Ahmet Doğan İlbey

Ahmet Doğan İlbey

Sağcılar ve Solcular Amerika’ya Karşı Olamazlar

Sağcılar ve Solcular Amerika’ya Karşı Olamazlar

Celâl Bayar, 1957’de “Otuz sene sonra bu mübarek memleket 50 milyon nüfusu ile küçük bir Amerika olacaktır” diyordu. Tek Parti sultasından kurtulmanın sembolü olan Menderes, yolsuz ve susuz ülkeye hizmet getirme anlayışıyla kapıları sonuna kadar Amerika’ya açan ilk başbakandır. 

       
Türkiye’nin Kore savaşına asker göndermesiyle seçkinlerde ve “burjuvalaşmaya” çalışan zümrede Amerikan sempatizmi hızla gelişir. 1950’nin başında Celal İnce adlı bir müzisyenin söylediği “Dostluk Şarkısı”, Menderes dönemini Ankara ve İstanbul’a geçiren yaşlıların hafızasında kalmış olmalı. Şarkı, Amerika dostluğunu dillendiriyor. Şarkının gâyesi İnce tarafından plağın arka yüzünde şu cümlelerle ifade ediliyor:
     
“Dünya durdukça, hürriyet sayesinde Amerikalılarla beraber olduğumuz dostluk ateşinin sönmeyeceği, her iki ülkenin Kore’de kan kardeşi olduğu...” 
       
Ayrıca, “Amerika Amerika / Türkler dünya durdukça / Beraberdir seninle / Hürriyet savaşında” nakaratıyla süren bu şarkının yer aldığı 78’lik plağın arka kısmında Batı Bloku’nun mabudu olan hürriyet temasının yazılı olduğunu kitaplardan öğrendim:
       
“Gerek Türk ve gerekse Amerikan tarihi hürriyet uğrunda büyük emek sarf etmiş ve hatta bu uğurda canı pahasına çarpışmış kahramanlarla doludur. Her iki milletin tarihinde bu mümtaz evlâtların hürriyet mefkuresi uğrundaki veciz sözleri gayet parlak bir yer işgal eder...” 
     
 Dahası var; söz konusu plakta Roosvelt, Jeffferson, Washington, Henry, Namık Kemal, Atatürk ve Ziya Gökalp’in hürriyet konusundaki sözleri seslendirilmiştir.
     
Süleyman Demirel’in, Rockfeller Vakfı bursuyla Amerika’da lisans üstü eğitim yaptığı malûmdur. “Amerikan kovboy şapkası” onun Amerikan yanlılığının sembolüydü. Solcular, “Morrison Süleyman” lakabıyla onun Amerikancılığını ima ederlerdi. 
     
“Halkçı ve solcu Ecevit” de Rockfeller’den burs alan ilk Türk gazetecisidir. 1955’de “ABD Eğitimli Prensler Kuşağı” nın öncüsüydü. Hocaları arasında Henry Kissinger’de vardı. CIA kaynaklı kuruluşlarda  ve USIS’da (Antikomünist Savaşın Propaganda Merkezi) Sosyal psikoloji eğitimi görür. 1963’de Çalışma Bakanı iken Ereğli Demir Çelik Tesisleri’nin imalat işini Amerikan şirketi Morrison’a ihale eder. 1975’de Çeşme’de Bilderberg Toplantısına katılan Türk üyesiydi. İ. İnönü ve onun döneminde CHP’nin hissedar olduğu İş Bankası, General Elekctric ve Unival gibi şirketlerle ortaklık yapar.  
       
MHP’nin programlarında da Amerikan aleyhtarlığını çağrıştıracak açık ifadeler yoktur. 2002 seçim beyannamesinin 121. sayfasında “ABD ile ilişkilerimizin ekonomik, güvenlik (...)  ve stratejik ittifakın gerekli kıldığı düzeye çıkarılması önem taşımaktadır...” ifadesi yer almaktadır.
     
Türkeş, 1948’de Özel Harpçilik kursu için Amerika’ya giden Türk subayları arasındaydı. 1967’de Türkeş’in devraldığı CKMP gençliği ve devrin bazı milliyetçi kuruluşları “Biz Komünizme olduğu kadar emperyalizme de karşıyız” şeklinde sözler ettikleri vâkidir. Tuhaftır ki, “emperyalizmin” adı ve eşkâli açıkça zikredilmiyordu.
       
