Mustafa Özcan

Mustafa Özcan

Mazlum dünyanın önderi!

Mazlum dünyanın önderi!

İnşaallah Kemaloğlu veya Kemal Kılıçdaroğlu Bağdat’a beraberinde götürdüğü gazetecilerden ders alır. Aslı Aydıntaşbaş, Bağdat’ı gördükten sonra yöntem olarak bazı kusurlar bulsa bile muhteva ve içerik olarak AKP hükümetinin Irak politikasının doğru olduğuna parmak basmıştır. CHP’nin savunduğu yaklaşımın tam zıddını ve tersini savunmuştur. Sadece o değil sanki sözleşmiş gibi Milliyet gazetesinin diğer yazarı olan Fuat Keyman da (Esma ile Ali yazısında) AKP’nin Suriye politikasında da haklı çıktığını not etmektedir. AKP’nin hem Irak ve hem Suriye politikaları amansız ve haksız çok eleştiriye hatta saldırıya maruz kalsa da istikamet olarak baştan beri doğru olan politika bu idi. Detaylarda yanlışlar olabilir. Fakat bu politikanın yönü isabetli ve doğrudur. Bundan da sapmamıştır. Vicdanen, hukuken ve hatta çıkar olarak da doğrudur.

Türkiye’nin yalnızlığını bahane edenler veya çıkarlarını kaybettiğini düşünenler yanılıyor ve yanıltıyorlar. Türkiye Suriye’de izlediği politikadan farklı bir politika izleseydi ne çıkar elde edecekti? Ürdün bunu yapmayı denedi ama daha sonra çark etti ve üstelik böylece tutarsızlığını da tescil etmiş oldu. Esat’la eskisi gibi devam etseydik acaba ne kazanacaktık? Devrilmeyeceğini düşünsek bile ne kazanacaktık? Suriye rejimine halkını öldürmesi için ona silah mı satacaktık? Silah tedarikçisi mi olacaktık? Bunu Rusya daha iyi şekilde zaten yapıyor.

Savaşın gölgesinde daralan ilişkiler hacminde Gaziantep ile Halep arasındaki ticari alışveriş aynen devam mı edecekti? Bana göre, Türkiye doğru istikamette asgari olanı yapmıştır. Aksine daha aktif olmadığı yönünde eleştirilebilir. O zaman Suriye meselesi daha erken çözülebilirdi.
*
Türkiye’nin sadece Irak ve Suriye değil, Mısır politikası da aynen doğrudur. Burada da yalnız kaldığı varsayılabilir. Bunlar dar zamanın sıkıştırmalarıdır. Bölge dar geçitten geçerken kim yalnız değil ki? Başbakan’ın danışmanlarından birisi bunu ‘değerli yalnızlık’ olarak nitelendirmiş. Kimileri de buna ‘asil’ yalnızlık diyor. 1990’lı yıllarda ‘ABD’ye hayır diyebilme’ söylemi vardı ve moda olmuştu.

Hatta Kamran İnan ‘Hayır Diyebilen Türkiye’ adıyla bir kitap kaleme almıştı. 1 Mart Tezkeresi sırasında da çokları Türkiye’nin ABD’yi karşısına alarak yalnız kaldığını söylemeye başlamışlardı. Sonra ABD bu yanlış politikalarından çark etmek zorunda kaldı. Irak ve Afganistan ABD için peşini bırakmayan bir lanet halini aldı. 1 Mart Tezkeresinin reddinden sonra dünya mazlumlarının önderlerinden olan Kenyalı Ali Mazrui 1 Mart Tezkeresinin reddedilmesini tarihin kırılması, dönüm noktası ve yeni bir dünyanın başlangıcı olarak nitelendirmişti. Eski CIA’cı Fuller de ‘Türkiye bölgede ABD’ye hayır diyebilen tek ülke’ ifadesini kullanmıştır.

