı döneminde zirveye taşıdığı hizmetlerle ilk defa bedensel engellileri evlerinde yaşadıkları unutulmuşluktan kurtarmış ve onların üzerine Türkiye çapında bir şefkat şemsiyesi açmıştır. Bedensel engelliler onun zamanında hatırlanmıştır ve ona şükran borçluyuz. Dolmabahçe’de Bezm-i Alem Valide Sultan Camii’nin kapılarını kırıp, içeri girmiş bu çirkef takımı, camiyi üs olarak kullanmışlar. Oraya pisliklerini döküp, içki içmişler. 50 temizlik görevlisi 2 gündür camiyi paklayamadı. Yani bunlar cami duvarına işiyorlar.

Antikapitalist Müslümanların şeyhi, kutb-ul azam İhsan Eliaçık da bu duruma utanmadan fetva veriyor. “Sahabe döneminde böyle olmuştu, camiler direnişin merkezi idiler” diyor. Böylesine sahabe dönemindeki camilerin direniş merkezi olma özelliğini bugünkü camileri kirleten, orada içki içen ayyaş takımı ile aynı kefeye koymak ancak İhsan hoca gibi fadıl (!) ve faziletli (!) bir alim tarafından yapılabilirdi. Ve Cumhuriyet gazetesinde manşet “Bir tek o anlamadı.” Bu başlığın atılmasına sebep Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Vekili Bülent Arınç’ın “mesaj alınmıştır, gereği yapılacaktır” açıklamaları. Bu açıklamalar Erdoğan’ın bilgisi dahilinde bir tansiyon düşürme operasyonunun parçası mıdır, yoksa Erdoğan’ı çaktırmadan arkadan vurma mıdır? Dileriz öyle olmasın. Zira Erdoğan, Brütüsleri hak etmeyecek bir fedakârlıkla Türkiye’yi iyi bir yere götürüyor. Onu hançerlemeye kalkanı ne halk, ne de tarih affeder. Sonra Erdoğan demir leblebidir, yemek isteyenin midesine oturur.

Gelelim yine Taksim Gezi Parkı’na. Taksim Platformu’nun isteklerine şaşarsınız. Beyler 3. köprüyü istemiyor, nükleer santrala de hayır, Kanal İstanbul kesinlikle yapılmasın! Başbakan istifa etsin, gözaltına alınan ajanlar serbest bırakılsın. CHP ve BDP’li vekiller de bu saf ve masum(!) isteklerin koruyucu, kollayıcısı pozisyonundalar. Şu edepsizliğe bakın, başbakan istifa etsin.

- Emriniz olur! Kına da gönderelim mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Fatih Uğurlu Arşivi