Son kırk yılın bozkurtlu ve hilâlli amblemleriyle “Türk milliyetçiliğini” öne çıkaran MHP’nin geçmişte düzenlediği devasa “Komünistler Moskova’ya” mitingleri malumdur. Fakat bir kez olsun aynı çapta “Amerika defol!” mitingi yaptıkları görülmemiştir. MHP içinde İslâmî hassasiyeti olan bazı ülkücü grupların kısa bir süre kullandıkları “Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin / Her şey milliyetçi Türkiye için” sözü de samimi bir slogandan öteye geçememiş ve siyasî bir tavra dönüşmeden tavsayıp gitmişti. 
         
Türkçü hareketin içinde olanlar, eski yıllarda MİT’in “Sovyetoloji ajanı” Enver Altaylı’nın hayatını ve görüşlerini okusunlar bakalım ortaya ne çıkacak? Bazı milliyetçi ve Türkçü hareketlerin Amerika’ya niçin karşı durmadıklarını anlayabilecekler mi? 
       
1960’ların sonuna doğru hız kazanan Türk Dünyasıyla alâkadar olmanın arkasında Amerika’nın bulunduğunu, birçok bakımdan güçsüz Türkiye’deki Türkçü hareketlerin Türk dünyasıyla yeniden meşgul olma faaliyetlerini CIA’nın desteklediğini, bunun arkasında yatan asıl gerçeklerin ise Orta Asya Türk topluluklarını Rus ve Çin komünizmine kaptırmamak olduğunu idrâk edebilecekler mi?
       
22 Eylül 2003’de “resmî görev gereğince” Waşington’da 17. Cadde 1150 numaralı ofisin 12. katında ABD’nin derin devlet mensuplarının en önde geleni Richard Perle’nin başkanlığındaki “İsabel Fırtınası” adı verilen çok özel ve gizli toplantıya Türkiye adına CHP’den Hikmet Çetin, ANAP’tan Işın Çelebi, DYP’den M. Ali Bayar ve İlhan Kesici, AKP’den Cüneyt Zabsu ve MHP’den Oktay Vural katılmışlardı. 
     
General Çevik Bir hasta olduğu için mazeretini beyan etmiş ve bu toplantıya katılamamıştı. 22 eylül 2003 tarihli Hürriyet Gazetesi bu toplantıyı haber ederken üst başlığını şöyle atmıştı: “Çevik Bir’in İsabel Fırtınası’nda Yaşanan Sandalyesi Boş kaldı.”
       
Demek ki Türkiye’de iktidara talip olan herkes ABD’nin görücülüğüne çıkabilirmiş. İktidar yolunu yakınlaştırmış olanlara “Amerika’ya direnilir mi, direnilemez mi?” sualini sormak abesle iştigaldir. 
       CIA’nın para yardımıyla basıldığı iddiaları ayyuka çıkan “Metal Fırtına” adlı kitabın yazılış maksadının “Amerika’ya Direnilmez” mesajını vermek olduğu hakkında hayli yazılar yazıldığı hatırlardadır.        
       
Zihniyet olarak Amerikan ekseninde olan Kemalist, Atatürkçü, ulusalcı solcu ve ulusalcı milliyetçilerle İslâmcı-muhafazakârlar, hattâ Ergenekoncu askeriye ve aydınlar iktidara taliplerse şayet, Amerikan tezgahından geçeceklerdir. 
       
Bu ülkedeki birçok kurum ve kuruluşu bağımsız sanmak, ahmaklığın daniskasıdır. Meselâ muhtevası dönemlere değişen Türkiye’nin esas anayasası sayılan Kırmızı Kitap’ın 1967’lerden 1990’lara kadar Nato’nun istikametinde yazıldığı gizli saklı bir şey değildir.
       
     
KERHEN AMERİKANCILARIN YÜZÜ KARA MIDIR?
       
