Faruk Köse

Faruk Köse

İki mesele: “Eleştiri” ve “Askeri Vesayet”

İki mesele: “Eleştiri” ve “Askeri Vesayet”

Geçen yazıda (19.06.2013), Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın “gerekirse askeri göreve çağırırız” mealindeki açıklaması üzerine “ordunun iç güvenlik ve asayişe müdahil olmasının doğru olmadığı”nı vurgulamış, bu sözün “askeri vesayete kapı aralamak” anlamına geldiğine dikkat çekmiştim.

Yazı üzerine arayan dostlarım bazı çekincelerini dile getirdiler. Bunlardan ikisini önemli bulduğumdan ve eleştiri dozu belli bir eşiği aştığından, meseleyi bir kez daha izah etme gereğini hissettim.

Eleştiriler iki hususta yoğunlaşıyordu: Bunca badire atlatılırken, bizden insanların kurduğu Hükümeti eleştirmek doğru mu? Sivil iradeden emir aldığı sürece, askerin asayişte görevlendirilmesinde ne sakınca var?
Önce “eleştiri” meselesi...

Eğer eleştirilecek bir durum varsa, çok sevdiğim rahmetli babam mezardan kalkıp gelsin, eleştiririm. Kimse “tenkit” gerektiren haline “taltif” beklemesin. Bu, genel prensibimdir.
Ancak, yazılarımda gerek Hükümet ve üyelerini, gerekse başka şahısları ve kurumları eleştirirken, eğer eleştirilecek bir durum varsa, iki ilkeyi gözetmeye dikkat ediyorum:
1- “Şahısları ve kurumları” değil, “algıları ve olguları”, “işleri ve icraatları”, “sistemi ve işleyişi” eleştiriyorum. Yani bağcı dövmeyi değil, bağdaki bozukluklara işaret edip, üzümün daha kaliteli olması için gerekli gördüğüm hususları hatırlatıyorum.
2- Yıkıcı değil, “yapıcı eleştiri”de bulunmaya gayret ediyorum. “Şu yanlış”, “bu olmamış”, “o niye öyle?” türünden değil de, “şu yapılırsa şöyle bir yanlışlık yapılmış olur ve o da şunlara yol açar”, “bunu öyle değil de böyle yapmak daha uygundur”, “falan hususu filan şekilde yaptığınızda feşmekan durum çözümsüz kalır, onu da hesaba katmak gerekir” türünden, “toplumun kimlik ve kişilik değerlerine endeksli alternatifler” göstermeye, “ileride ayağa dolaşacak çelişkiler”e dikkat çekmeye çalışıyorum.

Son 268 yazıda, eğer eleştiri varsa bu iki hususa riayet etmeye çalıştım. Bu vesileyle şunu da vurgulamak istiyorum:
Hata yapan için “bizden” ve “öteki” ayrımı, sadece “telafideki yaklaşım”da farklılaşır; yoksa “bizden” diye kimsenin hatasını “müsbet hanesi”ne, “öteki” diye kimsenin doğrusunu “menfi hanesi”ne yazamayız. Bu, “İslam’ın adalet ilkesi”ne uygun düşmez. Ayrıca, “bizden olan”ın, hatalarını sürekli “bize karşı” yapması, ötekileri “el üstünde” tutarken bizi “kenara itekleme”sine rağmen bu kadar müsamahakâr olmak, “müslümanın izzet ve şerefi”ne uygun düşmez diye düşünüyorum. Kaldı ki, mezkur yazımın başlığında bile kullandığım kelimeleri dikkatle seçmiş; “askeri vesayeti çağırıyorsunuz” değil, “askeri vesayete kapı aralamak” şeklinde, olası menfi sonuca işaret etmiştim.

Gelelim “askeri vesayet” konusuna...
Yıllardır savunduğum, siyasal ve sosyal felsefemi kurguladığım “İnanç Devleti” adlı kitabımda da önemli bir ana ilkeyi teşkil eden açık ve net görüşüm şu:
Askerin vazifesi “iç güvenlik”te görev almak da değildir, “asayiş”i sağlamak da değildir, “rejim-sistem”i beklemek de... Askerin bir tek vazifesi vardır: ülkeyi dıştan gelen saldırılara karşı korumak...

Asker, bu vazifesini belli bir ideoloji, rejim, sistem, siyasi görüş veya felsefi kanaat adına yapamaz. Askerin ideolojisi olamaz. O, sadece askerdir.

Ancak bugün T.C. Ordusu “Laik-Kemalist ideoloji”ye göre biçimlendirilmiştir ve ülkeyi beklemenin yanında, “Laik-Kemalist rejim ve sistem”i de beklemektedir. Bunu son derece yanlış buluyorum ve bir an önce bu yanlışa son verilmesi gerekiğini düşünüyorum. Bu hale katkı sağlayacak herhangi bir şeye de tevessül edilmemesi, müsamaha gösterilmemesi gerektiğine kaniyim. Velev ki devlet “İslam Devleti”, ordu da “İslam Ordusu” olsun, ordunun asayişe karışmasını doğru bulmuyorum. İç güvenlik ve asayiş askerle değil, başka yollarla sağlanmalıdır.

Bu çok önemli. Ne kadar önemli olduğunu şöyle izah edeyim: Ordu iç güvenlikten o kadar uzak tutulmalı ki, mesela bir halk ayaklanması olsa ve rejim devrilme noktasına gelse bile ordu buna karışmamalı. Bu ayaklanma iç güvenlik teşkilatları tarafından bastırılır.

Bastırılamazsa rejim değişir, toplum ve devlet yeni bir yapılanmayla hayatına devam eder. Çünkü “toplumun devleti”nin, “toplumun istemediği bir rejim”le yönetilmemesi gerekir.

Yani ordunun “iç güvenlik ve asayiş”e karışmasını istemeyişim “ideolojik muhalefet”ten veya “imani tarafgirlik”ten kaynaklı değil; tamamen “prensip-ilke meselesi”dir. Yoksa eleştiriyi, “Arınç dedi, muhalefet edeyim” kastıyla yapmış değilim. Sayın Arınç’ın yazıda adının geçmesi, sadece yazının onun sözü üzerine yazılmasından ve güncellikle irtibatlandırılmasından ibarettir.

Lütfen, geçmişte karşı çıktıklarımıza sıra bize geldiğinde sahip çıkarak, gelecekte ayağımıza dolaşacak prangaları kendi ayağımıza kilitlemeyelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
6 Yorum
Faruk Köse Arşivi