Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Ali Hocam’ın Yazıları

Ali Hocam’ın Yazıları

Ali Hocam’ın Semerkand Dergisi’ndeki yazılarını “sabahı bekleyen hasta” nisbetinde okumayanlar bu fakirle dostluk kuramazlar. Dostlarımdan biri bu yazılardan birkaç pasaj not ederek bendenize vecd ile aktaramazsa, onunla ünsiyetim sadece milletdaş oluşumuzun umumi vecibeleri dahilinde kalır, tasavvufî değerlerin derinliklerinde buluşulan bir dostluk hâsıl olmaz.

    Onun yazılarından geriye dönük en az on yazısını ezbere bilmezse bir kimse, gönül ve fikir tâlimi cihetinden sohbet edemem. Ali Hocam’ın daima en sondan geriye doğru birçok yazısından aldığım notları çantamda haftalarca ve aylarca dost meclislerine götürüp getirdiğimi nasıl anlatsam ki? Dostların yârenliklerinden, memleket meselelerine aşk ü vecd ile dalmalarından vakit tükenmeye başlar ve bir türlü “Ey dostlar, Semerkand yazılarından notlarım var!...” demeye utanırım.

      Elbette devam eden yazılarından aldığım notlar aylar geçtikçe en son yazıdan itibaren geriye doğru tekrar yenilenir ve çantamda durur. Bendeniz gibi, Ali Hocam’ın yazılarının meftunu ve müptelâsı bir dost çıkıp da “Bu ay ki Semerkand’taki yazısını okudum…”  dediğinde o notları cezbe hâlinde sohbete döker ve gönlüm âdeta mutmainne makamına ulaşır.   

     İsterseniz, asıl ve müstear isimlerle yazdığı bugünden geriye doğru yirmiden fazla yazısının başlıklarını İstiklâl Marşı’mızın mısraları gibi bir çırpıda ezbere söyleyebilirim: “Dervişin Aklı”, “Huzur Nerede?”, “Okumanın Mânası”, “Lâ Deyip Geçmeyince”, “İmâm-ı Rabbânî K.S.)”, “Yola Gelmek Yolda Olmak”, “Bir Ustaya Çırak Olmak”, “Yolu Sarpa Uğratmak”, “Bu Gülşende Yanar Olmaz”, “Candan Geçmeyince Canan Bulunamaz”,  “Aşkı Kimden Sormalı?”,  “Sırça Saraydaki Sultan”,  “Aşk Şarabın İçen Canlar”,  “Nefs Denilen Firavun”, “Ser Veren ‘Serîr’ Bulur”,  “Bir Hâl Dilimiz Vardı”, “Kalbe Saykal Vurmak”, “Elif-Bâ’yı Unutunca”, “Kaf Dağı’ndaki Huzur”, “Gel Ey Muhammed Bahardır!”, “Cennete Uçuran İki Kanat: Sabır ve Şükür”,  “Kutlu Aynadan Kendimize Bakarken.”

       Lâkin bu hususta gönlü kırık olan fakir, Ali Hocam’ın yazılarını okuyup da tasavvufî bir mevzuu ilk defa öğrenip tatmanın edebinden kıvranan birine pek rastlamayışından dolayı mutazarrırdır. Yazılarını okumak için dergiyi samimiyetle alanların sayısı hayli çok. Fakat okuyup da fakir gibi mest olan, bir tasavvufî mefhumun derûnunda ne mânalar varmış diye fakir gibi cezbeye kapılan, fikir ve bilgiden ateşlenenler yok. Buna çok üzülüyorum.

     Semerkand Dergisi’nin genç okuyucularına, hattâ yetişkinlerine sık sık, “Ali Hocam’ın Semerkand’taki (örneğin) “Hâlimiz Vaktimiz Yerinde mi?” yazısını okudunuz mu…?” diye sorduğumda “Okuyamadım…”, “Hatırlayamadığım…”, “Okuyacağım…” diyenlerle

paylaşacağım bir şey olmayınca acıyarak “işiniz gücünüz rastgelsin…” deyip uzaklaşıyorum.

     “Okudum” diyende de hiçbir sarsıntı, heyecan ve vecd alâmeti göremeyince daha çok üzülüyorum. Ali Hocam’ın bir yazısından cümleler aktarıyorum, “Bu ifadeler, kalbimizin üstünden nasıl geçiyor, nasıl bir yürek gücüyle adam olmamızı hatırlatıyor…” diyorum. Muhatabımda bir fikrî ateş emaresi göremeyince, ”Yüreği yanında değil” deyip, Ali Hocam’ın yazılardan sual açıldığında bendeniz gibi elleri ve gözleriyle tutuşuveren birine doğru çekip gidiyorum.

