Faruk Köse

Faruk Köse

Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı, Üzüm...

Danıştay, Milli Eğitim Bakanlığı, Üzüm...

İslâm’da “adalet”in önemini bilmeyeniniz yoktur. Allah (c.c.) adildir ve kullarının da adil olmasını emreder. Bu yüzden eğer “müslüman” isek, “adalet” şiarımızdır.

Allahu Teala Kur’ân-ı Kerim’de, “hak” ve “adalet”in tümüyle ikame edilmesini emreder. Kime? Tüm insanlara... Ama evleviyetle müslümanlara... Yani müslümanlar olarak biz adil olmayacaksak, dünyada kimseden adalet bekleyemeyiz.
Ancak adalet, öyle ‘duygu’larımıza, ‘düşünce’lerimize, “taraf’ımıza, ‘yan’ımıza, ‘yön’ümüze, ‘ben’imize, ‘sen’imize, ‘ekol’ümüze, ‘grup’umuza, ‘güruh’umuza, ‘inanç’ımıza, ‘siyasi tarafgirlik’imize, ‘ideolojik yöneliş’imize... göre biçim alan, renk değiştiren bir tutumla ‘ihya’ edilemez. Kim olursa olsun, ‘torpil’ ve ‘iltimas’ kaldırmaz, ‘ihmal’e tahammülü yoktur.
Rasulullah (s.a.v.)’in adaletini övünçle anlatırız başkalarına: Rasulullah (s.a.v), huzuruna getirilen hırsızın elinin kesilmesine hükmedince getirenler, “biz böyle cezalanmasını istememiştik” derler. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurur: “Kızım Fâtıma bile olsaydı onun elini de keserdim.”
Demek ki mesele adaletse, bunun “bizden”i veya “onlardan”ı olmuyor.
Allahu Teala mü’minlere, birbirine “iyiliği emretme ve kötülükten men etme” hakkını ve yetkisini vermiştir (Tevbe/71). Demek ki biz mü’minler, hata yaptığımızda birbirimizi uyarırız. Birbirimiz üzerinde “iyiliği emretme yetkisi”ne de, “kötülüğü yasaklama yetkisi”ne de sahibiz. Haliyle, “emretme ve yasaklama”da bazan “keskin ve şedid ifadeler” olabilir. Buna takılmak yerine, “uyarının mahiyeti”ne bakmak ve “hakkı ihya etmek” lazımdır.
Sözü, iki gün önceki (22.07.2013) yazıda dikkat çektiğim “başörtüsü itirazı”na getirmek istiyorum. “Hükümet bunun hesabını vermeli” başlığıyla, Milli Eğitim Bakanlığı’nda yaşanan “tutum skandalı”na temas etmiştim. Konu, “Danıştay’ın başörtüsü lehine verdiği bir karara Milli Eğitim Bakanlığı’nın itiraz edip, yasağı savunması”ydı.
Bu kabul edilemezdi. Eğer adalet sahibiysek, “bizden” diye buna göz yumamazdık. Zaten “müslümanların desteği”yle iktidara gelen AKP’nin, böylesine “hassas” ve “duyarlılık”ın had safhada olduğu, “küçük bir aksilik”in bile “büyük tepkiler”i çekebileceği, artık “tahammül sınırlarının aşıldığı” bir konuda, “azami derecede dikkatli” olması, hiçbir hataya düşmemesi gerekirdi. Ama olan olmuş, başörtüsünü serbest bırakan Danıştay kararına itiraz edilip yasağın sürmesinin kapıları ardına kadar açılmıştı.
İşte bu hususa dair gelişen tepkileri, kendi üslubumca biçimlendirerek yazmış ve en üst sorumluluk mevkiindeki Bakan ile Müsteşar’ı istifaya davet etmiştim.
Bunun üzerine Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Sayın Yusuf TEKİN aradı. Yazıda dikkat çektiğim hususlara diyecek bir şeyinin olmadığını, böyle bir vaka karşısında bu tür bir çıkış yapılmasının normal olduğunu, ancak iki hususu aydınlığa kavuşturmak gerektiğini ifade etti.
Bakanlık Müsteşarı’nın söylediğine göre, “Bakanlığın itirazı”nda Bakan’ın da, Müsteşar’ın da imzası, hatta haberi bile yokmuş. Hukuk Müşaviri, “Elektronik İmza” ile itirazı yapmış. “Durumu öğrenir öğrenmez Hukuk Müşavirini görevden aldım” dedi. Bu, birinci husus.
İkinci husus, “şimdi ne olacak?” diye endişelenen okuyucularımın yüreklerindeki yangını söndürecek cinsten. Müsteşar’ın beyanına göre, o itiraz Bakanlık tarafından geri çekildi. Sayın Tekin’e itirazın geri çekilme işleminin tamamlanıp tamamlanmadığını sordum. “Çekmeyi mi düşünüyorsunuz, yoksa çektiniz mi?” dedim. Çekmişler...
Yani şimdi durum, hiç itiraz edilmemiş gibi. Yani artık 657’ye tâbî hiçbir başörtülü memure, başörtüsünden dolayı memurluktan uzaklaştırılamayacak. Yani artık başörtüsü, Danıştay kararıyla kamuda serbest!...
Peki, “28 Şubat’tan kalma yönetmelik ne olacak?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Merak etmeyin, ben de Sayın Müsteşar’a sordum zaten. Aldığım cevabın ayrıntılarına şimdilik girmeyeceğim, ama sadece şu kadarını ifade edeyim: Biliyorum sabrınız taştı, ama az biraz daha bekleyin, her şey iyiye doğru gidecek!...
Ya gitmezse?...
Ben gideceğine inanıyorum; ama ola ki gitmez, Allah’tan bir mani gelmediği sürece biz yine buradayız ve meselenin takipçisi olacağız.
Derdimiz “bağcı dövmek” değil, “üzüm yemek”; bunu özellikle belirtmek istiyorum. “Bizim bağın bağcısı”, eğer “hakkımız olan üzüm”ü bizden esirgemeye kalkışırsa, “bağcının bağdan ayrılması”nı talep etmek de en tabiî hakkımızdır. Ama bağcı, hakkımız olan üzümü vermekten kaçınmıyorsa, elbette onunla bir sorunumuz olmaz.
Hadi bu işi biraz espriyle karışık, tatlıya bağlayalım:
Şimdi, madem ki Milli Eğitim Bakanlığı hatadan döndü ve başörtüsüne serbestlik getiren karara itirazını geri çekti, esas derdimiz üzüm yemek olduğu için, bize de düşen, “istifa çağrımız”ı geri çekmektir.
Kamuda başörtüsü hayırlı olsun!
Ama dikkat edin, “tesettür”ü bozmadan...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
11 Yorum
Faruk Köse Arşivi