ABD’ye meydan okuyabilmek ve hayır diyebilmek iğreti bir dünya yerine yeni bir dünyanın kuruluş müjdesi gibiydi. Dünya, düzensizliğin sıkıntısını çekiyor ve yeni bir düzenin de sancılarını yaşıyor. Dünya sisteminin yeniden yapılandırılması lazım. Bunun için de ahlaki ve vicdani önderlere ihtiyaç var. Türkiye bölgede doğru politikalarıyla yalnız kalmadı, sadece iğreti düzene ve düzencilere uymadı. Kralın çıplak olduğunu hatırlattı. Ahirzaman gariplerinin ve dünya mazlumlarının lideri ve önderi olarak sivrildi. Vicdanın tanıklığını yaptı.
*
Başbakan Erdoğan’ın Esma karşısındaki gözyaşları da çaresizliğin ve vicdani yalnızlığın tercümanı olmuştur. Türkiye bu tavrıyla dünya düzeninin vicdani retçisi haline gelmiştir. Tam tersine ‘bari dinime dahleden Müselman olsa’ ibaresindeki Müselmanı ifade eden darbe Cumhurbaşkanı Adli Mansur’un sözcüsü Müselmani, Başbakan Erdoğan’ı Batı’nın ‘taşeronu (vekili)’ olarak suçlamıştır.

Zira söyledikleri doğrular, kalpazanın işine gelmemiştir. Yalan ve iftiralarla gerçekleri ters yüz eden Müselmani sözde Cumhurbaşkanı Adil Mansur’un annesinin ABD vatandaşı olduğunu hatırlamak istemiyor. Aynı nedenden dolayı Hazım Ebu İsmail’in cumhurbaşkanı olmasının önü kesilmiştir. Amerikan yanlısı Cumhurbaşkanı Yardımcısı Baradey de Avusturya vatandaşı idi.

Adam çekildi diye cunta parçaları adamı mahkemeye verdiler. Mahkemeye verdikleri adamı cumhurbaşkanı yardımcısı atamaktan utanmamışlardı. Darbecilere mahsus pişkinlik! Başbakan yapacaklardı, Nur Partisi engellemişti. Amerikan taşeronları başkalarını taşeronlukla itham ediyor. Malzeme arayan içimizdeki maşaların ve taşeronların da bu iftiralar karşısında içlerinin yağları eriyor. Türk basını da ‘sağır duymaz, uydurur’ misali sözde Müslüman yani Müselmani’nin sözlerini işlerine geldiği gibi çevirdiler ve vekili, ajan yaptılar.

İran, devrimden sonra sahte bir biçimde Türkiye’nin yerini almış ve sahtecilik yapmıştı. Ortadoğu halkları, cennet suretinde cehennem ve serap olan İran’ı vaha gibi görmeye başlamışlardı. Lakin Afganistan, Irak, Suriye ve Mısır’da yaşananlardan sonra serap olduğu iyice ortaya çıktı. Onca zamandır Türkiye’nin yerini gölgelemişti. Şimdi ise serap olduğu anlaşıldı ve bu suretle küllenen Türkiye’nin parlak yüzü meydana çıktı. Serap gidince vaha ortaya çıkmıştır.

Sahtecilik Suriye ve Mısır kapısından dönmüş ve Şarkın gerçek önderi ve bayraktarı ortaya çıkmıştır. Çıkarlarını tepmek pahasına Türkiye, vicdanının sesine kulak vermiş ve vicdani rehber haline gelmiştir. İran ise çıkarları adına Suriye ve Irak’ta mezhep katliamlarını yönetmiş ve onlara ortak olmuştur.

İran’ın çalıntı rolü böylece deşifre olmuştur. Bernard Lewis’in kehaneti kendini doğrulamıştır. ‘10 yıl içinde Türkiye bölgede İran’ın yerini alacak’ demişti. 10 yıla kalmadan; birkaç yıl içinde kehanet kendini gerçekleştirdi…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Özcan Arşivi