Bu ülkede Amerikancılık, Cumhuriyetin başında başlayan borçluluk ve güçsüzlük hâli içinde mecburi vaziyete sokulmuş bir siyaset ve âdeta kötü bir kaderdir. 1970’li yıllarda MNP ve MSP ile Amerikan aleyhtarlığını parti programına alan ve zihniyet olarak Batıcılığa karşı olan Erbakan, 1994’de iktidarın ucu görününce kerhen de olsa mecburen ABD’ye gitmişti. 
       
Turgut Özal, Dünya Bankası’ında çalışmış, fakat inanç bakımından Amerikancı olmayan, “Ortadoğu’da lider Türkiye” fikrine inanan, fakat pragmatik olarak Amerikan eksenli politikadan şaşmayan biriydi. Ülkeyi vesayetçi generallerden kurtarayım derken, Amerika’nın içimizde büyümesine mani olamadı.
       
Millet, Tayyip Erdoğan’ın zihniyet ve hayat tarzıyla Amerikancı olmadığına, fakat iktidar talihi başına konunca Amerikan eksenli siyasetin berzahında mecburi çile çektiğine inanıyor ve onu imtihan ediyor. 
     
AKP’nin enbaştaki bânileri zihniyet ve inançlarıyla Amerikancı değil, fakat Amerikan’ın hâkim olduğu bir kulvarda kerhen yürüyor ve bünyesinde var olan Amerikancıları Truva atı olarak kullandıklarına şimdilik inandırıyorlar. Şüphesiz dün olduğu gibi AKP yoluyla da Simonlaşanlar gemisini yüzdürüyor. 
     
 Millet, ABD’nin AKP’yi sevmediğine inanıyor. Müslümanların kendi aralarında ve Müslüman olmayanlar karşısında iki farklı tavırdan bakıldığında, kerhen Amerikancılar olarak tavsif ettiğim kişi ve partilerin duruşunda “müdara mı, müdahene mi var?” sorusu akla geliyor.  Vicdanımın sesi “müdara” diyor.
       
Çünkü bu şahısların ilk başta kuşanıp sürdürmeye azmettikleri zihniyet ve inançlarında ulusalcı ve Amerikancı bir Türkiye gayeleri olmadığı açık. Derûnlarını Allah bilir. 
       
Amerikan gurbetlerinde mecburi gurbetzede olan İslâm âlimlerimizi bu târiflerden âri tutmak selim akıl gereğidir. Dahası onları Amerikanizm’le irtibatlı göstermek bir paranoyadır. 
     
“Bâzı İslâmî cemaatlerin Amerikancılığı” suali abestir. Niyet, zihniyet ve icraatın muhtevasındadır Amerikancılık. Darülharp olan memleketlerde ikamet edip de ülkesine ağyar olan İslâmî cemaat var mı? Paris’te ikamet eden Jöntürkler, ülkelerine karşı niyet, zihniyet ve icraatlarıyla Avrupacıydılar. Ârif olana bu misal yeter.      
     
İster askerî vesayet altında olsun, ister sivil, bu ülkede her hükümet Amerika’ya gidip gelecektir. Bu böyle başlamış, şimdilik böyle gidecektir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti Lozan Antlaşması ile Batı eksenli olmaya imza atmış bir devlet olarak doğdu ve varlığı kabul edildi. Mesele budur. 
       
Ya adam gibi kökten karşı olacaksınız, ya da Amerikan eksenciliği derece derece devam edecektir. Tâ ki,  “kendimize yeteriz” inancında kavilleşmiş ordu komutanları, birkaç siyasi lider ve kanaat önderleri yüreklerini bir masada birleştirip icma edene kadar.

--------------------------------------

İLÂVE YAZI:
GÖNLÜME DÜŞENLER

Ey azizan! Gönül dostumuz hikaye yazarı Hasan Ejderha Gürcistan’a seyahata  çıktı ve hâlâ gelmedi. Ciddi ve anlamlı bir seyahat yapıyor. Bol hatıralarla dönecek. Dinleyeceğiz. Fakat Hasan Keklikçi ve bazı dostlarımız Ejdreha’nın seyahatinin şaibeli buluyorlar. Nükteli de olsa aleyhinde konuşuyorlar.  Bu fakir onu savundu. Seyahat dönüşünden çok güzel hatıralar ve vakalar getirecek heybesinde. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum
Ahmet Doğan İlbey Arşivi