      Bu insanlar ki, her biri Ali Hocam’ın şâkirdi, tilmizi, talebesi, dâva yoldaşı, mektep ve mesai arkadaşı… Fakat, Ali Hocam’a o sımsıkı bağlılıkları ve inançlarına rağmen onu yazılarından, kelimelerinden, yani onun derûnlarda nasıl kulaç attığından, ilmin şehirlerinde nasıl dolaştığından, tasavvuf büyüklerinin ilminden neşet eden pırıltıları nasıl toplayıp kelimelere dökmesinden heyecan duyup cezbeye kapılmıyorlar, ateşler içinde kıvranmıyorlar. Onu, marifet ve eserleri (yazıları) cephesinden tanıyıp dostluklarını derinleştirmeyi düşünmüyorlar. Üzüldüğüm bundandır. Aynı milletten olmak aidiyetiyle kolayından dostluk ve yârenlik yapıyorlar sadece, buna çok üzülüyorum.

      Ali Hocam’a yazılarındaki derinliklerden bakmayı tâlim etmeden, bilmeden yapılan dostluk, son derece samimi ve kalbî de olsa aynı zihniyette klâsik ve samimi bir cemiyet dostluğudur. Fakat, dostluk ve arkadaşlık yaptıkları Ali Hocam’ı, Hâcegân silsilesinin ruhaniyetinden, ilminden sâdır olan bilgilerin diline ve duruşuna yansıyışını hissederek bir de bu cihetten dostluklarını, muhabbetlerini sürdürseler nasıl olurdu? 

      Bunu tatmadan, hissetmeden Ali Hocam’la dostluk kuranların cezbesizliğinden başım ağrıyor. Yazılarının derûnunda dolaşmadan, diplerine dalıp dalıp çıkmadan, okuyup okuyup tasavvufî bilginin zevkinden kıvranmadan Ali Hocam’la yapılan dostluklara ne kadar üzülüyorum.      

      Fikir Dükkânı’mızda, yani mağaramızda, diğer adıyla Mekteb-i İrfan’da Ali Hocam’ın yazılarını okumak, sohbet geleneği ve fikir tâlimleri arasındaydı. Dostların, “Türkiye’nin Meseleleri ve Çözüm Yolları”ndan ellerini çekememeleri, haftalık hal hatır muhabbetlerinden kendilerini alamamaları, Ali Hocam’ın derûnî yazılarını hasbıhal etmeye fırsat vermiyor, dolayısıyla gönlüm doymadan dönüyorum. 

     Onun Semarkand yazıları başucu yazılarımdır. Yolumda bir fener ve gönlüme tutulan bir aynadır. Her gece muhakkak ki üç-beş bölüm okurum. Ali Hocam’ı “bilmek ve “tanımak” için (yazı en temel ölçü ve gaye olamasa da) yazılarını bir bütün hâlinde okumak gerek. Kimi zaman nasihat eden, kimi zaman gönüllere aydınlık veren, bazen “eyvah geç kalmışım!” dememe ve uyanmama vesile olan, bâzan da tasavvufî ateşi yüreğimin üstünden geçiren yazıları sığındığım bir İrfan Mektebi hususiyetindedir. O yazılarla tâlim yaparım, kendimi istikâmete çekerim, eğriliklerimi, kusurlarımı düzlerim.

      Onun yazılarında “aynı” sandığımız mevzular başka âlimlerce de yazılmıştır. Âmenna! Fakat, Ali Hocam’ın yazılarında tasavvufî mevzular ve şahsiyetler bambaşka bir şekilde tasvir ediliyor. Bu beliğ ve sarahat ihtiva eden özelliğinden dolayıdır ki, kalp ve dimağımı harekete geçiriyor.  Dahası, bu yazılar, bendenizin nezdinde modernizmin ahmaklaştırmasına karşı panzehir gücündedir.

      Mevzular tasavvufun derinliklerinden fışkırır ve kendimce anlamanın, hazzetmenin en yüksek derecesiyle kalbim ve dimağıma can gelir. Tasavvufla kucaklaşan mefhumları, kelimeleri ve tasavvuf terbiyesini hayatıma sokuyor, dilimi ve ahlâkımı değiştiriyor.   

       Bundandır ki başucumdan hiç kalkmayan ve gönlüme şifa veren yazılarının bir kısmının “HÂCEGÂN SULTANLARI /Ali Yurtgezen” adıyla çıkacağını duyuran ilânın “Peygamber ahlâkıyla yaşamanın adıdır Hatme-i Hâcegân yolu… Abdülhalik Güvdüvani (k.s) hazretleriyle başlayıp bugüne kadar gelen Hâcegân yolunun büyüklerinin hayatları ve bazı menkıbelerinin anlatıldığı eser çok yakında Semerkand Yayınları’nda…” satırlarını okuyunca kalbime sürûr geldi.

      Çünkü, fakir için saadet olan hüzünlü gecelerde başucuma uzandığımda elimde kolayca tutabileceğim kitap zarfına girmiş, akıcı ve bedî, sarahat ve selaset içinde bir üslûbun hâkim olduğu satırlarda mürşid-i kâmillerin hayatlarını defalarca okuma ve öğrenme zevkini yaşayacağım.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İlbey Arşivi